NEDEN AÇLIK GREVİ? NEDEN ÖLÜM ORUCU?

Bölüm 4

Adalet İçin Ölüm Orucu, Adalet İçin Açlık Grevleri;
Dört Bir Yanı Saran Adaletsizliğe Karşı Ölümüne Adalet İsteği!

Önceki bölümde, 12 Eylül Amerikancı faşist cuntasının hapishanelerinde bir yanda yaratılan görkemli direnişi, ’84 Ölüm Orucunun dört kızıl karanfili Apo, Fatih, Hasan ve Haydar’ı; öte yanda direnmemenin yarattığı teslimiyetçiliği anlattık.

3. Bölüm'den kısa bir hatırlatma


Cunta sonrası da ülkemizde hapishaneler, dönem dönem direnişlerle, devletin baskı ve katliamlarıyla gündeme geldi
1996’nın Mart ayında uzunca bir dönem yaşanan “hükümet krizi” sonuçlandırıldı ve ANAP-DYP koalisyonu olan ANAYOL hükümeti kuruldu. ANAYOL hükümeti; devrimci hareketi bitirme, halka karşı topyekün savaşı örgütleme misyonuyla iş
başına geldi.

Kontrgerilla şefi Mehmet Ağar’ın Adalet Bakanlığı’na getirilmesi ise halka yönelik saldırıların hapishaneler cephesinde de şiddetli bir biçimde yaşanacağının göstergesiydi.
Ülkemizde oligarşinin devrim korkusu hiç bitmedi ve hiç bitmeyecek. Oligarşinin devrim korkusunu bastırma yöntemi; daha fazla terör, baskı, sindirme
ve yozlaştırma olmuştur.


1996 yılında iki önemli olay yaşandı. Birincisi 12 Mart Gazi Ayaklanması’nın yıldönümü, ikincisi ise 1 Mayıs’tı. Oligarşi saldırı planını 1 Mayıs’ta devreye sokarken, ummadığı bir cevapla karşılaştı. 1 Mayıs’ı provoke etme planı alanda
bozuldu. Alanda verilen üç şehide rağmen 1 Mayıs coşku ve kitleselliğinden bir şey kaybetmeden kutlandı.
Özellikle Cephe kortejinin kitleselliği, oligarşiyi korkutan etkenlerin başında geliyordu. Bu kitlesellik mutlaka sindirilmeli, geriletilmeliydi. Emperyalist tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin istikrarı için bu zorunluydu.

6 Mayıs Genelgesi…
Oligarşinin İlk Hedefi,
Devrimci Tutsaklar!
Bu aşamada oligarşi, taktiğini 6 Mayıs Genelgesi ile açıkladı. 6 Mayıs Genelgesi ile,
daha önce direnişlerle kapattırılmış olan ve “tabutluk” olarak tanımlanan Eskişehir Hücre Tipi Hapishanesi yeniden açılıyor, bununla birlikte sürgün ve itirafçılaştırma politikası devreye sokularak saldırı başlatılmış oluyordu.
Faşizmin saldırısının bir yanı; yıllardır teslim alamadığı, devrimin okulları haline gelmiş hapishanelerdeki örgütlülüğü parçalayarak, tutsakları birbirinden tecrit ederek, itirafçılığı dayatarak ve hapishaneleri kendi düzeni açısından bir ‘tehlike’ olmaktan çıkarmaktı.


Ancak bu saldırının önemli bir diğer yanı ise
TUTSAKLARIN SİYASİ KİMLİKLERİNE, ONURLARINA YÖNELİK SALDIRIYA DİRENİŞLE KARŞILIK VERECEKLERİ GERÇEĞİ ÜZERİNE KURULMUŞ OLMASIYDI.
Yani işbirlikçi oligarşi taktiğini; hapishanelerde direnen tutsaklara, dışarıda onları sahiplenen halka üst boyutta sistemli bir saldırı dalgasıyla cevap vererek devrimci hareketi ciddi bir yenilgiye uğratma ve halka gözdağı vererek sindirme üzerine kurdu.


Böylesine kapsamlı bir saldırıya karşı alınacak tavır da elbetteki ülkemiz devrim tarihi açısından son derece önemli, belirleyici olacaktı. Bu boyutta bir saldırının şehitler vermeden geri püskürtülmesi mümkün değildi. Cepheli tutsaklar saldırının da, ödenmesi gereken bedellerin de bilincindeydiler.
Düşmanın bu politikasına karşı devrimcilerin nasıl bir politika belirleyecekleri çok önemliydi. Tam da burada mücadelenin geneli açısından, hapishanelerin diğer alanlardan öne çıktığını görmek, üretilecek politikanın doğru olması ve başarısının
kesin olması demekti. Düşmanın politikası ilk olarak hapishanelere saldırmaktı.

Bunun doğal sonucu olarak hapishaneler cephesinden alınacak tavır birincil önem kazanıyordu.
Parti-Cephe tutsakları süresiz açlık grevi direnişi kararı aldı. süresiz açlık grevi, uzun sürece yayılan, bu süreç boyunca propagandasını yapan; ama aynı zamanda adım adım faşizmin saldırılarını teşhir ederken bu saldırılara karşı halkın tepkisini de açığa çıkaran bir direniş tarzıydı.
Süresiz açlık grevi üzerine Parti-Cephe tutsaklarının diğer siyasetlerin tutsaklarıyla yürüttükleri tartışmalar, 20 Mayıs 1996’ya gelindiğinde sonuca ulaştı ve dokuz siyasi hareket süresiz açlık grevi Direnişine başladı.

Bedel Ödemeden Hiçbir Hak Alınamaz,
Bedel Ödemeden Hiçbir Saldırı Püskürtülemez!
Oligarşinin saldırısı bütün olarak halkı teslim almayı amaçlayan bir saldırıydı ve bu nedenle de kolay kolay vazgeçeceği bir saldırı değildi. Süreç bedeller isteyen bir süreçti ve Özgür Tutsaklar da programlarını esas olarak bedeller ödenecek bir biçimde ÖLÜM ORUCU direnişine göre belirlemişlerdi.
Diğer yandan sol ile görüşmeler sürdürülürken süresiz açlık grevi direnişi de devam ediyordu.


Tutsak aileleri ısrarlı ve kararlı bir biçimde direnişin hapishaneler dışındaki sesi soluğu oluyor, sokakları ve Galatasaray Lisesi önünü bir mevzi savaşına dönüştürüyor, evlatlarının uzlaşmaz tavrını onlar da militanca sürdürüyorlardı. Bu sahiplenme belli bir düzeyde demokrat kamuoyunu da harekete geçirmişti.
Tutsaklar Ölüm Orucu’nu tartışırken, oligarşi krizini yeni bir hükümetle gidermeye çalıştı. ANAYOL hükümeti yıkıldı ve yerini REFAHYOL hükümeti aldı.


Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin koalisyon hükümeti de aynı saldırı politikasını devam ettiriyordu.
Oligarşinin saldırılarının artması üzerine, süresiz açlık grevi direnişi 45. gününde, ölüm orucu direnişi’ne çevrildi. Eylemin temel sloganı “Zaferi Şehitlerimizle
Kazanacağız” idi. Bu, devrim cephesinden gösterilen kararlılıktı. Şehitler verilmeden bu saldırının geri püskürtülemeyeceği biliniyordu, bununla birlikte kazanma kararlılığı da ifade ediliyordu.


Bu eylem düşmanla en üst boyutta sürdürülen bir irade savaşı olacaktı. Cephe tutsaklarının öncülüğünde 9 siyasi hareketin tutsakları ölüm orucu direnişini sürdürürken ve 2. ölüm orucu ekipleri açıklanırken; reformizm, direnen tutsaklara “Ara Verin” çağrısı yapıyordu.
Aralarında HADEP, İP, PETROL-İŞ, TMMOB, Ziraatçiler Derneği, Hacı Bektaş Derneği’nin de bulunduğu kimi kurumlar eylemi bitirme çağrısı yapıyorlardı. Reformistler inançsızlıklarıyla, burjuvaziyle aynı kulvarda koşuyor, eyleme destek değil engel olmaya çalışıyorlardı.

Direniş, Önüne Çıkan Her Türlü Engeli Aşarak
Yoluna Devam Etti Ve Kazandı!
Aynı süreçte aileler de dışarıda evlatlarının açlığını paylaşarak öüm orucu direnişine başladılar.
Direniş ailelerin katılımıyla daha da güçlendi.
Tutsak ailelerinin ardından TÖDEF/İYÖ-DER’li ve DLMK’lı öğrenciler süresiz açlık grevine başladı. Kurtuluş gazetesi çalışanları yurtiçi ve yurtdışındaki 27 bürosundaki çalışanları süresiz açlık grevine başladılar. İşçiler, memurlar açlık grevi direnişleri ve yürüyüşler, basın açıklamaları… Direniş giderek yayılıyordu.


1996 Ölüm Orucu direnişi 69. gününde 12 şehitle zaferle sonuçlandı. Eskişehir tabutluğu kapatıldı ve tutsakların talepleri kabul edildi.
Elbetteki faşizmin hüküm sürdüğü bir ülkede, hapishaneler cephesinde hiçbir hakkın kalıcılığı yoktur, bu mücadele devrime kadar aralıksız sürecektir. Ancak bundan daha önemli olan şey, girilen irade savaşında kaybedenin faşizm olmasıdır.
Sınıflar savaşı, iradeler savaşıdır. İradesini karşı tarafa kabul ettiren bu savaşı kazanır. Bu nedenle ölüm orucu direnişinde esas belirleyici olan, devrimin iradesinin düşmana kabul ettirilmesidir. Bu irade savaşı, bir bütün olarak devrim mücadelesini etkileyecek ve geleceği belirleyecektir.

(Halk Okulu dergisinden alınmıştır.)

(Sürecek)

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.