Seyit Rıza Hala Dersim Meydanı’nda İsyanda..

Burası, Elazığ Buğday Meydanı.

75 yaşında bir adamı getirdiler meydana bakan bir aralığa..

Adı Seyit Rıza’ydı.

Meydanda idam sehbaları kurulmuştu.

Seyit, sehbaları gördü. “Asacaksınız” diyerek, İhsan Sabri Çağlayangil’e dönüp sordu: “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?”

Ankara’dan Dersim katliamını yönetmek için gönderilen Çağlayangil, sesini çıkaramadı. Seyit Rıza bakıp güldü.

Savcı, Seyit Rıza’ya namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sordular.

“Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz” dedi..

Seyit Rıza’yı meydana çıkardılar.

Hava soğuktu. Etrafta kimseler yoktu.

Ama Seyit Rıza, katillerinin aktardığı gibi, “meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti”:

“Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir”.

Bu sözleri söyledikten sonra, yaşlı adam, rap rap yürüdü.

Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi.

Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını kendi gerçekleştirdi.

Adı Seyit Rıza’ydı.

Darağacıının gölgesinde dedi ki,

75 yaşındayım, şehit oluyorum, Kürdistan şehitlerine karışıyorum. Dersim mağlup oluyor fakat Kürtlük ve Kürdistan yaşayacaktır. Kürt genci intikam alacaktır. Kahrolsun zalimler kahrolsun kahpe ve yalancılar !”

Ve dedi ki;

Ben yalan ve hilelerinizle baş edemedim. Bu bana dert oldu. Bende karşınızda diz çökmedim. Bu da size dert olsun”.

“Dersim Çıbanı”

Dersim, Osmanlı’dan itibaren, bütün aşiretlerden oluşan Cemaat Aşiren denilen kendi meclisleri ile kendi adaletlerini uyguladıkları bir yerdi. Cumhuriyetin kuruluşunda itibaren Dersim “çıban“ olarak görülmüş, üzerine komplolar düzenlenmiştir. Cumhuriyetin ardından, mülkiye müfettişi Hamdi Bey, 25 Şubat 1926’da bir rapor hazırlar. Raporda; “Dersim gittikçe Kürtleşiyor, ülküleşiyor ve dolayısıyla tehlike büyüyor. Dersim Cumhuriyet Hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yaparak ve memleket selameti bakımından gelecek tehlikeleri önlemek mutlaka gereklidir” diyordu.

Bu rapor sonrası Dersim’e müfettişler gönderildi ve ardından adı katliamla birlikte anılan ve Dersim’in adını değiştiren “Tunceli Kanunu” çıkarıldı. Kanunun tarihi 2 Ocak 1936 idi.

Kanunun 3 hedefi vardı;

1- Sürgün,

2- Sürgün edilenlerin evlerinin yıkılıp yakılması,

3- Devletin varlığının Dersim’de geliştirilmesi…

1936 yılında Hamdi Bey’in raporuna benzer bir raporu da Celal Bayar hazırladı. Bayar, “İsyan edenleri tenkil etmek için şiddetin manası anlaşılır ve yerindedir” diyordu.

Kanunun ardından 1937’de Dersim’e saldırılar başladı.

Saldırının son bulmasını isteyen halk Genaral Abdullah Alpdoğan’la görüşmeye gider. Görüşmeden dönerken Seyit Rıza’nın oğlu Bra İbrahim katledilir. Katliama direnişle karşılık verilir. Seyit Rıza ve Alişer önderliğindeki halk ayaklanması bütün Dersim’i sarar.

Munzur Çayı, Kan Akıyor…

Seyit Rıza önderliğindeki isyan hızla büyüdü. Seyit Rıza önderliğindeki yurtsever aşiret reisleri Munzur’la Zağge deresinin birleştiği yerde “Kutsal İttifak-Kavl-u Karar” yemini ederler. Bu yemin “Her aşiret kendi bölgesindeki TC kuvvetlerini tek tek vuracak, geri püskürtecektir.” Bu ittifakta, Yukarı Abbasan, Ferhadan, Kara-balyan aşiretleriyle Bahtiyar, Yusufan, Demenan, Haydaran ve kısmen de Kalan aşiretleri vardır.

Devlet de saldırıya geçti.

Önce hainler yaratarak içten vurmaya çalıştüı. Seyit Rıza’nın yeğeni Rayber işbirlikçileştirilip, ayaklanmanın önderlerinden olan Alişer’in üzerine gönderildi. Rayber, Alişer ve eşi Zerife’nin başlarını kesip, kestiği başları Elazığ’da General Alpdoğan’a teslim etti.

Ardından ordu, Dersim halkına karşı saldırıya geçti.

Katliamın sürdüğü aylar boyunca Munzur çayı kan aktı.

Tujik dağı eteklerinde İksor vadisindeki mağaralara sığınmış halkın bulunduğu mağaraların girişleri askerler tarafında çimento ile kapatılarak diri diri gömülmüşlerdir. Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’in kahraman ilan edilmesi boşuna değildir. Günlerce dersim halkının üzerine bomba yağdırmış, pilotluk mesleğinde halkı katlederek yükselmiştir. Katliam da, direniş de aylarca sürdü.

“Osmanlı’da Oyun Çok!”

Katliam sürerken Erzincan valisi Dersimlilerin isteklerini kabul edeceklerini ve bütün orduya ateş kes emri gönderdiği haberini yaydı. Seyit Rıza’yı ve beraberindeki heyetleri görüşmeye çağırdılar.

Bunun üzerine katliamın son bulmasını isteyen Seyit Rıza Erzincan valisine gitmek üzere yola çıkar. der. Fakat düşman alçaktır, yalancıdır. Seyit Rıza 13 Eylül 1937 günü Mutu köprüsü üzerinde esir alınır.

Seyit Rıza (ya da Pir Sey Rıza), 1863; Lirtik köyü doğumludur. Lirtik, Dersim Ovacık’a bağlıdır.

1917’de Sovyet devriminden φnce, Ruslarla savaş sόrerken, milis yazılmıştı Seyit Rıza da. Şeyh Hasananlı Alayı komutanı idi. Cumhuriyetten sonra ise, kendi bölgelerinde kendi gelenekleriyle yaşıyorlardı. 1863 doğumlu Seyit Rıza, 1937’de 75 yaşında esir alınmıştı.

Göstermelik Yargılama ve İdam Kararları

Seyit Rıza ve direnişte yeralanlar, göstermelik bir mahkemeye çıkarılırlar.

Mahkeme, 11 kişi hakkında idam cezası 30 kişi hakkında ağır hapis cezası verir. 14 kişi de beraat ettirilir Ölüm cezası verilenlerden 4 kişinin cezası yaşlı olmaları nedeniyle 30 sene hapis cezasına çevrilir.

Bakın Seyit Rıza ve yoldaşlarının idamları, nasıl bir hukuksuzlukla, nasıl bir mizansenle hazırlanmıştır. Katliamcıların kendi anlatımlarıdır.

Birkaç gün sonra Atatürk bölgeye gelecektir. Atatürk gelmeden idamları bitirmek isterler. Gerisini, Çağlayangil’in anlatımlarından dinliyoruz:

Atatürk o günlerde Diyarbakır’daki Singeç Köprüsü’nün açılışına gelecekti. Elazığlılar bunu duymuşlar (Emniyet Genel Müdürü Elazığlılar için “beyaz donlular” tabirini kullanıyor.) Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş ve Atatürk’ten Seyit Rıza’nın affını isteyecekler. Onların Atatürk’ün karşısına çıkmasına meydan vermeyelim istiyoruz. 1937 yılında resmi tatil günü cumartesi öğleden sonra. Atatürk pazartesi Elazığ’a gelecek. Bizden istenilen asılacaklar asılsın ve iş işten geçmiş olsun.

Savcıya gittim, durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığından şifre aldığını, ama mahkemelerin cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını bana bildirdi. Ve ekledi: Ben de mahkemeleri etkileyemem. Oysa biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için gönderilmiştim. Savcı yardımcısı Hukuk’tan sınıf arkadaşım. Bana, sen valiye söyle, savcı rapor alsın gitsin, ben senin isteğini yaparım, dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı rapor aldı, arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti.

Mahkeme hakimini evinde buldum. Gittiğimde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hakimle konuştuk. Devir CHP devri. Kendisi bana “Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak pazartesi günü mahkemeyi toplar, karar veririz. Salı günü de idam hükümlerini yerine getiririz” dedi. Hakime dedik ki, bu dediğiniz gün Atatürk geliyor, maksat hasıl olmuyor. Hakim, başka bir şey yapılamaz dedi, kestirdi attı. Ben de kendilerine, sizin saat 17’den sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu, dedim. Çok oluyor, dedi bana, gün oluyor, dokuzlara, onlara kadar çalışıyoruz. Eee, sondan beş saat ihlal ediyorsunuz da baştan beş saat ihlal etseniz olmuyor mu, dedim ben de. Yani pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız, pazartesi günü 00.24’ten başlıyor, dedim. Hakim, elektrikler kesiliyor, dedi. Ona da çare bulduk, otomobil farları ile hapishaneyi aydınlatırız. Halkevine lüksleri koyarız.

Hakim bu defa, “Dinleyiciler yok” dedi. Ona da çare bulduk, saimiin de getiririz. Kaç kişi asılacak? “Onu karardan önce söyleyemem” dedi savcı. Gece 12’de hapishaneye vardık. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sanıkları aldık, mahkemeye götürdük. Çingene de geldi, adam başı on lira istedi, peki dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar alınınca hakim idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çaptırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. İdam “tünne” diye bir vaveyla koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık.”

Sonrası biliniyor:

Daha sonra Demenanlı Cebrail oğlu Hasan, Resik Hüseyin, Kureşanlı/Seyhanlı Seyit Hüseyin, Kureşanlı Ulkiye oğlu Hasan, Kalanlı Mirza Akifoğlu Ali, Yusufanlı Kamer oğlu Fındık, Seyit Rıza idam edildiler.

Seyit Rıza, idam sehbasında demişti ya;

Ben yalan ve hilelerinizle baş edemedim. Bu bana dert oldu. Bende karşınızda diz çökmedim. Bu da size dert olsun!” diye..

Öyle oldu.

Faşizm, o günden bu yana “Dersim çıbanını” bitiremedi.

Dersim, gerillaya kucak açmaya devam etti.

Dersim’i, Seyit Rızaları bitirmek için, Dersim toprağından isyan ve savaşı silmek için o günden bu yana neler yapmadılar ki?

Katliamlar, orman yakmalar, köy boşaltmalar, yozlaştırma…

Ve fakat, tüm katliamlara, tüm göç ettirme politikalarına DERSİM toprağından ne direnen Seyit Rızalar eksik oldu, ne isyanlar. Kaç yiğit Seyit gibi tekmeledi idam sehbalarını. Kaç yiğit, kuşatmalar altında tilililerle, halaylarla şehit düştü.

Seyit Rıza hala Anadolu halklarının, Kürt halkının bağrındadır.

Sosyal ağlarda paylaşın