Kızıldere… Dünden Bugüne Gürül Gürül Bir Akış

26 Mart 1972 sabaha karşı, kalabalık bir komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri Fatsa’yı kuşattılar. Kuşatmanın amacı THKP-C ve THKO savaşçılarını ele geçirmek ve onların elinde rehin bulunan İngiliz görevlilerini kurtarmaktı…

Denizlerin idamı gündemdeydi. Maltepe Hapishanesinden firar eden Mahir ve yoldaşları, koşullar ne denli ağır olursa olsun, buna tavırsız kalamazlardı.

12 Mart cuntasının terörü hüküm sürüyordu. THKP-C Mahir’in içeri düşmesinden sonra bir de içten sağ sapmanın ihanetiyle karşı karşıya kalmıştı. Ama savaş durdurulamazdı. Türkiye halklarına karşı sorumlulukları için, Türkiye devriminin yolunun aydınlatılmaya devam edilmesi için, devrimci dostluk ve dayanışma için… savaşı sürdürmeliydiler.

26 Mart’ta Ünye’de NATO üssünde görevli 3 İngiliz teknisyeni, THKP-C ve THKO savaşçıları tarafından rehin alındı. İngiliz teknisyenlerinin kaçırıldığı binaya bırakılan bildiride “48 saat içinde infazların durdurulduğunun radyodan açıklanması, aksi takdirde İngiliz ajanlarının cezalandırılacağı” belirtildi.

İngilizlerin bulunduğu binada 12 kişi enterne edilmiş, ancak bunlardan sadece üçü rehin alınmıştı. Geride kalanlar, bağlanarak hareketsiz hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere Köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar.

Soğuk ve rüzgarlı bir havada gün ağarırken köye ulaştılar.

Takvimler 27 Mart 1972’yi gösteriyordu. Yanlarındaki rehinelerle birlikte, Kızıldere Köyü muhtarının evine ulaştılar.

27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine bir başka görevlinin gelmesiyle, eylem polis tarafından öğrenilmiş oldu. Bütün askeri birlikler seferber edildi. Bölgede uçaklar ve helikopterlerle keşif uçuşlarına başlandı.

Fatsa’dan Niksar’a uzanan hat üzerinde yoğun bir gözaltı operasyonu başlatıldı. Bütün belirtilerin Kızıldere Köyü civarını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00’de Kızıldere’de umut yüklü o adanın evin ve köyün etrafı tümüyle sarıldı.

Evde, THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna vardı. Kısa bir durum değerlendirmesi yaptılar. Kararları açık, kısa ve kesindi:

Teslim olmayacaklardı. Taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirttikleri gibi cezalandıracaklardı ve sonuna kadar çarpışacaklardı.

Sonunda ölüm de olsa kararları buydu.

Evin giriş ve çıkışlarını un çuvallarıyla, dolaplarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar. Düşman “Teslim ol” çağrıları yapıyordu.

Cevapları aynıydı.

Öğleden sonra saat 14.00 sıralarında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere, İngilizleri gösterip konuşturdular.

Kısa bir süre sonra görüşmek için çatıya çıkan Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makineli tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı.

Vakit ikindi üzeridir. Düşman ele geçirdiği önderliği imha etmek istemektedir. Yaylım ateşi sürdürülür. O ilk anda, bir yiğit vurulur başından. O yiğit Mahir Çayan’dır.

Türkiye Devriminin Yolunun netleştirilmesinde, THKPC’nin kuruluşunda, Cephe’nin askeri eylemlerinde olduğu gibi, ölüme de en önde gitmişti işte. Kızıldere’nin ilk şehidiydi o.

Yoldaşları direnişi sürdürdüler. Önderleri vurulmuştu. Asla teslim olmayı düşünmediler. Mahir’in vurulmasının ardından daha önce alınan karar uyarınca İngilizleri cezalandırdılar. Düşman havan toplarıyla dövüyordu kuşatıldıkları üssü.

Kerpiçten yapılma evde, makinalı tüfek mermileri duvarları delik deşik etmişti. Ömer Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı.

Düşman yeni bir manevrayla bir süre sonra ateş keserek yeniden “teslim olun” çağrısı yaptı.

Şehitleri ve yaralılarıyla savaşın ortasındaydılar onlar. Görüşme yapmayı reddettiler. Evin sahanlığında toplanarak eve yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye başladılar.

Uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu patlamada THKP-C ve THKO savaşçılarından bazıları daha şehit düştü.

Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve giren düşman güçleri can çekişmekte olan Saffet Alp’i kurşuna dizdiler.

Kızıldere’de güneş, on devrimcinin cesetleri üzerinde batıyordu bu kez. Samanlığa geçip saklanan Ertuğrul Kürkçü dışında savaşçıların hepsi, şehit düşmüştü.

Kızıldere, kan akıyordu şimdi.

Kızıldere, devrime akıyordu.

Gürül gürül bir akıştı bu.

Akışı durdurduğunu sananlar çok değil, yalnızca birkaç yıl sonra “Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri” diye, “Yolumuz Çayanların Yoludur” diye yürüyen öfkeli, coşkulu gençliğin karşısında yanıldıklarını anlayacaklardı.

Kızıldere son değildi… Savaş sürüyordu ve sürecekti!

(bu yazı ”Bir Ölürüz Bin Doğarız” kitabından alınmıştır)

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.