Soma Katliamı Kararının Düşündürdükleri – Av. Oya ASLAN

Aklıma aileler geliyor. Hangi acı daha yakıcıdır. O eş, o ana, babaların eve dönüşünü bekleyen o çocuklar en ağır acıyı ne zaman yaşamışlardı acaba. Yakınlarının göçük altında kaldıklarını duyduklarında mı, enkaz altında kalanlara ulaşamadıklarında mı, soğuk kara ölü bedenlerine dokunduklarında mı, işçileri her gün biraz daha çok çalıştıran ve onlara yaşam odalarını çok gören patronlar aklandığında mı, yoksa yüreklerini kısmen serinleten kararın bozulduğunu duyduklarında mı? İnsan yüreğine kaç acı ekilir? Ne istiyorsunuz bu ailelerden, dayanma güçlerini mi ölçüyorsunuz.

Militan avukat - Yeni Şafak

Hücrede karantinadayım. Günün gazetesi öğlene doğru geliyor. Ve tabi bu pandemi döneminde bir gün gecikmeli olarak alıyoruz gazeteyi. Merakla beklemekteyim keza geçici kaldığım bu hücrede TV yok. Gazete gelir gelmez hemen elime alıp tümünü gözden geçiriyorum. Orta sayfalardaki Soma haberi dikkatimi çekiyor. Haberi görünce hemen okuyorum. Devletin Soma düşmanlığı başlığı taşıyan haberde denilmekteydi ki; “Yargıtay 12. CD’nin SOMA davasıyla ilgili aralarında Can Gürkan’ında bulunduğu dört sanığın 301 kez olası kastla adam öldürme suçundan yargılanması için verdiği karar 5 kişilik heyetten 3 kişinin değişmesi sonucu bozuldu. Daire kendi kararını bozarak bilinçli taksirle öldürme ve yaralama neden olma suçundan ceza verilmesini istedi.” Yanlış anlamış olabilir miyim diye tekrar tekrar okuyorum haberi. Yargıtay bir önceki kararını geri almış. Olamaz diyorum. Yargıtay’ın kararını geri alması olacak şey mi? Yargı kararları kişisel değil ki, heyetin değişmesi kararın değiştirilmesine neden olsun. Doğan bir bebeği anne karnına tekrar yerleştiremezsiniz, yeni filizlenen bir bitkiyi toprağa tekrar geri gönderemezsiniz. Yargıtay da verdiği kararı tekrar inceleyip değiştiremez. Yargıtay kararını verir ve dosyayı tekrar ilgili yerel mahkemeye gönderir. Bunun bir istisnası yoktur. Karar sonrası dosya derhal ilgili mahkemeye gönderilmiş olmalıydı. Dosya gönderilmemiş, elde tutulmuş. Daha doğrusu elde tutulmasını sağlamış olmalılar.

Kapitalizm ile yaşıt olan modern hukuk tarihinde böyle bir olay yaşanmış mıdır diye düşünüyorum. Yargının kurumsallığına vurulan darbeler bunlar. Kurumsallığın kişileştirilmeye dönüşmesinin pek çok örneğini yaşadık elbette. Ancak Yargıtay’ın kanunda yeri olmayan, hukuksal mantığa aykırı ve hukuk güvenliğinin olmadığını ilan ettiği böyle bir karar verebileceğini düşünemezdim. Kafamın içinde kızgınlık, öfke, sitem dolu sözler dolanıp duruyor. Gazeteyi kapatıp havalandırmaya çıkıyorum. Balzac Köylüler isimli kitabında, “Burjuvalar o kadar çok yasa yaptılar ki, her türlü inceliği sığdırabiliyorlar bunun içine” diyordu. Bununla her çıkarı kitabına uydurduklarını anlatmaya çalışmıştı. Artık o devrin de geride kalmakta olduğunu düşünebiliriz. Egemenler kendi çıkarlarını korumak için kendilerini yasayla bağlı hissetmiyorlar. Yasayı değiştirecek güçleri mi yok. Kendi lehlerine uygun yasa mı çıkartamıyorlar? Hayır. Meclis, çek defterini imzalar gibi her hafta sipariş üzerine pek çok yasa çıkartıyor. Hızlıca toplanıp, sabahlara kadar çalışıp, bilmem hangi patronun doğaya, insanlığa karşı olan projesi için gerekli olan yasaları çıkartmakta ustalaştılar bile. Bir ülkenin yasalarının artması zulmünün de artmasına işarettir demişti ustalarımız. Ne kadar doğru. Ama şimdi yasa olmasa da olur diyorlar.

Aklıma aileler geliyor. Hangi acı daha yakıcıdır. O eş, o ana, babaların eve dönüşünü bekleyen o çocuklar en ağır acıyı ne zaman yaşamışlardı acaba. Yakınlarının göçük altında kaldıklarını duyduklarında mı, enkaz altında kalanlara ulaşamadıklarında mı, soğuk kara ölü bedenlerine dokunduklarında mı, işçileri her gün biraz daha çok çalıştıran ve onlara yaşam odalarını çok gören patronlar aklandığında mı, yoksa yüreklerini kısmen serinleten kararın bozulduğunu duyduklarında mı? İnsan yüreğine kaç acı ekilir? Ne istiyorsunuz bu ailelerden, dayanma güçlerini mi ölçüyorsunuz. Ve tabi yargılama öncesinde ve sonrasında yaşanan onca şeyi de unutmuyoruz. Bilirkişi ve heyet değişiklikleri, dosyayı saptırmaya çalışmalar, işçilerin tekmelenmesi ve tekmeleyenin değil tekmelen işçinin ceza alması. Katliam bir yana bir de ailelere yaşattıkları. Ailelere yaşattıkları bu olaylar bir işkence suçu mudur? İşkence lafı bile hafif kalıyor.

Havalandırmada dönüp durdukça sorular da kafamın içinde dönüp duruyor. Ceza kanununda bu zulmü tarif edilen bir suç var mı diye düşünüyorum. Sistematik ve sürekli bir suç. Bu sadece Somalı ailelere değil halka karşı işleniyor. Açık ve alenen ve giderek yoğunlaşan eylemlerle, her gün daha fazla zarar vererek üstelik. Zeus’un Prometeus’a uygun gördüğü ceza, her gün ciğerlerinin bir parçasının sökülerek öldürülmesiydi. Prometeus ateşi çalıp insanlığa armağan etmişti. Peki ya yoksullar, ne yapmıştı? Her gün kendilerinden ne kadar çok şey çalınıyor oysa. Gelecekleri, alın terleri, uykuları, umutları, sevinçleri; çocuklarına, huzura ve daha pek çok şeye hasretleri çalınmıyor mu? Ne var ki adalet onur gibidir. İnsanın manevi gıdasıdır adalet. Onsuz yaşanamaz, onsuzluk dayatılamaz. Ancak sınıflara bölünmüş bir toplumda adalet de sınıfların çıkarlarına göre dağıtılıyor. Hala okumaya devam ettiğim Balzac ne diyordu adaletle ilgili “Aslında adaletin usturasından korkmak gerekir. O ustura zenginlere rahat uyku sağlar. Buna karşın yoksullara uykusuzluk verir.” Yargıtay’ın dağıttığı adalet böyle bir adalettir. Zenginlerin huzurunu korumaya koşullu.

Kendi kendime sormaya devam ediyorum ve iyi ki soruyorum. Peki diyorum bu karar sadece acı ve öfke mi yaratmıştır. Peki ya onur? Onur nasıl etkilenmiştir. Sürekli hırpalanan, ezilen, hayatları yok sayılan ailelerin onurları ezilmemiş midir? Sürekli kanayan onur küçük düşmeyi bağışlamazmış. Böyle düşünüce içim rahatlıyor. Neden mi? Bağışlamamak, söylenenin aksine içinde umudu taşır. Umut yenilgiyi kabul etmemektir. Biliyorum ki sadece umudu olanlar direnir. Bağışlamamak hesap sorma gücü verir. Ailelerin yüreğini, acısını, öfkelerini kendi yüreğimden biliyorum. Henüz yasalarda adı olmayan suçların da kaydını tutuyor ve unutup bağışlamıyoruz, birileri bağışlar mı bilemiyorum, ama ben ve benim gibi düşünen bizler bağışlamayacağız. Ben, biz hepimiz suçların mağduruyuz. Halkız biz ve unutmayız.

Sosyal ağlarda paylaşın