Mustafa Koçak’ın Annesı̇ Ve Babası Anlatıyor..

Mustafa Koçak, adalet için tam 297 gün direndi. Türk Ceza Kanunu’na göre, hakkındaki tüm suçlamalar doğru olsa bile, ona verilebilecek ceza 10 yılı geçmezdi. Ama müebbet verdiler. Hukuki değil, siyasi bir cezaydı. Ve o, ölümü pahasına bu adaletsizliği, hukuksuzluğu hücre hücre eriyerek anlattı. 297 gün boyunca AKP faşizminin yargısı tarafından nasıl bir hukuksuzlukla ağır hapse mahkum edildiğini anlattı. 

Kronos Haber Tv Tuba Demirin yaptığı röportajda Mustafa Kocak´in annesi ve babasının Mustafanın adelletsizlige nasıl uğradığını anlattı.

Yapılan röpörtajı yayımlıyoruz:

Yaşamak güzel, ölmek istemiyorum. (Mustafa Koçak)

Malatyalı yoksul, Kürt bir ailenin dört çocuğundan biriydi Mustafa Koçak… Seyyar satıcılık yaparak evin geçimine katkıda bulunuyordu. Babasının işleri iyi gitmeyince eğitimini yarıda bırakmış ve ona destek olmak için çalışmaya başlamıştı. Mustafa liseyi açıktan okudu, diplomasını aldı.

2015’te Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesi olayında silah temin etmekle suçlandı. Suçlamanın kaynağı bir ‘itirafçı’ beyanıydı. Hayatı bir anda alt üst oldu ve cezaevine girdi. Cezaevinde hukuk fakültesini kazandı. Ve adil yargılanma talebi ile açlık grevine başladı Mustafa.

Hakkında iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve kırk iki yıl hapis cezası verilince, açlık grevini ölüm orucuna çevirdi. O haldeyken  bile işkence gördü. Ve ölüm orucunun 297. gününde, 24 Nisan’da, 28 yaşında hayatını kaybetti Mustafa Koçak. Tek isteği adil yargılanmaktı. Ailesi hep yanındaydı Mustafa’nın. Annesi, babası ve kardeşi… Yaşadığı acıya, işkencelere tanıklık ettiler. Ve Mustafa’nın verdiği mücadeleyi, yaşadıkları hukuksuzlukları ve acıları Kronos’a anlattılar…

İTİRAFÇI OL, SENİ YAŞATALIM DEDİLER’

Baba Hasan Koçak oğlunu ölüme götüren sürecin daha sokak ortasında onlarca polis tarafından gözaltına alındığını ik gün başladığını söylüyor. Gözaltında 12 gün boyunca işkence görmüş Mustafa Koçak. İlgisi olmayan bir olayla suçlanmış ve itirafçı olmaya zorlanmış. Şöyle anlatıyor Hasan Koçak:

“Mustafa 23 Eylül 2017’de ablama gideceğim diyerek evden ayrıldı. Mecidiyeköy’de polisler sokakta durdurup ifade vermesi gerektiğini söylüyorlar. Mustafa duruma şaşırıyor. Telefon açıp çağırsaydınız ben gelirdim. Ne gerek var bu kadar polise, diyerek Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü’ne gidiyor. İki gün eve gelmedi. Nerede olduğunu merak edip araştırınca gözaltında olduğunu öğrendik. İki itirafçının yalan beyanı ile Mustafa’ya gözaltında on iki gün boyunca işkence yapılıyor. Oğlum itirafçı olmaya zorlanıyor. Ona, ‘Sen de itirafçı ol, seni okutalım, yurtdışına gönderelim, ailene yardımcı olalım’ gibi çeşitli tekliflerde bulunuyorlar. Mustafa bu tekliflerin hiçbirini kabul etmiyor. Bunun neticesinde türlü türlü işkencelere maruz kalıyor. Kafasına teneke geçirip copla tenekeye vuruyorlar, boynundan aşağı sıvı dökerek buz gibi, dondurucu bir odaya alıyorlar. Ayaklarından tavana asıyorlar, hamile olan ablasına ve kız kardeşine tecavüz etmekle tehdit ediyorlar.” 

ÖNÜNE BİR KAĞIT KOYUP İMZALAMASINI İSTEDİLER’

Mustafa için, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesinde şahıslara silah temin ettiği yönünde iddialar yer alıyor. Ancak Mustafa’nın ifadesi alınırken olaya dair hiçbir şey sorulmuyor. Sadece önüne belirli isimlerin yer aldığı bir kâğıt koyup imzalamasını istiyorlar. Mustafa’nın kâğıtta yazan isimleri tanımadığını söylüyor. “Bu kâğıdı imzalamazsan hiçbir zaman gün yüzü göremeyeceksin!” diye tehdit ediyorlar. Mustafa da bu isimleri tanımadığını ve dolayısıyla da kâğıdı imzalamayacağını ve itirafçıların kendisi hakkındaki ifadelerini kabul etmeyeceğini söylüyor.”

Ancak itirafçı olmamanın bedeli ağır oluyor Mustafa için. Baba Koçak, annesinin Mustafa’ya, “Oğlum bunlar bizim ocağımızı yaktı, sen kimsenin ocağını yakma, kimsenin günahına girme ve yalan söyleme.” diye tembihte bulunduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“15-20 gün sonra Mustafa’yı İzmir Şakran Cezaevine götürdüler.
Orada Cavit Yılmaz adında bir mahkûm Mustafa’ya mektup gönderiyor. Mektubunda Berk Ercan isimli itirafçının Mustafa hakkında yalan beyanda bulunduğunu, iftira attığını yazıyor. Dışarı çıkınca gereğini yapacağını söyleyen ifadelere yer veriyor. Biz Mustafa’yı görmeye gittiğimizde Mustafa bu mektuptan bize bahsetti. Mektubu avukata vereceğini söyledi. “

CAVİT YILMAZ’I DA BASKI İLE İTİRAFÇI YAPTILAR’

“Mustafa’ya mektup gönderen ve Berk Ercan’ın yalan söylediğini ifade eden Cavit Yılmaz 1-2 ay sonra polis baskısıyla itirafçı olmaya zorlanıyor. Cavit Yılmaz baskılara dayanamayıp Mustafa’nın ismini veriyor. Cezaevinden çıktıktan sonra da yurtdışına gidiyor. Yurtdışına gittikten sonra nişanlısı ile tehdit edildiğini, işkence gördüğünü ve bu yüzden Mustafa’nın ismini verdiğini ifade eden bir mektup yazıyor ve avukatımıza gönderiyor. Vicdan azabı duyduğunu, Mustafa’nın böyle bir suça karışmadığını belirtiyor. İşkence altında verdiği ifadesini geri çekmek istediğini söylüyor. Ancak hâkim, Cavit Yılmaz’ın ilk ifadesini esas aldı. Berk Ercan’ın ‘miş miş’ler’ ile vermiş olduğu ifadeler esas alınırken, Cavit Yılmaz’ın ikinci ifadesi değerlendirmeye alınmadı. Bu ülke Berk Ercan’ın elinde kilitlenmiş. 344 kişinin ismini veriyor. Ama en çok kimin canını yaktı diye sorarsanız; en çok Mustafa Koçak’ın canını yaktı.”

NASIL OLSA ARAYANI SORANI OLMAZ DEDİLER, SUÇU GARİBANA YÜKLEDİLER’

“Mustafa’nın ismini verdiler, biz suçu bu gariban çocuğuna yükleyelim, bunun nasıl olsa arayanı soranı yok dediler ve suçu oğluma yüklediler. Böylece savcının katilini yakaladık, işi bitirdik dediler. Hayır, iş bitmedi. Asıl olay yeni başlıyor. Savcının katili Mustafa değil. Mustafa silah temin etmiş ise neden somut bir delil yok? Neden parmak izi yok, neden bir kamera görüntüsü yok, neden bir haberleşme bilgisi yok? Siz koskoca devletsiniz, isterseniz çok kolay bir şekilde bulursunuz. Berk Ercan ifadesinde, bir köftecide Mustafa’nın kendisine savcıyı öldüren şahıslara silah temin ettiğini söylediğinden bahsediyor. Neden o köftecinin görüntüleri yok? Neden bir delil sunulmuyor?”

BİZ ADALET DİYORUZ, ONLAR TATİL DİYOR’

Baba Hasan Koçak, davanın başından itibaren her konuda sıkıntı yaşadıklarını söylüyor. Mahkeme devam ederken Mustafa’nın avukatı davadan çekiliyor. Başka bir avukat talep ediyorlar. Ağır ceza hâkimi yeni avukata bir hafta süre tanıyor. Avukat sürenin yeterli olmadığını, bu süre içerisinde hem dava dosyasını inceleyip hem de gidip müvekkiliyle görüşmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Ek süre istiyor ama nafile. hâkim adli tatili bahane ederek kabul etmiyor. Bir an önce bu davanın görülmesi gerektiğini söylüyor.

VİCDANİ KANAAT İLE İKİ KEZ AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET VERDİLER’

Adaletsiz rejimi, adalet ile yıkınız.
Gandhi

Ve dava karar bağlanıyor. Somut delil olmadığı halde itirafçı beyanına dayanarak vicdani kanaatle suçlu bulunuyor ve iki kez ağırlaştırılmış müebbet ile kırk iki yıl hapis cezasına hükmediliyor. Karardan sonra yaşayan bir ölüye dönüşen Mustafa yine de mücadeleyi bırakmıyor, açlık grevini ölüm orucuna çeviriyor. Hasan Koçak, “Biz lehimize bir karar beklerken hâkim vicdan kanaatine dayanarak Mustafa’ya mahkum etti. Bu mu sizin vicdanınız?” diye soruyor ve ekliyor:

“Mustafa bu karar verilmeden önce sesini duyurmak için açlık grevine başlamıştı. Bu karar verildikten sonra açlık grevini ölüm orucuna çevirdi. Cezaevine yanına gittiğimizde bu karardan vazgeçirmek için çok uğraştık, ikna etmeye çalıştık. Ancak Mustafa, bu şekilde zaten yaşayan ölüden bir farkı olmadığını, bu nedenle sesini duyurabilmek için sonuna kadar mücadele edeceğini söyledi. Biz de kararına saygı duyduk, çünkü başka çaresi yoktu. Mustafa’nın tek isteği adil bir şekilde yargılanmaktı. Oğlumun suçsuz olduğunu bildiğimiz için onun mücadelesine biz de destek verdik. Sesimizi duyurabilmek için meydanlara çıktık. Ankara’ya adalet yürüyüşü yaptık. Yürüyüş esnasında Ankara’ya varana kadar bizi 5-6 kez gözaltına aldılar. Defalarca darp ettiler, tehdit ettiler. Eşime ağza alınmayacak hakaretler ettiler. Adalet bakanı ile görüşmek istedik, orada da bize gözaltı uyguladılar. Mecliste Ömer Faruk Gergerlioğlu ile görüştük. Mustafa’nın dosyasını inceledi ve boş bir dosya olduğunu söyledi. Meclis önünde eylemler yaptık, kefen giydik. Orada da yine bize müdahalede bulundular ve ceza kestiler. Mustafa’nın durumu gittikçe ağırlaşıyordu.”

KENDİSİNE DEVRİMCİ DİYENLERİN FAŞİST OLDUĞUNU GÖRDÜK’

Mustafa ve ailesi sadece adaletsizlik ile mücadele etmiyordu. Aydınlar, siyasiler, sanatçılar, gazeteciler, medya kuruluşları ve halk da onları yalnız bırakmıştı. Hasan Koçak, oğluma ses olabilselerdi belki Mustafam şu an yaşıyor olacaktı diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:

“Adalet Bakanı, diğer siyasiler, aydınlar, sanatçılar, medya kuruluşları bizimle görüşmeyi kabul etmediler. Kendine aydın diyen, devrimci diyen, sosyalist diyen gazeteciler ya da diğer şahıslar Mustafa’nın ismini duyunca devrimciliği unutup, AKP faşizmine bürünüyorlardı.

İsmail Saymaz, Enver Aysever gibi isimler kendilerini solcu olarak tabir ediyorlar ama bu süreçte yanımızda olmadılar. Bizzat gazetelere gittim, evladımız ölüyor dedim, oğlumun haberini yapmalarını, sesini duyurmalarını istedim, ama aldığım cevap Mustafa’nın olayının bir haber değeri taşımadığı yönündeydi. Cumhuriyet gazetesine gittim, içerde gazete önümde açık idi. Gazetede bir hayvan fotoğrafı vardı. Hayvan için ‘Bir deri bir kemik kalmış, açlıktan ölüyor’ diye başlık atmışlardı. Onu görünce dedim ki; bakın hayvanın açlıktan ölmesini haber yapmış, gazetenizde yer vermişsiniz, benim oğlum da ölüm orucunda, ölüyor, onun da haberini yapın. Bizim için bir haber değeri yok, diyerek bizi kovdular. Fox Haber’e gittim, Halk TV’ye gittim, dosyamızı verdim, yine de sesimizi duyurmadılar.

Bugün Mustafa’nın sesine ses olabilselerdi ne Helin ölürdü ne de İbrahim ölürdü.

Halk da bu konuda çok geç kaldı. Biz meydanlarda iken vatandaşlar yanımıza gelmeye korkuyordu. Ne var bu kadar korkacak? Bunun hesabını verecekler. Tamer Keskin denilen şahıs tekrar yargılanmalı. Vicdan kanaatine göre adalet istemiyoruz. Anayasaya göre adalet istiyoruz. Bize yaptıklarının bedelini yarın kendi çocuklarıyla ödeyecekler. Anayasa hukukunu uygulamadılar ama eninde sonunda ilahi adalet tecelli edecek. Mustafa’nın bir suçu yok. Olayla hiçbir şekilde alakası yok.

Savcı vurulurken Çağlayan Adliyesi’ndeki polisler neredeydi? Olay sırasında elektrikler kesiliyor, neden jeneratör devreye girmiyor? Bu şahıslar nasıl içeri girdi? Kendi hatalarını örtmek için bir garibanı günah keçisi ilan ettiler.”

MÜDAHALE ADI ALTINDA İŞKENCE YAPTILAR’

Evet Mustafa Koçak günah keçisi seçilmişti. Bu nedenle tutuklu bulunduğu İzmir Şakran Cezaevinde zorla müdahale edildi. Gece saatlerinde kaçırılıp Kırıklar 1 Nolu F Tipi Cezaevine götürüldü ve avukatların takibine bile izin verilmedi. Cezaevi yetkilileri Koçak’ın Çiğli Bölge Eğitim Hastanesinde olduğu bilgisini verdi, ancak hastane kayıtlarında böyle bir bilgi yoktu. Araştırmalar sonucunda Mustafa’nın Kırıklar 1 Nolu F Tipi Cezaevinde olduğu öğrenildi.

Baba Koçak, zorla müdahalenin ardından Mustafa’nın ölüme adım adım yaklaştığını söylüyor ve şunları söylüyor:

“Mustafa’ya müdahale etmelerinden sonra oğlum kırk gün yaşadı. Mustafa dedi ki; ben odamda az da olsa gezip spor yapabiliyordum. Geldiler odaya gaz atıp arkadaşları odadan çıkardılar, beni sandalyeye bağladılar, dışarı çıkartıp sedyeye yatırdılar. Ellerime kelepçe takıp, vücudumu bağladılar. Beni kameranın olmadığı bir odaya götürdüler. 73 tane serum verdiler. Serumları sökmemem için ağzımı bağladılar. Makatıma jop soktular.

Sizin vicdan kanaatiniz bu mu? Bu vicdan gidin Mustafa’yı taciz mi edin diyor? Tamer Keskin, Şakran Cezaevi Müdürü Abdullah Demirci bunun hesabını hem bu dünyada hem diğer dünyada verecek.

Mustafa müdahale sırasında yanında bulunan doktorların, hemşirelerin, polislerin, gardiyanların ismini bize verdi. Oğlumun bilinci yerindeydi. Cezaevi önünde avukatlar eylemlere başlayınca oradan iki ambulans çıkartarak hedef şaşırttılar ve Mustafa’yı kaçırıp Kırıklar Cezaevine götürdüler.

Müdahalenin ardından görüşe gittiğimizde Mustafa belden aşağısının tutmadığını, kendisine ağır işkenceler yapıldığını söyledi.

OĞLUMUN HER GÜNÜ İŞKENCEYDİ’

Ölüm orucunda olan diğer kişilerin B1 vitamini kullanmasına müsaade edilirken Mustafa’ya edilmedi. Mustafa ölüm orucunun 250. gününde B1 vitamini almaya başladı. Sürekli yukardan gelen baskından söz ediyorlar. Yukarıdan bu kadar korkuyorlar, orada bir tek Allah var, korkacaksanız Allah’tan korkun.

Mustafa 250. günden sonra aldığı B1 vitamin haplarını kullanmayacağını söyledi. Hem psikolojik olarak hem fiziksel olarak çok kötü etkilenmişti. Adli tıptan rapor almasını söyledik ama o kadar korkmuştu ki, yine işkence yaparlar korkusuyla rapor almak istemiyordu. Zar zor ikna ettik, gitti rapor aldı. Her görüştüğümüzde durumunun iyi olmadığını söylüyordu. Herkes anladı ama devlet bir türlü anlamıyordu. 

BİR SONRAKİ GÖRÜŞE ÇIKAMAYABİLİRİM’

Son telefon görüşmesinde ailesine bir sonraki telefon görüşmesine çıkamayacağını söyledi Mustafa. Haftaya pazar telefon görüşmesi yapar mıyız, yapamaz mıyız bilmiyorum. Dayanacak gücüm kalmadı’ dedi. Anne ve babası ‘Diren Mustafa, nolur diren’ diye yalvardı. Devamını babasından dinleyelim:

Oğlum biraz daha diren, hastaneye gitmek için bir dilekçe yaz dedim. Telefonu kapattıktan sonra biz zaten bittik. Her an bir haber gelecek korkusuyla bekliyorduk, gece saat 03:00’de ölüm haberini aldık. Kalktık, yola koyulduk, gidip adli tıptan cenazesini aldık. İstanbul’a getirmek için yola çıktık. Orada da bizi rahat bırakmadılar. Polisler her an ensemizdeydi. Cenezeyi nereye götüreceğimize, nereye defnedeceğimize kadar sordular. İstanbul’da Cemevinde bin kadar polis vardı. Mustafa’nın otuz kiloluk bedeninden neden bu kadar korktunuz? Evimizin etrafı bile polis doluydu. Mustafa’yı eve getirmek istedik ama izin vermediler. Bugün mutlaka defnetmemiz gerektiğini söylediler. Aksi takdirde biz alır defnederiz dediler. Beş dakikalığına eve getirmeye bile müsaade etmediler. Mezarlığa geldik, mezarlıkta TOMA’lar, akrepler ve yüzlerce polis vardı. Polisler Mustafa’nın cenazesine bu kadar yığılacağına Çağlayan Adliyesi’ndeki görevlerini yerine getirseydiler belki savcı da Mustafa da şu an yaşıyor olacaktı.

MUSTAFA ADALET İÇİN ÖLDÜ’

Adalet devletin amacıdır.
James Madiso

Bir baba olarak ciğerim yanıyor, oğlumun ölmesini elbette istemezdim. Mustafa’nın suçlu olmadığını bildiğim için sonuna kadar bu mücadeleyi sürdüreceğim. İşkenceler çok zoruma gidiyor. Mustafa bizim onurumuzdur, gururumuzdur, nefsaniyetli bir insandır. Bu eylemi sadece kendisi için yapmadı. Demokrasi adına yaptı, çocuklarımız için, torunlarımız için yaptı. Mustafa adalet için öldü. Adalet istedi. Adalet hepimiz için gerekli olacak. Keşke herkes Mustafa gibi onurlu ve gururlu olsa.

Mustafa’yı neden tekrar yargılamadılar? Çünkü korktular, çünkü suçu yoktu. 27. Ağır Ceza Hâkimi Mustafa’yı hastaneye götürebilmemiz için gerekli olan evrakları korktuğu için vermedi. Vicdanlı ve adil olan birisi suçsuz birine suç atamaz. Berk Ercan isimli şahsın bu suçu işlemediği ne malum? Vebali, günahı Tamer Keskin’in boynunadır.

DİYORLAR Kİ NEDEN ÖLÜM ORUCUNA BAŞLADI?’

Tüm bu süreçte insanlar yaşanan adaletsizlikleri, işkenceyi değil Mustafa’nın mücadele yöntemini tartıştı. Neden açlık grevi yaptı, ölüm orucu tutmaya başladı?… Baba Koçak şöyle yanıtlıyor:

Diyorlar ki neden ölüm orucuna başladı? Mustafa şöyle düşündü; eğer ben bugün bu mücadeleyi vermezsem beni suçlu olarak görecekler. Suç işlediği için sesi çıkmıyor diyecekler.

Kimse evladının ölmesini istemez. Mustafa suçsuzluğunu ispat edebilmek için ölüm orucunu seçti. Cezaevinde başka seçeneği yoktu. Mustafa sayesinde belki başka insanlara bu şekilde haksızlık yapılmaz. Oğlumu zaten yaşan bir ölüye çevirmişlerdi. Eğer oğlum suçlu olsaydı bu şekilde mücadele vermezdi. Biz de oğlumuzun suçsuzluğunu bildiğimiz için onun mücadelesine destek verdik, meydanlara çıkıp sesini duyurmaya çalıştık. Ama oğlumun hakkını alamadık.

MUSTAFA TOPBAŞ’IN, YA DA ARINÇ’IN DAMADI OLSAYDI ÖLMEZDİ

Mustafa’ya zorla müdahale edilemse cezaevinde kalamaz raporu verilecek ve oğlum yaşıyor olacaktı. Müdahalenin ardından belden aşağısı tutmuyordu. Ayakları, karnı şişmişti, nefes almakta zorluk çekiyordu. Mustafa bizim şehidimizdir. Oğlum haksız yere öldü. Mustafa’nın etiyle iftar açtılar. Allah’ı ağızlarından düşürmüyorlar ama biz de Müslümanız. Hepimiz Müslümanlığın ne olduğunu biliyoruz. Müslümanlık bunların yaptığı gibi değil. Mustafa’yı işkenceyle öldürdüler. Müslümanız diyorlar cenazede bile olay çıkarıyorlar.

Mustafa, Kadir Topbaş’ın, Bülent Arınç’ın damadı olsaydı, bakanların çocuklarından biri olsaydı hemen çıkardı. Hâkim o cezayı vermeye cesaret bile edemezdi. Süleyman Soylu, Helin ve İbrahim için hastaneye götürdük ama tedaviyi kabul etmediler dedi. Bunu Mustafa için neden diyemiyor? Çünkü götürmediler, korktular. Ölmesini istiyorlardı. Adalet sadece AKP’liler için var, başka kimseye yok.

ZEYNEP KOÇAK: CANIM ÇOK YANIYOR’

Devletin hazinesi adalettir. Konfüçyus

Mustafa Koçak’ın annesi Zeynep Koçak da tıpkı eşi gibi hiç yalnız bırakmadı oğlunu. Gözyaşları bir an olsun dinmedi tüm bu süreçte. ‘Biz fakir bir aileyiz’ diyor Zeynep Koçak ‘Ben çocuklarımı yoksulluk içinde büyüttüm.’ Ve devam ediyor: ”Ekmeğim yoktu, tavanın içinde ekmek yapıp çocuklarıma yedirirdim. Mustafa babasının verdiği harçlıkları harcamaz biriktirir, tekrar ev ihtiyaçları için kullanırdı. Çünkü çok yoksul bir aile idik. Biz tırnağımızla, dişimizle kazıyarak bir yere geldik. Bir gün olsun devletin kapısına gidip, bir yardım talebimiz olmadı. Kendi imkanlarımızla yaşamımızı sürdürdük. Aç kaldık, susuz kaldık, ama kimseye hissettirmedik. Kendi yağımızda kavrulduk. Zorluklara büyüttüğüm oğlumu Berk Ercan’a mı kurban ettiler? Kim bu Berk Ercan? Bu mu yönetiyor ülkeyi? Devlet nerede? Devlet bir tek Berk Ercan’nın ağzına mı baktı? Bizim sözümüzün bir hükmü yok muydu? Bir annenin feryadını neden kimse duymadı? Ben oğluma sakın kimsenin canını yakma, işkence altında olsan bile isim vererek başka annelerin yüreğini yakma diye tembih ettim. Berk Ercan’ın anne babası nasıl insanlar? Hiç mi oğullarına bu yönde bir şey demediler? Oğulları silah ve bombalar ile yakalandı ama bedel ödeyen benim oğlum oldu.

POLİSLER EVİMDE OĞLUMA VATAN HAİNİ DEDİLER’

Oğlum gözaltına alındığında polisler eve geldi. Tüm evi aradılar. Senin oğlun artık gün yüzü görmez dediler. Bir gömlek bulup onu aldılar. Buldukları gömlek ablasının Mustafa’ya hediye olarak bir AVM’den aldığı gömlek idi. Berk Ercan isimli şahıs, o gömleği Mustafa’ya Şafak Yayla’nın hediye ettiğini söylemiş. Şafak Yayla ve Mustafa arasında bağlantı kurabilmek için böyle bir yalana sarıldılar. Daha sonra bu gömleği ablasının aldığını ispat ettik. Polisler evimde oturup oğluma beddua ettiler, vatan haini dediler.

Oğlum bir ay önce kaybettik. Aslında ölmedi, ölümsüzleşti. Mustafa kalbimde yaşıyor.

JOPLA TECAVÜZ EDENLER AİLELERİNİN YÜZÜNE NASIL BAKTI?’

Oğlum 2,5 yıl işkence altındaydı. Bize çok belli etmedi yaşadığı acıları. Artık acıları dayanılmaz hale gelince söylemeye başladı. Anne çok acı çekiyorum, nefes alamıyorum, dayanamıyorum. Takatim kalmadı. Belden aşağım tutmuyor, yürüyemiyorum diyordu. Mustafa kendisine müdahale edilmesinden sonra çok kötü oldu. Yürüyemedi. Ayakları şişti. Ayak numarası 42 olan oğlumun ayaklarına, 45 numara terlik olmuyordu. Mustafa’ya işkence yapanlar, kendi ailelerinin yüzüne nasıl baktı? Ona copla tacizde bulunanlar eşlerinin yüzüne nasıl baktı, nasıl aynı yastığa başını koyabildi? Bir hayvanın altı her gün temizlenirken, benim oğlum altına yapıyordu ve öylece bırakılıyordu. Altı temizlenmiyordu. Ne kadar acımasız ne kadar gaddar insanlar imiş. Mustafa’ma bunu neden yaptılar? Canım çok yanıyor. Oğluma işkence yapan doktordan, hemşireden, polisten gardiyandan hâkimden, cezaevi müdüründen hepsinden şikayetçiyim.

SON NEFESİNİ YANIMIZDA VERSİN DİYE YALVARDIM AMA VERMEDİLER’

Oğlum son günlerini yaşıyordu. Yalvardım, nolur oğlumu verin, son nefesini yanımda versin, ama vermediler. Oğlumun öleceğini biliyordum, ölümüne bir hafta kala Cumhurbaşkanı’na yalvardım, Emine Erdoğan’a yalvardım, Adalet Bakanı’na yalvardım, İçişleri Bakanı’na yalvardım, oğlumu verin, yanımızda ölsün dedim, ama vermediler.

Bizi defalarca gözaltına aldılar. Gözaltında, elinizi, ayağınızı öpeyim nolur oğlumu verin diye yalvardım, vermediler. Emine Erdoğan anne değil mi? Ne kadar acımasızlar. Bir annenin feryadını duymuyorlar mı? Onun elini bir tutabilseydim nolurdu? Onsuz yapamıyorum, artık dayamıyorum. Bugün Mustafa’nın acısıyla yaşıyorum, Mustafa’yı hayal ederek yaşıyorum. Mustafa’nın kıyafetleri ile yaşıyorum.”

AÇLIK GREVİNDEKİ AVUKATLAR ÖLMESİN’

Anne Zeynep Koçak, ÇHD’ye yönelik operasyonda tutuklanan ve açlık grevine başlayan avukat Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ı hatırlatarak devam ediyor:

”Nolur haksız uygulamalara son verin, başka insanlar ölmesin. Açlık grevinde olan avukatlar var, onlar ölmesin. Helin öldü, Mustafa öldü, İbrahim öldü, başkaları ölmesin. Mustafa’nın sesini duyamıyorum, onu elimden aldılar. Önceden görüşe gittiğimde şükrediyordum. Sesini duyabiliyorum, yüzünü görebiliyorum diyordum. Ama bu sene onu diyemiyorum. Toprağa gidip, toprağa sarılıyorum. Mustafa’m artık yok. Onu benden aldılar. Ama oğluma sözüm var. Kanımın son damlasına kadar oğlumun mücadelesini sürdüreceğim. Adalet için haykırdık, duymadılar. Dövdüler, gözaltına aldılar, cezalar kestiler. Hala devam eden mahkemelerimiz var. Davalar nasıl sonuçlanacak bilmiyorum. Belki bizi de içeri alırlar. 

CENAZEMİZİ CAMİYE SOKMADILAR’

Oğlumu ölüme sürükleyen hâkim ve savcılar şimdi rahat mı? Öldürülen savcının ailesi de bu duruma sessiz kaldı. Belki onlar da bu duruma gereken tepkiyi gösterseydiler oğlum yaşıyor olacaktı. Ben oğlumu çok zor şartlarda büyüttüm, belki o savcı da zor şartlar altına büyüdü ve okudu, ama onun ölümünde benim oğlumun parmağı yok. Onun anne ve babasının bizi anlamasını beklerdim. Bu kişi suçlu olsa ölüm orucuna başlamazdı diye düşünemiyorlar mı? Neden bunu söylemediler?

Oğlumun cenazesini camiye sokmadılar. Biz önce camiye getirip burada cenazeyi yıkayıp ertesi günü defnetmek istiyorduk ama izin vermediler. Hoca yok, cami kapalı gibi bahaneler ile bizi engellediler. Bugün defnetmeniz gerekiyor dediler. Akşam eşim ve çocuklarımla yapayalnız şekilde cenazemizi gömdük. Bu ne kadar acı biliyor musunuz? Canımız çok yanıyor…

Tuba Demir/ Kronos

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.