Hayattan daha değerli ne var?

Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal, adalet talebiyle, adil yargılanma talebiyle ölümü göze almış durumdalar. İmtiyaz istemiyorlar. Dokunulmazlık istemiyorlar. Adil yargılanma istiyorlar. Adalet istiyorlar. Onların ve yoldaşların eylemlerini bırakmasını istemeye utanırım çünkü onları yargılayanların sorumluluğunu gözden kaçırmak olurdu bu.

Hayattan daha değerli ne olabilir? İnanç? Ahlak? Onur? Sevdikleriniz? Saydıklarınız? Ülkeniz? Bayrağınız? Şarkı söylemek? Dans etmek? Özgürlük? Eşitlik? Her biri, bir şekilde “hayattan daha değerli” olarak görülmüş, gösterilmiş, önerilmiştir. Soruyu daha da somutlaştırırsak: Başkasının hayatından değil, kendi hayatınızdan daha değerli ne olabilir? Yine yukarıdakiler dahil birçok cevap mümkündür, zaten verildi ve veriliyor da. Cevapların hepsi kritik ana kadar havada kalır, yani hayattan vazgeçme anına.

Bu günlerde böyle bir cevap var: Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal, ölüm orucunda kritik günlerdeler. Bir taleple ölümü göze almış görünüyorlar, adil yargılanma talebi. Demek ki Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal için hayattan daha değerli bir şey var, o da adalet. Başkalarının hayatından değil, kendi hayatlarından. Adil yargılanma olmayacaksa yaşamayacağız diyorlar. Adalet yoksa biz öleceğiz diyenlerle aynı yurttaşlık bağını taşıyoruz. O halde onları öldürecek adaletsizlik bizi de yakından ilgilendiren bir adaletsizlik. Elbette, yurttaş olmasaydık daha önemsiz olmayacaktı talepleri fakat yurttaşsak, yaşadığımız yerde, yaşadığımız toplumda, yaşadığımız siyasal birlik altında bulunuyorlar demektir. Yaşadığınız yerde, yaşadığınız toplumda, yaşadığınız siyasal birlik altında biri için adalet yoksa kimse için yoktur. Adaletsizlik, bize dokunmadığı sürece bin yaşayacak bir yılan değildir, sadece ısırdığı kişiyi öldürmez onun zehri. Onun zehri birini ölüme sürüklediği zaman, kalanlar için aynı tehlikeyi güçlendirmekle kalmaz, kalanları o ölümün failleri arasına sürükler. Kimi yerlerde hadis olarak yani Hz. Muhammed’e atfen söylenen, kimi yerlerde Hz. Ali’ye atfedilen ünlü kelamı kibar, adaletsizliğin sadece uğradığı kişiyi değil kalanları da zehirlediği bilgisine yaslanır esasen: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Adaletsizlik, kalıcılaşmış haksızlıktır.
Hayatı en üstün değer olarak tutmaya hazır ve razı olmak, en üstün hayatın nasıl bir hayat olduğu sorusuna engel olmadığı gibi onu davet de eder: Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal, adaletsiz bir hayatın kendileri için yaşanacak bir hayat olmadığını söylüyor. Onları haklı ya da haksız bulmak hadsizliğine girmeyeceğim, adaletsiz yaşamayı kabul etmeyen insanlarla yurttaş olmak esasen bir üzüntü ya da kaygı değil bir sevinç ve neşe kaynağı olmalı. Meğer ki o insanlar ölmesin, yaşamaya devam etsin, çünkü ölümleri sadece üzüntü ve kaygı üretmekle kalmaz, adaletsizliği pekiştirmeyi de getirir.

Esasen, yaşamdan üstün tutulan değerlerin değer kattığı, yücelttiği şey yine yaşamdır. Şimdiye kadar yaşamdan üstün tutulmuş değerler sorusuna verilmiş cevaplardan (onur, inanç, ahlak, özgürlük, eşitlik, sevilenler, sayılanlar, ülke, toprak, bayrak…) hiçbiri adaletin kapsayıcılığına, kurucu gücüne ulaşamamıştır muhtemelen.
Adaletsizliğe razı gelmek onur kırıcıdır. Adaletsiz inancın ulaşacağı yer zalimliktir. Adaletsizlik ahlak kurmaya izin vermez. Eşitlik, eşitsizlikte ikamet eden adaletsizlikten sıyrılma talebidir. Özgürlük, kurumsallaşmış adaletsizliklere karşı özgürlüktür; adaletten ve adaletsizlikten sorumlu olmayı kabul etmeyi gücüdür. Sevdiklerinizi adaletsizlikle korumaya kalkarsanız, onları da bulacak daha ağır bir adaletsizliği güçlendirmekten başka bir şey yapmış olmazsınız. Adaletsiz ülke, zalim siz değilseniz kötü bir yaşamdan fazlasını vaat etmez.

Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal avukatlar. Ülkede adaleti sağlama görevini üstlendiğini iddia eden “yargı teşkilatı”nın, siyasal varlığın üç temel gücünden yargının birer mensubu her biri. Devletin yargısı, devlet bürokrasisinin yargı teşkilatı aslen adaleti tesis ya da tecelli ettirmekte, dağıtmakta pek şöhretli kurumlar değildir; sadece Türkiye Cumhuriyeti için değil, diğer devletler için de adaletten çok adaletsizlik bu kurumların temel ürünüdür. Fakat yine de bu kurumlarda bir adalet ihtimali varsa bu ancak savunma hakkının, savunma imkanının güçlü olduğu, saygı gördüğü, etkin iş görebildiği yerde vardır. Timtik ve Ünsal, adaletsizliğin değil adaletin tecellisi için çalışmaya söz vermiş geleneklerin avukatları arasında yer alır. Ekonomik, siyasal, kültürel egemenlerin değil, halkın avukatı olma taahhüdü ile mesleklerini yürüten isimler. Şimdi adalet talebiyle, adil yargılanma talebiyle ölümü göze almış durumdalar. İmtiyaz istemiyorlar. Dokunulmazlık istemiyorlar. Adil yargılanma istiyorlar. Adalet istiyorlar.

Onların ve yoldaşlarının eylemlerini bırakmasını istemeye utanırım, çünkü onları yargılayanların sorumluluğunu gözden kaçırmak olurdu bu. Her şeyden önce tahliye edilmeliler ve zaten yurttaşlık temel hakkı olan adil yargılama güvencesi verilmeli. Yurttaşlar olarak hepimizi yargılayan ve yargılayacak olanların sorumluluğudur adalet kapısına yönelmek: Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın tahliye edilmemesinin önünde hiçbir hukuki engel yok, bilakis hukuk tahliye edilmelerini emrediyor. Bu emre uymayan yargı mensupları ve onları yönlendiren siyasal otorite, yurttaşlar olarak bizi dilsiz şeytanlık yapmakla adaletsizliğe uğramış mahkumlar olmak arasına sıkıştırmaktan başka bir şeyi hedeflemiyor. Biliyorlardır ama tekrar edelim: Zulmü artan tez zeval bulur, birkaç dünya günü daha iktidar kalsa bile…

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.