“CAM KAFES İÇİNDE YARGILANMAYI KABUL ETMİYORUZ!”

Bu yazı haftalık Halk Okulu dergisinin 189. sayısından alınmıştır. Almanya’nın Düsseldorf şehrinde görülen 129ab davasında yaşananları anlatan yazının tamamını yayınlıyoruz:

129 YASALARI HUKUKİ DEĞİL, KEYFİDİR!

SUÇLU DEĞİL, DEVRİMCİYİZ:

CAM KAFES İÇİNDE YARGILANMAYI KABUL ETMİYORUZ!

9 Mayıs 2022’den bu yana tutsak olan Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli’nin duruşmaları, bir yılı aşkın bir süreden (13 ay) sonra 14 Haziran’da başladı.

Emperyalist Almanya’nın tutsak ettiği üç devrimciyi sahiplenmek için aylardır süresiz açlık grevi direnişinde olan Eda Deniz Haydaroğlu, Sevil ve Ilgın Güler’in yanı sıra Avrupa’nın dört bir yanından gelen Halk Cepheliler ve 11 ayrı örgütlenmeden enternasyonal dayanışmacılar da oradaydı. Ayrıca aynı gün Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki Almanya konsoloslukları önünde de protesto eylemleri yapıldı.

DEVLET VE YASALAR ONLARIN EMRİNDE; SİYASAL HAKLILIK VE MORAL ÜSTÜNLÜK BİZDE!

Özgür Tutsaklar; gülen gözleri, zafer işaretleri, coşkulu sloganları ve marşları ve “Suçlu değil, devrimciyiz; yargılanan değil yargılayan olacağız” sloganıyla salonudolduran izleyicileri karşıladı.

Şimdi bu salonda iki sınıf, iki düşünce çarpışacak, biri yenilecek biri kazanacaktı.

Hitlerin mirasçıları, devrimcilere karşı duyduğu tarihsel düşmanlığını duruşma salonuna da taşımıştı. Oysa tutsak devrimciler, kendi yasalarına göre de henüz masumdu. Göstermelik bile olsa yargılama bitmemiş, suçlu ya da suçsuz oldukları netleşmemişti. Buna rağmen devrimci tutsaklar duruşmaya “tehlikeli” denilerek cam kafes içinde çıkartıldı.

Avukatlar itiraz etti; dilekçe verip, cam bölmenin açılmasını istedi. Hakim müdahale etti; “Önce başlayalım, sonra dinleyeceğim” dedi…

Tutsaklar; “Biz bu koşullarda savunma yapmayız. Sizin sorularınıza cevap verirsek, insan onurundan, kazanılmış haklarımızdan vazgeçmiş oluruz. Biz de Nazileri yargıladık ama işte, bizim, sosyalistlerin farkı bu. Biz insan onuruna uygun şekilde yargıladık. Biz hayvan değiliz. Biz insanız. Bizi hayvan gibi bu cam kafeslerin ardına koyamazsınız” diyerek karşı çıktı.

Cevap bile vermedi cüppeli cellatlar; iddianameyi okumaya devam etti.

Tutsaklar da zafer işareti yaparak sırtlarını döndü, kulaklarını kapadı. Tutsakların bu tavrına izleyiciler de katıldı.

Musa Aşoğlu davasından da aşina olduğumuz, yeminli bir halk düşmanı olduğu şüphe götürmeyen savcı ise; önce avukatların tutanakçısına itiraz ederek; “Zaten bütün DHKPC’liler burada, bütün örgüt buraya gelmiş” diyerek, mahkemenin görevlendirdiği birini hedef göstererek, açıktan suç işlemiştir.

Sonra da; tutsakların “çok tehlikeli” olduğunu iddia ederek, cam kafes içinde kalmalarını istedi.

Devrimci tutsak Özgül Emre ise: “Biz MarksistLeninist’iz, dünyayı faşizmden kurtarmışız. Biz 52 milyonu katletmedik. Siz bize teşekkür etmelisiniz, bırakın yargılamayı. Biz sosyalistler, antifaşistler dünyayı faşizmden kurtardık. Burada oturan biz değil, Naziler olmalıydı. Siz NSU’lu katilleri, uyuşturucu satıcılarını, hırsızları, çocuk katillerini buralara koymuyorsunuz, bizi koyuyorsunuz.

Ben suç işlemedim ama siz bana suç işletmek istiyorsunuz. Bu adil değil. Ben özgürlüğümü istiyorum, bırakın bu camın kalkmasını. Tutuksuz yargılanmak istiyorum. Ama siz diyorsunuz ki, bırakın özgürlüğü şimdi duralım cam bölmeyi tartışalım, siz bizi terörist olarak yaratık olarak halka göstermek istiyorsunuz. Sizin amacınız bizi, halka tehlikeli insanlar olarak göstermek ama bunu başaramayacaksınız.

Ben özgürlüğümü istiyorum. Siz bize teşekkür edin. Ben hayatım boyunca faşizme karşı, uyuşturucuya karşı, yozlaşmaya karşı mücadele ettim. Biz hep onurlu şeyler yaptık. Alnım ak yüzüm açık. Bu uygulamayı kabul etmeyeceğim, bizi böyle yargılayamazsınız. Özgürlüğümü istiyorum…” dedi.

Savcı Nazi Örgütü NSU’yu savundu : “DHKPC, NSU’dan daha tehlikeli”

Savcı ısrar etti: “DHKPC, NSU’dan daha tehlikeli” dedi. Avukatın da dile getirdiği gibi, O, atanmış bir memurdur neticesinde. Emperyalist tekellerin kirli mendili, Hitler’in takipçisi, NSU tetikçilerinin koruyucu şemsiyesi. Ama “bağımsız” heyetin başkanı hakim de farklı değildi: “Tutsakları henüz yeterince tanımıyoruz. Güvenlik için cam kafesin devamına…” dedi.

İlk duruşma bu minvalde sürdü.

İşte, 129 Yasa paragraflarının alametifarikası!

Peki, DHKPC’den ve Devrimci Tutsaklardan Daha Az Tehlikeli Olan NSU

(Nasyonal Sosyalist Yeraltı) Kimdir?

NSU ALMANYA’NIN SUSURLUK’UDUR

Almanya’da, 2018 yılının hatta son yılların en önemli gündemlerinden biri de hiç kuşkusuz ırkçı NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) örgütlenmesi ve davasıydı. 2000-2007 yılları arasında, 8’i Türkiyeli, 1’i Yunanlı olmak üzere 9 göçmenin ve Alman bir polisin öldürülmesinin sebepleri, istenmeyen bir “tesadüf” sonucu ortaya çıkmıştı.

Göçmenlerin katledilmesi uzun süre “Dönerci Cinayetleri” denilerek gizlenebilmişti. Fakat bunun böyle olmadığı Uwe Böhnhard ve Uwe Mundlos adındaki iki NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı)’lu katilin, 4 Kasım 2011 yılında bir banka soygunu sonrasında, güya “yakayı ele vermemek için intihar etmesi” sonucu ortaya çıkmıştı.

Sonraki dönem yapılan araştırmalarda, Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın bu cinayetlerin aydınlatılmasını değil, bilakis kapatılması ve suçluların korunması için elinden geleni yaptığı ortaya çıkacaktı.

Bilindiği üzere dava 6 Mayıs 2013 yılında başladı ve 11 Temmuz 2018’de sonuçlandı.

NSU, BİR İSTİSNA DEĞİLDİR;

FAŞİZMİN SAHİPLENİLMESİDİR

Merkel 23 Kasım 2011 tarihinde, NSU cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla Bellevue Sarayı’nda bir araya geldi. Burada düzenlenen anmada, Almanya’nın Başbakanı olarak bir konuşma yaptı. Bu konuşmada; “Cinayetlerin önlenememesinin, hatta kurban yakınlarından şüphe duyulmasının Almanya açısından utanç verici” olduğunu söyledi ve “bizi affedin” dedi.

Aynı konuşmasında Merkel: “Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak size söz veriyorum: Bu cinayetleri aydınlatmak ve yardım edenleri, arkasında olanları ortaya çıkarmak, suçluların hak ettikleri cezaya çarptırılmaları için elimizden gelen her şeyi yapacağız” demişti.

Yine yaptığı yolsuzluklar nedeniyle istifa etmek zorunda kalan Cumhurbaşkanı Christian Wulff da:

Acılarınızı paylaşıyoruz. Hep sizlerin yanında olacağız” demişti 2011 yılında.

Ardından Cumhurbaşkanı seçilen Joachim Gauck’da 2013 yılında kurban yakınlarıyla bir araya gelmiş ve “Sizler, ülkemize ve kurumlarına güven duydunuz. Bu güveniniz sarsıldı. Ancak ben yeniden güven duymanızı istiyorum. Ben, devlet birimlerinin olayları gereken şekilde aydınlatması ve hataları hata olarak tanımlamasının takipçisi olacağım.” diye yinelemişti aynı sözleri.

Yine dönemin Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert, 21 Kasım 2011 yılında katledilenler adına düzenlenen anmada, tüm milletvekilleri adına kurban yakınlarından özür dilemiş “Bu Almanya için utanç vericidir” demişti.

Daha bir yığın politikacının, bürokratın açıklamaları vardı ve bunları arşivlerde, bulmak mümkün. Ama hepsinin söylediği aynı şeydi aslında: Üzgündüler, sonuna kadar gidilmeli ve adalete güven yeniden tesis edilmeliydi.

Peki, Almanya hükümetinin en yetkili kurumları adına yapılan bu açıklamalar ve duyulan utanç ne oldu?

Hiç şüphe yok ki orta yerde duran bu suç ve utanç Almanya’nındır.

Öte yandan “örgütün ve cinayetlerin yaşayan tek canlı tanığı ve sanığı Beate Zschaepe’dir” denilerek, “fatura” Zschaepe’ye kesildi ve “ömür boyu” hapis cezası verildi. ‘Ömür boyu’ dendiğine de aldanmayın, 6-7 yıl sonra “topluma kazanılmış faşist bir katil” olarak aramızda dolaşmaya başlayacaktır. Bunun yeterince örneği var!

Zschaepe’nin suç ortaklarından bir sanık 10 yıl, ikisi 3’er yıl ve biri de 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Davanın bitiminde, içlerinde tutuklu olan sanıklar da hemen tahliye edildi. Kim bilir, Almanya devleti bunların bir kısmına tazminat bile ödemiştir.

Duruşmaların nasıl, hangi koşullarda yapıldığı, tutuklu sanık Beate Zschaepe’ye nasıl davranıldığı,  duruşmalar sırasında suç ortaklarıyla ve mahkemeye gelen kendisi gibi Nazi artıklarıyla yaptığı sohbetler, helikopter ile ailesini ziyarete gitmeler… Tüm bunlar basına da yansımıştı. Tabii, bunların pek çoğu işin tali ve magazin yanı.

Esas olan şu ki: Ortada bilinen 10 cinayet var; 32 kişiyi öldürmeye teşebbüs, onlarca bombalama, kundaklama, banka soygunları ve daha pek çok somut suç!

Üç devrimciye yöneltilen suçlamalar ise: Aile kampına, cenazeye ve Grup Yorum emekçilerinin nişanlarına katılmak.

İşte, tam da bu yüzden Özgül Emre’yi, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli’yi “NSU’dan daha tehlikeli” diyerek tecrit altında tutan, cam kafese kapatan savcı ve hakim ya zavallı bir AHMAKTIR ya da YEMİNLİ BİR HALK DÜŞMANIDIR. Ama burjuva ölçülerde bile olsa asla bir hukukçu değillerdir.

Zira üç devrimciye uygulanan yaptırımların hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Yapılan suçlamalar sadece bir iddiadan ibarettir. Bir suçlama ve iddia, kanıtlanmadan cezaya dönüştürülemez. Mahkemenin görevi bunu kanıtlamaktır ve o zamana kadar da tutuksuz yargılamaktır. Oysa onlar, üç devrimciyi daha baştan suçlu ilan etmişlerdir.

Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli’ye tam 13 aydır “terörle mücadele” hükümleri uygulandığı için avukat ve akraba ziyaretlerinde engeller çıkartılması, avukat yazışmaları da dahil tüm postalarının bir okuma komisyonunu tarafından denetlenmesi ve ağır tecrit altında tutulmaları yetmiyormuş gibi şimdi bir de mahkeme salonunda cam kafeslere konuluyorlar. Hayır, bunun hukuki ve insani hiçbir dayanağı yoktur. Bu suçtur.

Tüm kavramlar gibi “suç” ve “ceza” da sınıfsaldır. “Suç” sayılan olgular, koşullara ve iktidarlara göre değiştiği gibi, “suçlular”a nasıl davranılacağı, cezalandırma yöntemleri ve araçları da yine iktidarın niteliğine ve ihtiyaca göre sürekli değişmiştir.

Bu yüzden NSU’lu katiller, tüm Nazi artıkları korunurken devrimciler en ağır şekilde cezalandırılmaya çalışılıyor.

129 YASALARI HUKUKİ DEĞİLDİR!

Çünkü emperyalist Almanya’da 129 b yasa paragraflarına göre yürütülecek bir soruşturmada belirleyici olan YARGI değil YÜRÜTME yani HÜKÜMETTİR. Yurt dışındaki “yasak” bir örgütle bağlantılı bir soruşturmanın açılabilmesi ve yargılamanın yapılabilmesi için Federal Adalet Bakanı’nın kovuşturma izni vermesi gerekir. Bu ise yürütmenin açıktan yargıya müdahale etmesi anlamına gelir ki, bu da “Yasama, Yürütme ve Yargı Bağımsızlığı”nın yok sayılmasıdır.

Hiç kuşkusuz burada da belirleyici olan yasa ve hukuk değil, emperyalist Almanya’nın yurt dışındaki ekonomik ve siyasi çıkarlarıdır. Onlara göre Türkiye’deki 8 bin Almanya tekelinin geleceği, Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli’nin hak ve özgürlüklerinden daha önemlidir.

Bu dava hukuki değil, siyasi bir davadır.

Siyasi davalarda söz hakkı yargının değil siyasi iktidarındır.

Emperyalist Almanya Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli nezdinde tüm ezilen halkları yargılamak, cezalandırmak istiyor. Buna izin vermeyeceğiz.

Biz suçlu değil devrimciyiz. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için mücadele ediyoruz.

129 yasa paragrafları ırkçı ve keyfidir. Cam kafes insanlık dışıdır. Mahkeme taraflıdır, duruşma hakimi ve savcısı emperyalist Almanya’nın ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumak üzere atanmıştır. Yargılamaya derhal son verilmeli, Özgül Emre, İhsan Cibeli ve Serkan Küpeli tahliye edilmelidir.

Sosyal ağlarda paylaşın