KAPİTALİZMİN SAVAŞI PANDEMİYE DEĞİL HALKA KARŞIDIR.

Avusturya Halk Cephesi korona salgını bahanesi ile halkların yaşamını cehenneme çeviren kapitalist emperyalist sisteminin halklara yaptığı saldırı ile ilgili bir açıklama yayınladı. Yaşadığımız sürecin analizine yer verilen açıklamayı yayınlıyoruz:

Covid-19 ilk olarak Çin’in Wuhan (Vuhan) kentinde ortaya çıktı ve kısa bir zamanda Çin’in diğer bölgelerine ve daha sonra  tüm dünyaya yayıldı. Çin’de 23 Ocak 2020’den itibaren yürürlüğe koyulan karantina ve sokağa çıkma yasakları gibi, virüsün yayılmasını engellemek amaçlı alınan önlemler, daha sonra salgının ulaştığı hemen hemen bütün ülkelerde uygulandı.

Virüsün ilk olarak ortaya çıktığı ve yayılmaya başladığı dönemlerde insanlar alınan önlemlere destek verip, hükümetlerin aldığı kararlara harfiyen uyduysa da zaman geçtikçe bu durum da değişmiş,bir çok yerde hükümetlere verilen destek yerini hayal kırıklıklarına, hükümetlere karşı güvensizliğe ve öfkeye dönüşmüştür.

Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre, fert başına en yüksek sağlık harcaması yapan ülke, herkesçe malum olabileceği gibi, ABD’dir. Ancak, rapor verileri, maalesef, fert başına harcama miktarı ile sağlık hizmetlerinde kalite ilişkinin ters olduğunu ortaya koyuyor.

Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre günümüzdeki durum şöyledir: sağlık hizmeti kalitesi olarak sıralamada en yüksek mevki Küba ve Kerela tarafından tutulmaktadır.

Küba’yı tanıyoruz; herkesçe malum ekonomisi ve siyaset politikalarıyla, özellikle de sağlıkta hepimize gıpta ettiren bir ülkedir. Kerela’ya gelince, Hindistan’ın güney batısında sağlıkta sosyalizasyon uygulamasıyla tanınan bir bölgedir.

Görülüyor ki, sermayenin başatlığında oluşturulan piyasa düzeni toplumsal yarara hizmetten uzaktır. Çünkü sermaye salt kendi çıkarını düşünme eğilimindedir ve sosyal yararı dışlar. Ne var ki, sağlık sorunları bağlamında günümüzde yaşanan pandemi karşısında sermaye sahipleri aşırı risk ile, güçlü ilaç firmaları ise çaresizlikle karşı karşıya kalmışlardır.

Kovid-19 gelir farkları gözetmeden tüm insanlara bulaşabilmekte ve hiçbir ayırıma girmeden herkesi de yoklayabilmektedir…

Avrupa’da İsveç dışındaki bütün ülkeler, pandemiye karşı mücadelede çözümü “hayatı durdurmak”ta bulmuşlardır.

Çünkü on yıllardır sağlık alanında yapılan kesintiler, özelleştirmeler vs. yüzünden Avrupa’nın sağlık sistemiyle en çok övünen ülkeleri bile tam bir çıkmaza girmiş durumdalar.

Geçmişteki salgınlar, sonuçta yüz binlerce veya on milyonlarca insanı kırıp geçiriyordu ama hayatı, tümüyle durma noktasına getirmemişti.

Kovid-19 afetinin en önemli farkı burada.

Tabii, bu pandemik/küresel fenomeni, salt Kovid-19 salgınına bağlamak ve olayın sadece medikal (tıbbi) yanıyla ele almak yetersiz kalır. Koronavirüsün saldığı korku ve dehşetin arka planında yer alan vahşi küresel kapitalizmin yol açtığı derin ekonomik, sosyal ve kültürel tahribatı gözden kaçırmamakta yarar var.

Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Utku Perktaş, salgının ana sebebini şöyle belirliyor:

İnsanoğlunun bio-çeşitliliği yok eden etkinlikleri nedeniyle Kovid-19 benzeri hastalıklar ve yeni virüsler ortaya çıkıyor. Tropikal ormanları istila ettik, hayvanları öldürdük, yaşadıkları ağaçları kestik. Virüsleri doğal alanlarından çıkardık, yeni yaşam alanları haline geldik…

Dünya tarihinde beş büyük kitlesel yok oluş var. İlki, 2 milyar 450 milyon yıl önce yaşandı ve o dönem var olan canlıların neredeyse yüzde 70’i ortadan kalktı. Sonuncusu ise 66 milyon yıl önce yaşandı. Bu sefer de dev cüsseli dinozorlar ortadan kalktı. Her şey doğal seyri içinde gerçekleşiyordu…

Dünyadaki biyolojik çeşitlilik bir darboğaza girdi, iklim normal seyrinden saptı. Mikroplar, hastalıklar, salgınlar kendini göstermeye başladı. Yani, beş büyük yok oluşu deneyimleyen dünya, bugün altıncı yok oluşun içinde. Yakın tarihimizde yaşadığımız salgınlar bu konuda en somut örnekleri oluşturuyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Makron, pandemi nedeniyle ulusa seslenişinde “bir savaştayız” demişti. Bu savaş halkın sağlığı için bir savaş değil; halka karşı,tekellerin savaşıdır. Gerçek olan budur.

KAPİTALİTS DEVLET, HALKA KARŞI, BİR AVUÇ BURJUVANIN ÖRGÜTÜR.

Covid-19 salgını kapitalizmin”sosyal devlet”yalanını yerlebir etmiştir. Avrupa Birliği’nin ekonomik anlamda en büyük ülkesi, dünyanın dördüncü büyük ekonomisine sahip Almanya,salgınla mücadelede herhangi bir planın olmadığını göstermiştir. Başka diğer alanlarda olduğu gibi, halk sağlığı alanında da, böylesi muhtemel salgınlara karşı halkı korumak ve yaşatmak gibi bir plan ve projeleri, bir konseptleri olmadığı artık herkesçe, bütün halk kesimlerince görülmekte ve bilinmektedir.

Bugün bu devletlerin hiç birinin aradan geçen yaklaşık bir buçuk yıla rağmen bir test stratejisi, kontak takip planı ya da sağlık sistemini güçlendirme-kapasitesini arttırma gibi planları yoktur, olamaz. Bu kapitalizmin doğasında yoktur.

Şimdi rakamlarla, pandemi öncesi on yıllar boyunca kapitalizmin halk sağlığında ne gibi kısıtlamalar yaptığına bakalım. Burada sadece Almanya ve Avusturya’daki rakamlara yer vereceğiz. Bu kısıtlamaların, AB üyesi İtalya, İspanya,Fransa ve Yunanistan gibi ülkelerde çok daha büyük olduğunu belirtmekte fayda var.

Almanya’da son 30 yıl içerisinde yaklaşık 500 hastene kapatılmıştır. 2018 yılında yapılan sayımda, Almanya’daki yatak sayısı 1991 yılından itibaren dörtte bir (1/4) oranında azalarak 498. 350’ye gerilemiştir (Statista.com) .

Devlete bağlı hastenelerde bu gerileme yaşanırken, özel sektöre ait hastanelerin yatak kapasitesinde artış görülmektedir. Bu ülkede özel sektörün toplam sağlık sistemindeki payı %40 civarına ulaşmıştır.

Sağlıkta özelleştirme çocuk sağlığı alanında da kendini göstermiştir. Çocuk hastalıkları, tedavisi çok zaman alan ve personel gerektiren yüksek masraflı bir meslek dalı olduğundan özel sektöre ait hastanelerin ilgisini çekmemektedir. Çocuk yatak sayısı 30 yıl içerisinde 32.000’den 18.600 yatak sayısına (2017 yılı) gerilemiştir.

Bu arada pandeminin ortasında  sadece 2020 yılı içerisinde Almanya’da özel 20 Hastane ve Klinik kapatılmıştır. Bütün bunlar hastanelerin mevcut kapasitesi aşılmasın diyerek halka sert önlemler dayatılırken oluyor.

Avusturya’da da durum Almanya’dakinden farklı değildir. 1990 yılında yaklaşık 81.000 olan yatak sayısı 2019 verilerinde 63.500 civarına düşmüştür.Hastane kapatmalar,yatak sayısını azaltmalara çözüm olarak bulunan şey ise hastaların hastanede her zamankinden daha kısa süre tutulmaları olmuştur.

Avusturya’da en son direk sayıştay başkanının talebi ile 2015 yılında yoğun bakım yatak sayısının %40 azaltılması girişimi, gösterilen direniş sayesinde başarısız olmuştur. Avusturya şu an 2567 yoğun bakım yatağına sahiptir. Hesabı siz yapın. Eğer bu girişim başarılı olsaydı ne olurdu?

PANDEMİ GERÇEK, KAPİTALİZMİN PANDEMİYLE SAVAŞI YALANDIR. BU KRİZİ DE HALKA ÖDETMEK, HALKIN SIRTINA YÜKLEMEK İSTİYORLAR.

Avrupa’nın bir çok ülkesinde Covid-19 ile mücadele çerçevesinde çıkarılan yasalar, yapılan hak gaspları, pandemi ile mücadele stratejisi olmayan devletlerin, bu durumu fırsata çevirme çabasının ürünüdür. Halkı,toplumları evlere hapsederek, insanları bir birinden kopuk,ruhsuz,çaresiz bırakarak; Yalnızlaştırma,Yabancılaştırma ve Yozlaşmanın bataklığında boğarak,toplu test kitleri adı altında kişisel bilgileri takip etmenin meşru zemini olarak kullanılıyor pandemi kısıtlamaları ve yasakları.

Çıkarılan yasaların tamamı da anayasaya aykırı ve hukuksuzdur. Hukukçular, devletin pandemi yasalarını kalıcı hale getirmeye çalıştığını söylüyor ve ekliyorlar:

” Daha önce çeşitli nedenlerle çıkarılan geçici yasalar bugün “terörle mücadele” bahanesiyle kalıcılaştırılmıştır. Devlet covit-19 nedeniyle risk altında bulunan toplumun %3’ünü sözüm ona korumak için geriye kalan %97’si nin hayatlarını çalmaktadır. Bugün psikiyatri servisleri dolup taşmakta, pandemi öncesi zaten psikolojik sorunları olan insanların durumları daha da kötüleşmektedir. Okul çocuklarında öğrenme güçlüğü, motivasyon sorunu hat safhalarda ve önlenemez bir sorun haline gelmiştir.

Aile içi şiddet oranları pandemi öncesine oranla %29 artış göstermiştir. Dünya geneli yüzbinler, milyonlar işinden olmuş, gelecek kaygısıyla yaşamaktadır. Kapitalizm, medya aracılığı ile yaydığı “en kötü senaryo”lar ile halkı evlere hapsederek pandemiyle savaştığını iddia ediyor. Gerçek ise kapitalizmin, kitleler üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırarak haklar ve özgürlükleri gasp etmek için pandemiyle mücadele adı altında halka saldırıyor olmasıdır.

Bütün bu kısıtlamalar, insanların sevdikleriyle iletişim kurmalarını sınırlamayı içerirken, emeğiyle geçinenler yine de işe gitmek zorundalar. Sanki korona virüsü iş yerlerinde kimseye bulaşmaması gerektiğini biliyormuş gibi. Çalışanlar sınırlı kapasitedeki ulaşım araçlarına hâlâ mecbur durumdalar. Neoliberal zamanın ruhuna teslim olmuş iktidarlar için şirketlerin kârlarının çalışanların ihtiyaçlarından daha önemli olduğu belirgin bir biçimde ortada.

Alman solunun “sıfır Covid” stratejisi talep etmesinin nedeni tam da budur. Ekonomi Avustralya’daki gibi kısa bir süreliğine kapatılmalıdır ki ofiste, atölyede veya fabrikada kimseye bulaşmasın. Ancak bundan sonra ekonomi daha hızlı bir biçimde yeniden açılabilir. Diğer yandan seyahat acenteleri, restoran çalışanı, kuaför, serbest meslek sahibi gibi çalışma şansı elinden alınanların geçimlerini sürdürmek için federal hükümetten yardım talep ettiklerinde karşılaştıkları kocaman bir bürokrasi yığını. Bununla birlikte otomobil üreticileri, havayolları işletmeleri gibi büyük şirketler için milyarca avro parası olan ve hissedarlara sağladıkları tıkır tıkır işleyen bir sistemleri var.

Yalnızca Lidl süpermarketleri sahibi Dieter Schwarz pandeminin ilk yılında 11,1 milyar avro zenginleşti.

Yine “Dr. med Claus Köhnlein” isimli bir doktorun sosyal medyada da epey yaygınlaşan bir videoda söylediklerini Yeni Mesaj gazetesinden Yusuf Karaca da gündeme getiriyor.[14] Dünya Sağlık Örgütü’nü cinayet şebekesi diye tanımlayan Karaca, yazısında doktorun şunları söylediğini iddia ederek koronavirüsün küresel bir yalan zinciri olduğu tezini güçlendiriyor:

“Dünya Sağlık Örgütü isteği ve yönlendirmesi sonucunda,24 saat yalan haberler yapılmakta. Boğaz ağrısı, nefes darlğı ve öksürük şikayeti ile gelene test yaparsanız, pozitif çıkması normal. Ve asla test sonuçları gerçek değil.Test olayı, düşülen tuzağın birinci aşaması…

Test sonucunda yapılan tedavi ise tuzağın ikinci aşaması…Testin pozitif çıkmasıyla, yüksek miktarda kortizon ve ağır antibiyotikler devreye giriyor. ‘Korona tedavisi’ diye uygulanan şema, başka rahatsızlığı olan insanların ölümüne neden oluyor. Korona değil, ‘korona tedavisi’ öldürüyor. Ölüm arttıkça ve hastanaler test tuzağına düştüğü için, hasta sayısı artıyor ve panik her geçen gün büyüyor. … Olmayan bir salgından, insanlar ölüyor. … Her şey normal seyrinde, ölümler virüsten değil.”

Tek kurtarıcı olarak gösterdikleri aşı kampanyalarını da yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Kapitalizm, halkları aşı patent haklarını elinde tutan birkaç ilaç tekeline muhtaç etmiştir.

Bu nedenle her yerde yeterli miktarda aşı üretilememekte, üretilen aşılar da en zengin ülkeler tarafından ilk elden alınmaktadır.

Yoksul ülkelerin yoksul halkları pandemiyle baş başa bırakılmıştır.Lütfedip arda kalanları, gönüllerinden kopanı yüzyıllardır emperyalizmin sömürdüğü ülkelere göndermektedirler.

Aşıyı alan ülkelerde aşı organizasyonları da tam bir fiyasko ile sonuçlanmaktadır. Emekçi halklarımızı sömüren kapitalist devletler,bir avuç asalak tekellerin talepleri için halkın hiç bir sorununu çözecek stratejiye sahip değildirler.

Yoksulluğun ve açlığın uluslararası düzeyde yayıldığı ortada. Tedarik zincirleri çöktü ve zor durumda olan ülkelere herhangi bir yardım söz konusu değil. Avrupa Birliği güney ülkelerinin başta tıbbi gereksinimleri olmak üzere ciddi bir biçimde etkilendikleri ortada. Bu ülkelerin ekonomik ve siyasi düzeyde zayıfladıkları da.

Aşı dağıtımına gelince en büyük mali kaynaklara sahip olanlar şimdiden yarışı kazandılar. “Gelişmekte olan ülkelere” neredeyse ya hiç aşı ulaşmadı ya da son derece sınırlı düzeyde. Avusturya’da Ocak ayından bu yana 85 yaş üstü vatandaşların sadece %60’ı ilk aşısını olmuştur.

Bu oran 75-85 yaş arası insanlarda sadece %39 dur. Ölümlerin en çok yaşandığı yaş aralığındaki insanları korumak yerine, toplu kapatmalar yaparak, insanları birbirinden izole eden uzaklaştıran bir yaşam tarzını dayatıyorlar..

Halkın sağlığı,kapitalizmin umrunda değil, hiç bir zaman da olmamıştır. Almanya’da her hafta 700 kişi kanserden ölüyor. Her yıl ise 500 bin yeni kanser vakası yaşanmaktadır.Bu sadece bir örnek.

Dahası Covid-19 nedeni ile yoğun bakıma alınanlarda ise ölüm oranı %3-8 arasındayken; bu oran akciğer iltihabından dolayı yoğun bakıma alınanlarda %8-13 arasındadır. Almanya’da her yıl yaklaşık 12 bin kişi hastene mikrobundan ölmektedir.

Bu rakamlar Avrupa’nın diğer ülkelerinde de az değildir. Kapitalist devletlerin on yıllardır buna karşı aldığı bir önlem yoktur. Aksine hastane kapatmak,yatak sayılarını azaltmak, personelden kısmak vardır.Dünyanın dördüncü büyük ekonomisi Almanya, yaşlıları bakım ve huzur evlerinde dahi koruyamamıştır.Covid-19 nedeniyle yaşanan ölümlerin çoğu 80 yaş üstü vehuzur evlerinde kalanlar arasındadır.Kapitalizm, 40 yıl 50 yıl çalıştırdığı insanları huzur evlerinde

öldürüyor.Pandemiyle salgınla mücadele diye, sağlıkta on yıllardır yapılan kesintilerin faturası halka ödetilmek isteniyor.

Hem suçlu hem güçlü hem de kurnazlar. “Sizin sağlığınız” için deyip; halktan gönüllü olarak en temel hak ve hürriyetlerinden feraget etmesi isteniyor. Fransa Cumhurbaşkanı Makron, pandemi nedeniyle ulusa seslenişinde “bir savaştayız” demişti. Bu savaş halkın sağlığı için bir savaş değil; halka karşı,tekellerin savaşıdır. Gerçek olan budur.

AKP faşizmi tarafından yönetile(meye)n ülkemizde, durum çok daha da korkunç. Ülkemizde de öldüren pandemi değil, kapitalizmin-faşizmin kendisidir. AKP, bu sefer de pandemi bahanesiyle sokakları emekçi halka yasaklarken, kendisi kongreler, mitingler düzenlemekte, halka dayattığı yasakları, kendisi çiğnemektedir.

Çalışmak zorunda olan emekçi ve yoksul halkımıza sokağa çıkma yasağına karşı gelindiği için para cezaları yağdırmakta, pandemiyi kendi çıkarları uğruna soygun bahanesi yapmaktadır. AKP‘nin gündeminde halka karşı savaşı örgütlemekten başka bir şey yoktur.

Yaşadığımız her yerde bütün bu hak gasplarına, baskı ve yasaklara karşı birleşmekten,hakkımız olanı almaktan başka çare yoktur! Emperyalizmin, faşizmin bize reva gördüğü bu insanlık dışı hayata mecbur değiliz. Biz bu dünyaya bir avuç alçağı,aslağı zengin etmeye gelmedik.Onların yasaları altında ezilmek zorunda değiliz. Onlar bir avuç biz milyarlarca dünya halklarıyız.

BİRLEŞELİM SAVAŞALIM KAZANALIM!

KAHROLSUN KAPİTALİZM YAŞASIN SOSYALİZM!

Sosyal ağlarda paylaşın