“Ebru ve Aytaç’ı yaşatmazsak, kaybetmişiz demektir!”

Tüm ülkede AKP iktidarının Baroları işlevsizleştirmek, yeniden kendine göre dizayn etmek ve avukatları sindirip korkutmak amacıyla başlattığı saldırıya karşı barolardan tepkiler çoğalıyor. Geçtiğimiz günlerde, adil yargılanmak için bedenlerini açlığa yatırmış, ölüm orucundaki avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal için 20 baronun katıldığı bir eylem ile başlayan süreç Ankara yürüyüşü ile devam etti. Ankara yürüyüşü  esas olarak AKP’nin hayata geçirmek için uğraştığı çoklu baro sistemine karşı hayata geçirilmiş bir yürüyüştü ancak Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın ölüm orucu direnişinin sarsması ile baroların harekete geçtiğini de söylemek gerekir.

Bugün baroların tamamına yakını yaptıkları açıklamalarda Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın direnişini sahiplenmiştir. Ölüm orucundaki iki avukatın avukatlık mesleğinin onurunu temsil ettiği noktasında tüm avukatlar tarihlerinde ender rastlanır bir şekilde fikir birliği içerisindedir.  Denilebilir ki iki devrimci avukatın eylemi AKP faşizminin hukuksuzluklarına, keyfiliğine, faşist uygulamalarına karşı gelişen avukat eylemlerinin lokomotifi olmuştur.

Direnişler, sadece eylemi yapanın kendisi ile ilgili taleplerinin karşılanması etrafında dönmez. Direnenin somut taleplerinin karşılanması üzerinden yürür görünse de, direnişlerin yarattığı sonuç hak talep eden ile talep edilen arasında kalmaz, aşar ve geniş çevrelerde etkili olur.  Bir tek kişinin bile hak alma mücadelesi milyonları harekete geçirebilir. Yol açar, örnek olur. Bu hep böyle olagelmiştir. Direnişler sadece somut taleplerinin karşılanması üzerinden değerlendirilemez. En küçüğünden en kitleseline tüm direnişler güçlüdür. Direniş güçtür.  

Hiç bir siyasi hedefi olmayan salt ekonomik, mesleki vb talepleri için yapılan herhangi bir direnişin de siyasi etkisi olur. Bu direnme işinin doğasında vardır; Direnilebileceğini, direnmekten başka çare olmadığını, kazananın ancak direnenlerin olduğunu gösterir. Direnişin gücünü ortaya çıkartır. Direnene gücünün farkına vardırır. Bilinç yaratır. Çelişkiyi keskinleştirir, çatışmayı büyütür. Destekçisini, dayanışmacısını yaratır. Benzer sorun yaşayanları ortaya çıkartır. Saflaştırır. Saflaştıran direnişler büyür büyür… giderek artık o direniş kendi somut taleplerini çok çok aşan bir anlam bir içerik kazanır.

 Direnişlerin tamamı özellikle bu sonuç düşünülerek, yani  saflaşma yaratma, kitleleri harekete geçirme amacı ile yapılır. Kimi direnişler ise hesap edilenden, öngörülenden çok daha büyük etki, tasavvur edilemeyecek çapta bir sahiplenme yaratır. Bu konuda Yüksel direnişi çok önemli bir örnektir. Tek başına bir kamu emekçisi elinde bir A3 kağıdına yazılı dövizi ile başlattığı direnişin milyonları harekete geçireceği düşünülmüş müdür sorusu çok ilginç bir sorudur. Hele ki ülke sınırlarını aşıp tüm dünyada eşine ender rastlanacak bir sahiplenme yaratacağı öngörülmüş müdür sorusu çok daha ilginç. Ama sadece direnişin sürdüğü zamanda ortaya çıkan güçte değildir Yüksel direnişinin zaferi.  En az onun kadar önemlisi ; Nuriye Gülmen’in başlattığı Yüksel direnişinin bu gün onlarca direnişe ilham olmasıdır. Nuriye Gülmen’in açtığı o döviz sadece siyasi iktidardan işini istemek için açılmış bir dövizin çok ötesinde bir anlam kazanmıştır. 15 temmuz’dan sonra “OHAL’de direnilmez” anlayışını yerle bir etmiş, hak aramanın zamanının olmadığını, direnme görevinin ertelenemeyeceğini göstermiştir. Ve o açılan döviz ülkede, örülmek istenen korku duvarlarını yıkmış, halkın mahkum edilmek istendiği karanlığa ışık, milyonlara umut olmuştur.

Tüm direnişlerin taleplerinin muhatapları,  politikalarının tamamını işte bu oluşacak siyasi etkiye engel olmak üzerine kurarlar. Hakkını arayan biri veya birilerinin yaptığı eylemin yukarda bahsedilen sonucu yaratacağı korkusu tüm yaptıklarına yön verir. Direnişlerin tamamında bu böyledir. Direnmeyi seçenin karşısındaki güç baştan yeniktir.  Yani direneceğini ilan eden aslında zaferini ilan etmiştir. Bu noktadan sonra artık direnme kararını alanın karşısındaki güç kimse, devlet, patron, okul yönetimi, sendika ağası vb. yapmak isteyebileceği tek şey direnişi bitirmektir. Ondan başka çaresi olmadığını düşünür “haklı” olarak. Çünkü gerçekten direnen karşısında çaresizdir. Talebini karşılasa, direnişin yöntem olarak yaygınlaşmasına engel olamayacak, her önüne gelen direnecek !  Karşılamasa direniş uzadıkça büyüyecek,  büyüdükçe etki alanı genişleyecek, güçlenecek, güçlendikçe kendisi güçsüzleşecek.

Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın sürdürdüğü ölüm orucu, özellikle üzerinde durulması gereken bir direniştir.   Savunmanlıklarını icra yöntemlerinden dolayı, yapılan sözde bir yargılama ile aynı büronun 12 avukatına  toplamda 159 yıl ceza veriliyor. Avukatlar adil olmayan bir yargılamaya tabi tutulduklarını söylüyorlar ve bu konuda denilebilir ki yalnızca iktidar çevresi aynı fikirde değil.

Avukat savunur. Yaptığı iş budur. Savunduğu kişinin “işlediği iddia edilen suçla özdeşleştirilemez”.  Avukat eğer savunduğu kişilerden dolayı yargılanıyorsa, avukata “sen bu adamı savunuyorsun sen de suçlusun” denmiştir. Artık orada tartışılacak bir şey kalmamıştır. Kurulan mahkeme hükümsüzdür. Avukatlığın temel yasası yok sayılmıştır. 2018 yılında bu temelde açılan dava  için atanan mahkeme heyeti avukatların yaptığı tarihi savunma sonunda tüm avukatlar için tahliye kararı vermek zorunda kalmıştı. Ancak aynı gece, aynı mahkemeye tekrar bir karar çıkarttırılıyor. Buradaki karar çıkarttırılıyor ifadesini özel olarak kullanıyoruz. Açıktan mahkeme heyeti tehdit edilmiş, aldıkları karardan sadece bir kaç saat kadar sonra gece yarısı toplanan mahkeme heyetine talimatı  verilmiş “tutuklama amaçlı yakalama emri” gibi ceza yasasında bulunmayan bir karar çıkarttırılmıştı. AYNI GECE ! Ve yakalayabildikleri avukatları tekrar hapishaneye kapattılar. Çıkartılan yakalama kararının hukuksuzluğunu ve keyfiliğini tanımayan avukatlar da oldu. Ve bu avukatlar aranır durumda olmalarına rağmen haklar mücadelesinin orta yerinde işlerinin başındaydılar. En son Özgür Yılmaz ve Süleyman Gökten de tekrar gözaltına alınıp tutuklandılar.  

Avukat savunur dedik. Yaptığı iş budur. Ayrıca kurulan mahkemede, savunmanlığını yaptıkları davalar da iddianemelere suç olarak gösterildi. Ve açıktan “nasıl savunursun” diyerek cezalandırıldılar. Bunların en başında Nuriye Semih davası diyebiliriz. Zaten tüm büro avukatları 12 eylül tarihinde yine kendi kanunlarına aykırı bir şekilde Hukuk Büroları polis tarafından basılarak gözaltına alınıp tutuklandılar. Bu tarihin Nuriye ve Semih’in mahkemelerinin görüleceği 14 eylül tarihinden 2 gün öncesine denk gelmesi tabii ki tesadüf değildi.

Sonra Soma davası !  Sadece bu avukatlar yaşanan katliamın baş sorumlulusunun siyasi iktidar olduğunu savunuyorlardı. Ve bu konuda yaptıkları savunma öylesine güçlüydü ki, AKP Soma davasında defalarca savcı ve mahkeme heyeti değiştirmek zorunda kalmıştır.

Polis kameralarında açıkça görünen Dilek Doğan davası da suç olarak sunulan bir diğer dava.

Ve tabii ki haziran direnişinde polisin öldürdüğü Berkin Elvan davası. Onca engellemelere, mahkemelerin, polisin, adli tıbbın, savcılığın tüm keyfiliklerine, hukuksuzluklarına karşı kelimenin tam anlamıyla hukuk savaşı vererek Berkin’in katilinin açığa çıkartılması, kaza değil hedef alarak Berkin’in vurulduğunun ortaya çıkartılması…

İşkence davaları, Engin Çeber, Hasan Ferit Gedik, Çorlu tren katliamı, Roboski katliamı gibi davalarda gerek asli gerekse müdahil avukatlık yapmışlardır. Avukatların savundukları davalardan dolayı yargılandığı mahkemeler açıktan “nasıl savunursun” diyerek “ibret-i âlem” için cezalandırıldıkları mahkemelere dönüşmüştür. İbret-i alem’deki “alemi” siz avukatlar diye okuyun. Avukatlara ibret olsun ve hizzaya gelsin diye cezalar yağdırıldı devrimci avukatlara.

Halka karşı sürdürülen savaşta halk için avukatlık bitirilmelidir. Halk için avukatlık yapanların başına nelerin geleceği gösterilmelidir ki kimse bu tarz avukatlığa yeltenmesin, meyletmesin.  Bitirilmek istenen sadece devrimci avukatlık değildir. Barolara yapılan saldırının ilk adımı, devrimci avukatlara yapılanlardır. Saldırı devrimci avukatlarla sınırlı kalmamış, tasfiye operasyonu muhalif, demokrat avukatları da hedefe koymuştur. AKP’nin avukatlık mesleğini devlet memurluğuna dönüştürme girişimine karşı devrimci avukatların direnişi barikat olmuştur.

Bu yüzdendir ki HHB ve ÇHD avukatlarına yapılan adaletsizlik, tümüyle avukatlık mesleğine yapılmıştır. Bu saldırı öyle hafife alınacak, küçümsenecek bir saldırı değildir. lk defa olmamıştır evet. Ama avukatlığa yapılan saldırıların böylesine aleni, böylesine pervasızı olmamıştır. Yapılan saldırı asıl olarak, devrimci avukatlığı bitirmeye yöneliktir.Bunun bilinmeyen bir yanı yoktur.  Devrimci avukatlığı susturmaya ve bitirmeye yönelik saldırının bu seferki biçimi, kullanılan yöntem, usül… tüm avukatları ilgilendirmektedir.  İşte bundandır ki  Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın başlattığı direniş kendi taleplerinin ötesinde bir muhtevaya sahiptir. Ve seçtikleri direniş şekli olan ölüm orucu, yapılan saldırının büyüklüğüne denk düşecek ciddi ve güçlü bir direniştir.  

Bugün “AKP tüm yargıyı dizayn etti, şimdi de savunmayı susturmayı amaçlıyor” cümlesi sıkça tekrarlanıyor. Bu durum yeni değildir. Ancak savunmanın susturulması amaçlanırken ne barolardan ne de avukat örgütlerinden ciddi bir karşı çıkış, saldırıyı püskürtmeyi hedefleyen bir direniş olmamıştır. Baroları bugün bir iki açıklamanın dışında bir şeyler yapmak zorunda bırakan bu direniştir. Direniş saldırının kapsamını gözler önüne sermiştir. Baroların tarihinde rastlanılmayacak ölçüde eylemlilikler hayata geçiriliyor.  İki avukatın  ülkede yaşanan adaletsizliklere karşı yaptığı ölüm orucu  yol açıcı olmuş, gelinen aşamada artık barolar dahi susamayacak duruma gelmiştir.

Yazımızın başlığı yaşanılan süreci çok sade bir şekilde özetlemektedir. Evet Ebru ve Aytaç’ın yaşaması taleplerinin karşılanması ile mümkündür. Ve Ebru ve Aytaç’ın talepleri sadece kendilerinin değil tüm avukatların talebidir. Bugün gelinen eşik sadece HHB veya ÇHD için değildir. Ebru ve Aytaç’ın yaşaması avukatlık mesleğinin kazanması anlamına gelmektedir.

Tüm direnişler gibi iki avukatın direnişi de zaferler kazanarak büyümeye devam ediyor. Ülkedeki avukatların tamamını adaletsizlikler karşısında radikal eylemler yapmasını sağlaması, faşizmin karşısında avukatlar cephesinde yarattığı saflaşma zaferdir. Ancak asıl zafer faşizmin keyfiliğine karşı kazanılacak zafer olacaktır. Bu ancak EBRU ve AYTAÇ  yaşatılabildiğinde bu mümkün olacaktır. Tersi durumda kaybedecek olan Ebru ve Aytaç veya HHB olmayacaktır. Tüm savunma olacaktır. Bu konuda Ebru Timtik “Ölüm orucunu ben tercih etmedim. Halkın avukatlarını ölüme yargı mekanizması mahkum etti. Mesleki ve siyasi olarak bizi öldürmek istedi. Ben sadece bunun şekline karar verdim” demişti.

Avukatlık mesleğinin -mevcut statüsü ile dahi- geleceği bu direniştedir. Baroların eylemlerinin bir çok talebi olabilir. Bu taleplerin merkezine Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın talepleri koyulmalıdır. Hem de sadece “taleplerini karşılayın” diyerek değil; “talepleri taleplerimizdir, karşılayın” temel sloganı ile.   HHB ve ÇHD’li avukatların serbest kalması bugün tüm avukatların onur meselesidir. Halkın avukatlarına verilen mahkumiyet tüm avukatların bileklerinde şakırdayan zincirdir.  Ebru ve Aytaç’ın yaşaması tüm avukatların onur meselesidir. Yoksa avukatlar için baro başkanının söylediği gerçek kaçınılmazdır: “Ebru ve Aytaç’ı yaşatmazsak, kaybetmişiz demektir!”.

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.