ÖYKÜ : “Duydunuz mu? S, Y tiplerinde güneş yasak. BİZİM GÜNEŞİMİZ DİRENİŞTİR.”

Bu öykü haftalık siyasi dergi Halk Okulu’nun 199. sayısından alınmıştır.

“Yine mi açlık grevi, ölüm orucu abi?”

“Evet yine…”

Uzun bir sessizlik oldu evde. Umut bebeğin derin nefes alışverişleri duyuluyordu.

Adem, Sevda’ya bakıp düşünüyordu. Onu uzun zamandır aksattığını biliyordu.  Küçücük gözlerinde büyük ışıltılar taşıyan, bir ayağını düzenden çekip almakta zorlandığı halde büyük iddiaların bir parçası olmak için yanıp tutuşan bu kıza ne olmuştu? Anne olmuştu Sevda…

Bir zamanlar kurduğu hayallerle yaptığı tercihlerin sonuçları arasında dağılıp un ufak oluyor, umudun adının ritmi ile atan yüreği, kiminle kavga edeceğine, bu hesabı kime keseceğine karar veremiyordu. Bu yeni koşullarda savaşa nereden, nasıl başlayacağını bilemiyor, bu da Sevda’nın hırçınlaşmasına neden oluyordu. Yoksa böyle saygısızca bir soru sorar mıydı o?

“YİNE Mİ AÇLIK GREVİ ABİ?..”

Mesele bir eve sık gidip gelmekte değilmiş diye düşündü Adem. Bunu daha iyi anlıyordu şimdi. İnsan emeğinin peşine düşmeliydi. Onu bir inci tanesi gibi kabuğundan çıkardıktan sonra da işlemeliydi. Emeğine yabancılaşmak, o insana dair bir program bir hedef taşımamak, o hedef için çalışmamaktı. Sevda’ya dair hedefleri yine vardı, onlardan vazgeçmiş değildi ancak bir zamanlar birlikte çizdikleri yıldızın ışıltısı sanki silikleşmişti. Oysa çok değil üç sene önce Grup Yorum’un kahramanları Helin ile İbrahim’i beraber sonsuzluğa uğurlamışlardı.

Umut bebek o zaman ufukta bile yoktu. Sevda, kıpkırmızı burnunu çekerek fakat gözünden tek damla yaş süzülmesine izin vermeyerek Helin’in başında ant içiyordu. Elinde sımsıkı tuttuğu kırmızı bir kazak vardı. Helin’in kazağı…

İncecik dudakları kıpır kıpırdı mezar başında… Adem tanıyordu Sevda’yı, Helin’le ne konuştuğunu gayet iyi biliyordu. Bu kazağı, halka büyük ışıltılar yayacağımız gün, hesap günü giyeceğim, diyordu.

Çaylar büyük sessizliğin içinde yudum yudum içildi. Sıkıcı, ağır havayı Umut bebeğin ağlaması yırtıverdi. Sevda koşup bebeği ile ilgilendi. Adem, bir süre evin duvarlarındaki resimleri inceledi.

“S tipinde güneş görmüyormuş hücreler öyle mi abi?”

Sevda, Umut’u emzirmiş, altını değiştirip gelmişti.

“Evet, güneş almıyor, hava akışı bile yok. Mekan çok dar. Havalandırmaları yok. Çamaşırlarını kurutacakları bir alanları yok. Günün 23 saatini bu dar tecrit hücresinde geçirmeye zorlanıyorlar.”

“Yani her günleri hücre cezası almış gibi geçiyor öyle mi?”

“Aynen öyle…”

“Duvarlarına güneş bile vurmayan bir hapishane… kuyunun dibi yani…”

“Evet Sevda ve biz, Spartalılar gibi gölgede savaşmasını da biliriz… 84’te 4 karanfille savaştığımız gibi.”

“Bizimkilere güneşi bile yasakladıkları o günlerde, Sevgi Erdoğan kızıyla Metris hapishanesi önündeydi değil mi abi?”

Umut bebek, annesinin kucağında mızmızlanıyor, kaşlarını çatıp kıpkırmızı kesilerek yere düşen emziğini istiyordu.

Adem, Sevda’nın yüreğinde kopan fırtınada, duygularını doğru limana çıkaracağından emindi. Gülümsedi:

“Öyle, dedi,  Sevgi ablalar işkencelerin, irin akan yaraların, tek tipleştirme saldırılarının önünde barikat olmuşlardı. Koskoca bir ülkenin üzerine çekilen karanlığı analar yırtıp atmışlardı. Biricik evlatları için…

Bak, biz de analarla, babalarla, kardeşlerle günlerdir sokaklardayız direnişçilerimiz için… Çünkü biliyoruz Sevda, Helin’le, İbrahim de nasıl biliyorsak öyle biliyoruz. Bu bir başına tecrit meselesi değil ki… Bir imha politikası… Ezme, yok etme saldırısı… Hayvan bağlasan durmaz diyor tutsaklar. Bunlar hapishane değil hayvan kafesleri…

Bunun için işte Sevda… bunun için yine açlık grevleri…

“Hani lisedeyken bana bir kitap okutmuştun abi… Vietnam’daki kaplan kafeslerini anlatıyordu. işkenceleri ve direnişi… o kafesler şimdi bizim için mi?…”

Umut bebek annesinin kucağında yeniden uykuya dalmıştı. Adem uzanıp başını okşadı bebeğin.

“Evet dedi, kitaptaki gibi yine bir direnme savaşı vermek zorunda değil miyiz? Bir saldırı olduğunda biz ne zaman cevapsız kaldık ki?

Bizim sorularımız bunlar olmalı Sevda… içerideki direnişçi açlığıyla vuracak düşmana, biz dışarıda yapacaklarımızla…

Yine Destek Açlık Grevlerine başladık, daha fazlasını yapacağız. Yine afişler asacak, bildiriler dağıtacağız. Yine imza toplayacağız. Aydınlarla, gazetecilerin kapısına yine dayanacak, onları bu direnişe ses olmaya çağı racağız. Devasa pankartlar sallandıracağız İstanbul’un orta yerinde… Ankara’ya yürüyeceğiz on beşinci kez… tutsakların seslerini milyonlara ulaştıracağız. Onlar için fidanlar dikecek, uçurtma şenlikleri yapacağız.”

“Ya güneş… güneşi görmeleri için ne yapacağız?”

Sevda o gece hiç uyumadı. Bilgisayar ışığının önünde çalışıp durdu. Umut bebek de huzursuzdu.

Adem’i uğurladıktan sonra yemeğini yapmış akşamüzeri de Umut bebeği arabasına koyup kendini sokaklara vurmuştu. Tutsaklar Açlık Grevinin 112. günündeydi. Tam 112 gündür “yine mi açlık grevi” diye sorup dudak bükmüştü. Alev saçlı kızlar, Şafak gözlü delikanlılar, Bahtiyar savaşçılar neredeydi?

Ne zaman, ne zaman yeniden çıkıp geleceklerdi?

Ne zaman onu da aralarına katıp kızıl atlarıyla geçip gideceklerdi?

Parkta kendisi gibi oturan genç anneleri tek tek süzdü. DİRENİŞ, ÖLÜM, YAŞAM kitabını düşündü. Yaşam kelimesinin neden ölümden sonra geldiğini bu kitabı okuyunca anlamıştı. Nedim Öztürk ile Nurettin Kaya Açlık Grevinde hergün her saat ölüyordu. Ne için?

Umudu, onuru, adaleti, hasreti, direnişi, sevdayı, yoldaşlığı, öfkeyi, kavgayı ve tüm bunlarla beslenen, büyüyen, süren o büyük iddiayı yaşatmak için… Buradaki annelerin belki de hiçbiri bunları bilmiyordu.

Akşam inerken kendini bir kırtasiyenin önünde buldu. Bebek arabasını ittire ittire, içeriye yüzünde kocaman bir gülümseyişle girdi.

İşte o gece, bilgisayar ışığının önünde, kırtasiyeden aldığı kartların üzerine kocaman alevler saçan güneşler çizdi… ve altına büyük harflerle şunları yazdı:

“DUYDUNUZ MU?

S, Y TİPLERİNDE GÜNEŞ YASAK!

BİZİM GÜNEŞİMİZ DİRENİŞTİR!

S, Y TİPLERİ KAPATILSIN!ÇOCUKLARIMIZ KUYULARA ATILMASIN!”

Yarın ilk iş Umut’la mahalledeki parkları dolaşacak, bu kartları tüm annelere dağıtacaktı.

Ağustos 2023

Sosyal ağlarda paylaşın