Türkiye Devrim Tarihine 38 Yıllık Yaşamıyla Damgasını Vuran Bir Önder (2)

(Bir Devrimci Dursun Karataş Kitabından Alıntıdır)

Dursun Karataş, bu politikaların boşa çıkartılmasında, tutsakların siyasi kimliklerinin korunması için direniş hattının yaratılmasında, hapishanelerin de sınıf mücadelesinin sürdürüldüğü alanlar haline getirilmesinde kendini bir kez daha ortaya koydu. Yeni bir geleneğin başlatıcısı oldu. İstanbul hapishanelerinde Devrimci Sol tutsakları her türlü yolla faşist uygulamalara direnmiştir. 1984’te ise Dayı’nın Yaşamı 16 “Tek Tip Elbise” uygulamasına ve hapishanelerde aralıksız sürdürülen insanlık dışı uygulamalara son verilmesi için Ölüm Orucu’yla bu direnişleri taçlandırmıştır. 75 gün süren Ölüm Orucu eyleminde Dursun Karataş da yer aldı.

Direniş, dört şehit verilerek zaferle sonuçlandı. Devrimci Sol Ana Davası, 15 Mart 1982’de başladı. 1243 kişinin yargılandığı ana dava, devrimcilerin değil, faşist cuntanın yargılandığı bir dava oldu. Devrimci Sol tutsakları, hazırladıkları “Haklıyız Kazanacağız” adlı siyasi savunma ile faşizmi, emperyalizmi ve işbirlikçisi oligarşiyi yargıladılar.

Dayı, 1980’de başlayan tutsaklığına, Ekim 1989’da gerçekleştirdiği özgürlük eylemi ile son verdi. Dayı’nın tekrar fiili mücadele içinde yer almasının ardından 1990 Mart’ında, “Daha Hızlı Koşmalıyız” şiarıyla atılım süreci başlatıldı.

Bir yandan demokratik platformda yaygın kitlesel örgütlenmelerin yaratılmasına, diğer yandan silahlı pratiğin adım adım geliştirilmesine paralel olarak karşı devrimin yoğun saldırılarına hedef oldu. Devrimci hareket, 12 Temmuz 1991 ve 17 Nisan 1992 operasyonları ile aldığı darbelerde Niyazi Aydın, Sinan Kukul ve Dursun Karataş’ın eşi Sabahat Karataş gibi merkez komite üyelerini, ileri kadro ve savaşçılarını şehit verdi.

Devrimci hareket, Dayı’nın önderliğinde gelişimini sürdürürken, 13 Eylül 1992’de, yurtdışındaki merkezi üste, darbeci ihanet çetesi, Dursun Karataş’a alçakça saldırıp, onu tutsak etti. Tarih bir kez daha sınıyordu onu. Ve o bir kez daha önderlik vasfını gösterecek; iradesiyle, öngörüleriyle bu ihanetin aşılmasını, hareketimizin devrim yürüyüşüne kaldığı yerden devam edebilmesini sağlayacaktı. Devrimci harekette ağır tahribatlar yaratan darbe ihaneti onun önderliğinde altedilip, hemen her şey yeniden yaratılarak, devrim yürüyüşü sürdürüldü. Onun güçlü iradesi, şaşmaz öngörüsü ve isabetli politik kararları, işte bu süreçte hareketin önüne partileşme görevini koydu.

Bu görevi yerine getirmek için, devrimci hareketin önder kadrolarının katılımıyla, 30 Mart 1994’te Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Kuruluş Kongresi toplandı. Devrimci Sol, kongrede devrim yürüyüşünü Devrimci Halk Kurtuluş Partisi (DHKP) olarak sürdürme kararı aldı ve Dursun Karataş, DHKP Genel Sekreteri olarak seçildi.

Bu görevi yerine getirdiği yıllar boyunca da halkların umudunu büyüten, devrimi ilerleten sayısız politikaya, eyleme, örgütlenmeye imza attı. Kongreden kısa bir süre sonra, parti ilanı açıklanmadan 9 Eylül 1994’te Dayı, Fransız emperyalizmi tarafından tutsak edildi. Tutsaklığının hemen bitiminde yeniden illegalite koşullarına geçti. Yeniden örgütünün başındaydı. Ve 1 Ağustos Genelgesi’nin altında imzası olan eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç’ın cezalandırılması ile parti kuruluş ilanı resmen yapıldı. THKP-C’den bu yana sürdürülen devrimci mücadele artık DHKP-C bayrağı altında sürdürülecekti. Önderi de Dursun Karataş’tı.

Kuşatmalar altında, illegalite koşullarında ve hastalığıyla da mücadele ettiği yıllar boyunca Türkiye devrimi için yaşadı. Devrimci hareketin önderi, Genel Sekreteri olarak üstlendiği görevi eksiksiz yerine getirdi. Dursun Karataş 14 yıldır bu görevdeydi ve son günlerine kadar da bu görevini sürdürdü. 38 yıldır devrim için çarpan, dünya halklarının kurtuluşuna, vatanımızın bağımsız, halkımızın özgür olmasına adanmış bir yürek 11 Ağustos 2008 günü durdu. Dayı, son nefesini yoldaşlarının kolları arasında, dünya halklarına ve kendi halkına karşı görevini yerine getirmiş bir önderin huzuruyla verdi. 10 yıldır kanser tedavisi gören Dursun Karataş, hastalığa karşı direnişiyle de örnek olmasını bilmiştir. Onun yaşamı, bağımsız, demokratik, sosyalist Türkiye’ye adanmış bir yaşamdır. 38 yılı devrime verilmiş bu yaşamın her saatini, her saniyesini belirleyen bu adanmışlık olmuştur. Bu adanmışlık, bu dava adamlığı, bize her zaman hedefimizi hatırlatan bir miras olarak önümüzde duracak. Bağımsız, demokratik, sosyalist Türkiye hedefinden hiç sapmadan devrim yürüyüşümüze devam edeceğiz.

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.