Özü sözü bir, teorisiyle pratiği uyumlu bir önder: MAHİR

Onu en kısa şekilde tanımlamak gerekirse şöyle denilebilir: Türkiye devriminin önderi…
Onu en iyi anlatan resim ise, onun bir meşale şeklinde resmedildiği desendir.
Evet, Türkiye devrimi açısından, yazdıklarıyla, yaptıklarıyla ve son olarak Kızıldere’deki direnişleri ve orada yazılan manifesto ile Türkiye devrimi için gerçekten de yol gösteren, yol aydınlatan bir meşale olmuştur Mahir.

İlk Eylemi, İlk “Elebaşılığı”


Mahir Çayan, Samsun’da doğdu. Annesi, Samsun Çarşamba’lı, babası ise Amasya Gümüş İlçesindendir. İlk, orta ve liseyi İstanbul’da okudu. 1952-53 ders yılında Üsküdar Paşakapısı Ortaokulu’na devam etti. İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nden mezun oldu.
İlk eylemi de lise yıllarındadır. 1963 Mart’ında Haydarpaşa Lisesi öğrencisiyken öğretmenlere yönelik asılsız haberlerinden dolayı Hürriyet Gazetesini protesto etmek için yapılan eylemde yer aldı. Eylemin “elebaşılarından” olduğu gerekçesiyle Selimiye Karakolu tarafından gözaltına alındı. Bu, Kızıldere’ye kadar sürecek olan bir çatışmanın ve “elebaşılığın” da ilk küçük muharebesidir.

Teori ve Savaş!


Önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne, ardından da 1964’te Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. 1965 yılından itibaren TİP içinde ve hemen arkasından Fikir Klüpleri Federasyonu (FKF) içinde yer aldı. Aynı yıl Siyasal Bilimler Fakültesi FKF Başkanlığı’na seçildi.
Bu dönemde İzmir’de 6. Filo’nun Türkiye’ye gelişinin protesto edilmesi sırasında gözaltına alındı. Aynı dönemde gençlik eylemlerinin dışında sayısız işçi, köylü eylemi içinde yer aldı.
Bundan sonrası son derece hızlı bir süreçtir. TİP içinde başlayan örgütlü yaşamı, bir süre Milli Demokratik Devrim’i savundukları Türk Solu’nda devam etti. Sonra Aydınlık grubu oluştu. Aydınlık Sosyalist Dergi’nin Yazı Kurulu’nda yer aldı. Yoldaşlarıyla beraber Türkiye devriminin yolunu netleştirmesine paralel Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup’la yeni bir örgütlenmenin de adımları atılmaya başlandı. Bu adımların önderi oydu.
Dev-Genç’in oluşumu ve onun ardından da Parti-Cephe’nin kuruluşunun teorik, pratik önderliğini üstlendi.


Bir dönemin teorisi ve savaşı, onun isminde somutlaşmıştır. Böyle olması da doğaldır; çünkü bu dönemin tüm teorik atılımlarının ve halkın silahlı mücadelesinin her adımında bizzat vardır.
“Liderler devrim savaşında masa başında oturmazlar, bu savaşta en ön safta savaşırlar…” demişti bir yazısında. Yazdığı gibi yaşadı ve ölümsüzleşti.
Mahir Çayan, ilk kent gerilla eylemlerini de planlamış ve bizzat eylemlerin içinde yer almıştır. İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılıp cezalandırılmasının ardından 1 Haziran 1971’de Maltepe’de Hüseyin Cevahir ile birlikte kuşatıldıkları evde teslim olmayarak çatıştılar ve Cevahir katledilirken Mahir yaralı olarak tutsak düştü.
Mahir, dört yoldaşı ve siper yoldaşıyla birlikte 29 Kasım’da Maltepe Askeri Cezaevi’nden bir özgürlük eylemiyle çıktı.

Ölümsüz Manifesto


Mahir, firar koşullarında örgütlenmeyi toparlamaya çalıştı. Yurtdışına çıkma önerilerini elinin tersiyle itti; hiç gündemine bile almadı. Onun için asıl olan, savaşı kaldığı yerden sürdürmekti. Türkiye devrimci hareketinin bir çok direnişçi geleneği de işte bu dönemden mirastır. Mahirler, bu dönemde, Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idam edilmesini engellemek için eyleme geçtiler. Ünye’de bulunan Radar üssünde görevli İngiliz teknisyenleri rehin alarak Denizlerin idamının durdurulmasını talep ettiler.
Tüm devlet mekanizması ayağa kalkmış, ordu Karadeniz’e yayılmış onları arıyordu. Mahir Çayan ve 9 yoldaşı, bu takip koşullarında Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde bir evde kuşatıldılar.
Devletin askeri güçleri onlara teslim ol çağrısı yaptı.
Onların cevabı, tarihseldi. “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” dediler ve bir kez daha taleplerini tekrarladılar.
Burada çıkan çatışmada, Mahir ve yoldaşları bir manifesto yazarak şehit düştüler.

Mahir… Adı devrimin yoluyla özdeş..

Türkiye solunun son 40 yılını belirleyen isimlerin en başında o geliyor. Solun tarihinin tanık olduğu en kapsamlı ideolojik mücadeleler sonucunda ortaya koyduğu devrimin yolu, o günden bu yana milyonlarca insanın yürüdüğü bir yol oldu.
Mahir Çayan’ı tanımak, yaşamını öğrenmek, aslında Türkiye devrim tarihinin en belirleyici dönemini öğrenmek, devrimin yoluna vakıf olmaktır. Mahir Çayan’ın devrimci yaşamı, denilebilir ki, bu dönemle içiçe olmanın ötesinde, bu dönemin kendisidir.
Mahir Çayan adını düzenin iletişim araçlarında, edebiyatında, romanında, şiirinde çok sık duyamazsınız. Burjuvazinin Mahir Çayan’a dair yaklaşımını iki kelimeyle özetlemek gerekirse, onu sürekli olarak yok saydılar. Yok etmek, unutturmak istiyorlardı çünkü. Mahir’i ve onun yolundan yürüyenleri yok etmek oligarşinin 40 yıldır en temel politikalarından biridir ve daha ileride alıntılarla da göstereceğimiz gibi, tüm burjuva kesimlerin yaklaşımını belirleyen de budur.

Yiğitliğin ötesindeki Mahir

Küçük-burjuvazinin yaklaşımı ise, inkarla sahiplenme arasında gidip gelmiş ve bu da çoğu kez içten, samimi veya siyasal olarak tutarlı olmayan bir yaklaşım ortaya çıkarmıştır.
Bu tutarsızlık, bir yanıyla da kaçınılmazdır. Böyle bir kişilik Türkiye solunda ilk kez ortaya çıkmıştır Mahir Çayan’la birlikte. Teoriyi ve pratiği birleştiren, statükoyu reddeden, bedeli ölüm de olsa, hiçbir an gerekeni yapmaktan geri durmayan bir kişilik, doğal olarak o güne kadar ki statükocu, uzlaşmacı, teorisiyle pratiği birbirinden uzak sol kişiliğin de köklü bir eleştirisidir.
Bu anlamda küçük-burjuva kesimler, Mahir Çayan için “yiğitti fedakardı” demenin ötesine geçemediler. Düzen karşısında onun devrimci çizgisini savunamadılar. Aslında bu noktada belirtmek gerekir ki en çok sahipleniyor göründükleri Deniz Gezmiş nezdinde dahi, Deniz’in ihtilalci yanını savunamamış, tam tersine “kimseyi öldürmemişti ki” söylemine sarılmışlardır. Bu söylemi sürdürebilmek için Denizler’in, Mahirler’in ve Kaypakkaya’nın stratejik düşüncelerini, nasıl bir örgütlenme içinde olduklarını ve dahası, 12 Mart Cuntası karşısında “silahlı devrim cephesi” içinde yer aldıkları gerçeğini yok saymışlardır. İşte bu çarpıtma içinde “silahsız” olmak yüceltilirken, Kızıldere ve Mahirler, unutturulmak istendi. 61 Anayasası’nı savunmak yüceltilirken, devrim için yola çıktıkları unutturulmak istendi.


Mahir’i Çarpıtmak Zor!

Burjuvazi ve küçük-burjuvazi, 1970’lerin devrimci önderlerine yönelik bu çarpıtma operasyonunu hep sürdürdüler. Deniz Gezmiş nezdinde işleri daha kolaydı. Çünkü, onun çizgisinden gelenler de Denizler’in çizgisini mahkum etmişlerdi çoktan. Fakat Mahir Çayan gerçeğini unutturmalarının, çarpıtmalarının önünde bir engel vardı: Mahir’in izleyicileri, öğrencileri, yoldaşları!
Mahir’in çizgisini savunan devrimci bir hareket olduğu için, Mahir’i istedikleri kalıba sokmaları mümkün değildi. Bu yüzden Mahir’i kendi gerçeğiyle hatırlamak yerine yok saymak daha yeğdi…
Ama işte başaramadılar bunu. Buna da Mahir’in yolundan yürüyenler engeldi. “Yolumuz Çayanların Yoludur” pankartların arkasından duyulan “rap rap” sesleri, burjuvazinin Kızıldere korkusunu hala yaşamasına yetiyor, Mahir’in yaşadığını hissediyorlardı… Bu yüzdendi belki ikide bir “Mahir yaşasaydı” diye spekülasyonlara girişmeleri.
Mahir’e ilişkin, aynı dönemi paylaşanların anlatımlarından en çarpıcı olanlarından biri şudur: “Onun.. hiçbir eyleminde yarım kalmış bir şey yoktur.”
yaşamına yön veren ölçütlerden biri olmuştur.

(Bu yazının hazırlanmasında Halk Gerçeği dergisinden ve Özgürlük.info’daki bilgilerden yararlanılmıştır.)

Sosyal ağlarda paylaşın

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.