Özü sözü bir, teorisiyle pratiği uyumlu bir önder: MAHİR (2. Bölüm)

Mahir’in Mahir Oluşu…

Mahir Çayan’ın önderliğinde gelişen mücadelenin Türkiye solunun o güne kadarki çizgisi açısından bir “kopuş” oluşturduğu konusunda kimsenin şüphesi bir itirazı yoktur.
Fakat Mahirler’de somutlanan “kopuş”, sadece devrimin yoluna, stratejisine ilişkin değildir.
Devrimci kimdir, nasıl yaşar, nasıl savaşır, nasıl düşünür; Mahir ve yoldaşları, bütün bu sorulara da kendilerinden önceki soldan farklı cevaplar vermişler ve bu açıdan da yeni bir çizginin, yeni bir geleneğin yaratıcısı olmuşlardır.


Bunun bir devamı olarak Mahirler’le birlikte yeni bir önderlik anlayışı ve tarzı gelmiştir sola. “Önderler masa başında oturmazlar” sözlerinde ifadesini bulan bu tarz, esas olarak revizyonist, reformist soldaki mülteci veya masa başı önderliklere, salon sosyalistliğine de bir eleştiriydi.
Kızıldere’de artık Türkiye halklarına kurtuluş yolunu gösteren, iktidarı isteyen bir devrimci önder vardır.

1963’ten 1972’ye, bir öğrenci eyleminden devrimin önderliğine uzanan süreç, Türkiye solunun teorik ve pratik olarak en yoğun dönemlerinden biridir.
Bu dönem, Mahir’in MAHİR oluşunun, “Yolumuz Çayanların Yoludur” diye slogana dönüşecek bir gelişimin gerçekleştiği bir dönemdir.

Otoritelere, Statülere Meydan Okuyan Genç Önder
Zorlu bir savaş vardır genç önderlerin önünde. Aşmaları gereken “otorite”ler, hesaplaşmaları gereken 50 yıllık gelenekler vardır.
FKF’nin adının Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonları olarak değiştirildiği 4. Kurultayı’nda yaptığı uzun konuşma ve Aydınlık’ın 1970 Ocak sayısında yayınlanan “Sağ sapma, Devrimci Pratik ve Teori” yazısı, onun teorik gelişimindeki en önemli dönüm noktalarındandır.

Bu teorik gelişme daha sonra yeni bir kopuşun ve Türkiye Devriminin yolunun netleşmesi açısından belirleyici olan “Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık mektup”la devam etti.
Her alanda kıyasıya bir mücadele içindedir.
Zorlu bir savaş vardır genç önderlerin önünde. Aşmaları gereken “otorite”ler, hesaplaşmaları gereken 50 yıllık revizyonist statüler ve gelenekler vardır.
Reformizm, parlamenterizm, cuntacılık ve nihayetinde lafazanlık, o günün solundaki hakim eğilimlerdir. Bir yandan bunlara karşı müthiş zorlu bir ideolojik kavga sürdürülürken, bir yandan da bu ideolojik, teorik gelişmeye paralel olarak bir pratik ortaya koymak durumundaydılar.


Öğrenirken öğretecekler, yol açarken, açtıkları yoldan ilk kendileri yürüyeceklerdi. Devrimci yaşam da, devrimci eylem de bu pratiğin bir parçasıydı.
Mahir Çayan’ın, teoride ve pratikte attığı hemen her adım Türkiye solu açısından bir “ilk”tir. Bu da Mahir’in Mahir oluşunun köşe taşlarından biridir.

Devrimcilik Kavramının İçi Doluyor
Mahir’in önderliği, ideolojik ve pratik kavganın içinde pekişmiş bir önderlikktir.
Mahir, 8 Kasım 1965’te SBF Fikir Kulübü ikinci başkanı olmuştu. 19 yaşındaydı. TİP içinde TİP’in parlamenterizmine, reformizmine karşı eleştirileri o dönemden başlamıştır.


Bu çizginin alternatifi –hem teorik, hem pratik anlamda– proleter devrimcilik olmalıydı.
Bu dönem Mahir’in TİP’e karşı yürütülen mücadelede “proleter devrimcilik” kavramını yoğun olarak kullandığı görülür. Sorun, bir anlamda bu kavramın içini doldurmaktır.
Her şey tartışma konusuydu; devrim nedir, devlet nedir, ülkemizin sosyo ekonomik yapısı nedir, emperyalizmin ilişki ve çelişkileri ne durumdadır, ülkemizde sınıfların yapısı, aydınların, kemalizmin durumu… kısacası her şey!
Doğal ve olması gereken de buydu. Çünkü her şey birbirine bağlıydı ve devrimci çizginin netleşmesine bağlı olarak tüm bunlar yeniden şekillenecekti.

“Çok Okuyordu”


Mahir Çayan, bu soruların cevaplarını bulmak istiyordu. Verilmiş cevapların yetersiz geldiğini pratikte görüyordu. Bu anlamda çok yoğun bir biçimde Marks’ın, Lenin’in kitaplarını okuyor, dünyanın çeşitli ülkelerindeki muzaffer devrimlerin tecrübelerini inceliyordu. Mahir’le aynı süreci paylaşanların ona ilişkin gözlemlerinden birinin mutlaka “ “çok okuyordu” şeklinde olması tesadüf değildir ve bu gelişigüzel bir okuma değildir. Okuyor, tartışıyor, makaleleriyle, tavırlarıyla tartıştırıyordu da.
O günün teorik ideolojik ortamında bir yandan “kimin ne dediğinin, neyi savunduğunun belli olmadığı” tam bir kaos hali vardı, diğer yandan parlamenterizm, cuntacılık, şablonculuk, tüm düşüncelerin sınırlarını belirliyordu. Asıl sorun en başta düşüncede bu sınırları yıkabilmekti. Sınırlar yıkıldığı ölçüde teorik gelişmenin önü açıldı, “teorik keşmekeş” ortamında Mahir’in her yazısı, bir binayı kat kat yükselten, bir yolu adım adım aydınlatan bir rol oynuyordu.


Dönemin Çarşamba TİP Başkanı İsmet Öztürk’ün şu sözleri bu durumun tipik bir göstergesidir: “Mahir Çayan’ı ben ilk defa Aydınlık Dergisi’nin 15. sayısında çıkan yazısıyla tanıdım… Daha sonra Mahir’in 20. sayıdaki yazısı da çıktı ve bu yazılar bizi adeta büyüledi… MDD’ci olmuştuk ama onun da genel formülasyonları ne bize heyecan veriyor, ne bizi tatmin ediyor, ne de yeterli bir umut verebiliyordu. Özcesi tam bir tıkanıklığın arayışı içindeydik. İşte Mahir Çayan tam da bu tıkanıklığa çözüm ve arayışlara cevap verecek halkayı yakalamıştı.”

Kendi Beyniyle Düşünen, Kendi Ayaklarıyla Yürüyen Yeni Bir Gelenek
Türkiye Solu’nda o zaman özellikle SBKP’ye (Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne) yönelik oldukça yanlış bir yaklaşım vardı. TKP ve aynı gelenekten gelenler için SBKP politik, ideolojik her bakımdan bir “merkez” olarak kabul edilmekteydi. Ancak Mahir’in ideolojik mücadele içinde çıkardığı sonuçlardan biri de Türkiye devriminin şablonculukla, Sovyet veya başka bir Komünist Parti’nin merkez kabul edilmesiyle ilerleyemeyeceğiydi. Bu anlamda da hiçbir kaygıya kapılmadan, hiçbir pragmatik hesap yapmadan, ülkemizde ve uluslararası siyasal arenada yıllardır şekillenmiş bir geleneğe baş kaldırdı.


Mahir Çayan’ın siyasal cüretinin en önemli göstergelerinden biridir bu da.
Mahir, teorisyendir teorisyen olmasına. Fakat o güne kadar ki “teorisyenlik” kalıbına da girmez. Teorik olarak kendini geliştirirken, şablonculuktan, soyut tartışmalardan, entellektüel çıkışlardan özenle kaçınmıştır. Çünkü… çünküsünü de Mahir şu sözleriyle çok öğretici biçimde ortaya koymuştır:
“Biz Marksizmi, entelektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz.
Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiyesinde devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz.”

Böyle olduğu içindir ki, şu veya bu ülkenin devrim modelini, stratejilerini ülkemize taşımaya hiç girişmemiş, tam tersine ülkemizin özgün sosyo-ekonomik yapısını tahlil ederek, devrim yolunu buradan hareketle netleştirmiştir. Devrimci hareketin geleneğinde teorinin pratiğe ışık tutması, teoriyle pratiğin bütünlüğü Mahir Çayan’la başlamış ve süregelmiştir.

Zorlu bir ideolojik savaş…


Parlamenterizmden kopuş ve MDD’cilik… MDD içinde ilk saflaşma, Perinçek grubundan kopuş… MDD içinde Mihri Belli çevresinden kopuş… Küpeli Aktolga ihanetine tavır… Kuşatmalar, şehitlikler, tutsaklıklar, firarlar… Sık sık karşılarına çıkan yol ayrımları ve her yol ayrımında ihtilalci olanda ısrar.
Mahir işte tüm bu süreçlerdeki ustalığıyla, bu yol ayrımlarındaki tereddütsüzlüğüyle, devrimi ve iktidarı esas alan bakış açısıyla, adım adım önderlik konumunu pekiştirmiştir. Büyük ve zorlu bir kavganın içinde hak edilmiş, sınanmış bir önderliktir Mahir’inki.
Mahir Çayan’ı doğru tanımanın, doğru anlamının yolu, onu ideolojik mücadelesiyle, devrimin yolu stratejisiyle kişiliği, eylemleri, düşünce sistematiği ile bir bütün olarak ele almaktır. Onun siyasal cüretini stratejisinden, devrimcilik anlayışını ülke tahlilinden, önderlik tarzını sosyalizm anlayışından ayrı düşünemezsiniz.

Kuşku yok ki Mahir Çayan bugün bir kişi olmanın ötesinde, bir siyasi çizginin önderi ve simgesidir. Onun ve Kızıldere’nin adı, Türkiye devrimiyle özdeşleşmiştir.


Dönemin Tanıklarından İzlenimler:

“Şu sözünü çok iyi hatırlıyorum, ‘Biz genciz. Biz düzenle bağlantı içinde değiliz.’… Ciddiyetiyle dikkatimi çekmişti… söylediğini belli bir kesinlik ve iyi ifadelerle, düzgün cümlelerle, kesin, net aktarmaya çalışan birisi izlenimi veriyordu. Mahir’in konuşmasında bir… politik irade netliği vardı.”
(Necmiye Alpay, aktaran Turan Feyizoğlu, Mahir, s.29)

“Konuşma isteğinde bulunan üniversitelilerden çoğunluğu Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndendi. Sözcüleri iyi yetişmiş, terbiyeli ve sempatik etki yapan, enerji dolu, ama ölçülü bir gençti… konuşmuş, dinlemiş, olayları tartışmıştık… Genellikle bir kişi konuşuyordu… grubun sözcüsünün yüzü ve konuşmaları unutulacak cinsten değildi…
İki yıl sonra, bir gün o hiç unutamadığım yüzün fotoğrafını bir gazetede gördüğüm zaman donup kalmıştım. Mahir Çayan’dı bu…”

(Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş, Atatürk’ten 12 Mart’a Anılar, C.4, S. 1910-1912)

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.