Gün Gün, An An… KIZILDERE’YE GİDEN YOL’DA 4 AY …

– Bölüm 2 –

Mahir, Maltepe Hapishanesi’nden firar edip Ankara’ya geçtiği o günlerde Cihan Alptekin’le buluşur.

Gündemlerinde, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hakkında verilen idam kararıyla ilgili neler yapılabileceği vardı.

Cihan, bir elçiyi kaçırarak, karşılığında Denizler’in serbest bırakılmasının istenmesini öneriyordu. Mahir ise bu iş için idamların meclisten senatoya geçtiği anın uygun olduğunu, bu amaçla da Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in kaçırılmasının etkili olabileceğini belirtmişti. Mahir’in bu önerisi o gün genel kabul görmesine karşın, Cephe militanları bu arada farklı eylem ihtimalleri için Fransa, Batı Almanya ve Belçika Büyükelçilikleri’nde istihbarat çalışmaları yapıyorlardı…

Bütün bu çalışmalar, alabildiğine yoğun operasyonlar ve takip koşulları altında sürdürülüyordu. Öyle ki, bir yandan ev bulmak alabildiğine zor iken, diğer yandan bazen aynı gün içinde birkaç ev değiştirmek zorunda kaldıkları oluyordu. MİT’çi Mehmet Eymür, sonraki yıllarda bu dönemi anlatırken şöyle diyecekti: “Çayanların izini sürüyorduk. Kaldıkları evleri bastığımızda onlar evi terk etmiş oluyorlardı. Acele terk edilmiş ve çay bardakları dolu vaziyette yerler bulduk.”

Ama bu koşullara rağmen, Mahirler “Türkiye Devriminin prestijini” savunmaya devam edeceklerdi.

BASKINLAR, OPERASYONLAR

Maltepe Hapishanesi’nden firar ettikten sonraki günler, her şeyin çok hızlı geliştiği günlerdi. İstanbul’dan Ankara’ya geçmişlerdi ama Ankara’daki Parti-Cepheliler’e yönelik operasyonlar da görülmemiş boyutlardaydı. Fakat onlar işte bu ortamda bir an bile kavgadan kaçmayı düşünmüyorlardı.

İstanbul’da da operasyonlar sürüyordu. Mahirler’in ayrılmasından yaklaşık iki hafta sonra, 13 Şubat’ta Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz’ın kaldığı Levent’teki eve polis baskın düzenledi. Ulaş ve Ziya, çatışarak evden çıkmayı başardılar. Fakat takip sürüyordu. Bir hafta sonra Ulaş’ın Fındıkzade’de kaldığı ev de basılır. Ulaş teslim olmaz yine. Gelenekler ilmik ilmik örülmektedir. 19 Şubat 1972 günü, 07.00 sıralarında Ulaş çatışarak şehit düşer.

Ulaş’ın vurulup şehit düştüğü gün Çankaya’da bir evdeydi Mahir. Bir gerilla daha düşmüştür. Fakat kararlarında ve kararlılıklarında herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Ulaş, gövdesi kanlar içinde yere düşerken bir devrim fırtınası yaratanlardandır. Şimdi geride kalanlara düşen, o bayrağı devralıp oligarşinin burcuna dikinceye kadar sürdürmektir savaşı. Bayrak elden ele aktarılacaktır.

TİYATRO BİNASINDAKİ SİLAHLAR

Koray Doğan, ODTÜ öğrenciydi. 25 yaşına girmişti kısa süre önce. Firardan sonraki o günlerde Ankara’da Mahirler’in bir bakıma elleri-ayakları gibiydi. Ev gerekiyorsa ev, silah gerekiyorsa silah, istihbarat gerekiyorsa istihbarat, her göreve koşuyordu. Coşkusu salt gençliğinden değil, Cepheli’liğindendi. 12 Mart Cuntası’na karşı direnme çizgisini sürdüren Cephe’nin bir parçası olarak, Cephe’nin önder kadrolarını korumayı da en önemli görevi sayıyordu.

O günlerde Mahir ve Cihan Alptekin’in ilişkileri içinde yeralan THKO’dan Hasan Ataol, anlatıyor: “Silahları vardı ama yeterli değil… Silahları daha önceden çatısına gizledikleri bir tiyatro varmış.

Bize, ‘O tiyatronun çatısında bulunan silahları alıp, getirin’ dediler. Fakat biz silahları gidip olduğu yerden alamıyoruz. Çünkü tiyatronun sahipleri değişmiş. Mahir ve Cihan, sıkıştırıyor. Yanımda… bir arkadaş ile tiyatronun önüne gittik. Onlar kapıda beklediler. Ben doğrudan, bilet satan genç adama gittim, açıkça:

Arkadaş, ben devrimciyim. Tiyatronun çatısında bize ait iki bavul var. O bavulları almam gerekli, dedim. Bilet satan çocuk da SBF öğrencisiymiş. Durumu anladı ve çatıdan o bavulları aldım. Koray’la randevulaştık. O bavulları ben, Koray’a teslim edeceğim. Koray da, Cihan ve Mahir’e götürecek.

Kavaklıdere Sineması önünde, bir sokak arasında… O gece Koray, koşarak geldi, iki çantayı da kaptı, gitti.”

BEYAZ GÖMLEKLİ KRAVATLI BİR ÇOCUK VURULDU

En azından silah sorununu bir ölçüde çözmüşlerdi böylelikle. Ellerindeki silahlar, düşündükleri eylemleri gerçekleştirmeye yetecek kadar vardı. Bu arada Ankara’da operasyonlar, özellikle Cephe’nin ordu içindeki ilişkilerine yönelik olarak yoğunlaşmıştı. Asıl amaç, Mahirler’e ulaşmaktı. Bu operasyonlarda polis Koray Doğan’ın da adına ulaştı. Koray’ın ailesinin ve nişanlısının evine karakollar kuruldu. “O gece Koray’la, Hoşdere Caddesi’ndeki bir evde kaldık. Sabah Koray, bazı arkadaşlarla buluşmak üzere dışarı çıktı. Dönmesi gecikince bir şeyler olduğunu anladım. Kaldığım eve okuldan bir arkadaşı geldi. Telaşla Koray’ın üzerindeki giysileri sordu. Bindiği dolmuştaki bir kadın, Koray’ın nişanlısının evinin yakınında beyaz gömlekli, kravatlı bir çocuğu, polislerin vurduğunu söylemiş.”

Evet, o beyaz gömlekli, kravatlı çocuk, Koray’dan başkası değildi. Evin kapısını polis açmış, bunun üzerine Koray hemen silahını çekerek fırlamıştı. Arkasından açılan ateşle vuruldu orada Koray. Yaralı olarak bir inşaata giren Koray, orada tutsak düştü. Yaralı halde sorgulayarak Mahirlerin yerini öğrenmeye çalıştılar. Ama alamadılar istediklerini ve Koray’ı katlettiler. 8 Mart’tı o gün. Ve 1972’nin bu Mart ayı daha nelere gebeydi…

İDAMA TBMM’DEN ONAY!

İşte tam bu günlerde, Koray Doğan’ın katledilmesinden sadece iki gün sonra, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararları TBMM’de kabul edildi ve idam dosyaları senatoya gönderildi. (O dönem yasama organı Meclis ve Senato olmak üzere iki bölümden oluşuyordu.)

Denizler’le ilgili idam hükmü, Askeri Yargıtay tarafından 10 Ocak 1972’de onaylanmıştı. İdamın engellenmesi için aslında 12 Mart koşullarında olunmasına karşın, yoğun girişimler yapılmıştı.

Kararın uygulanmaması için hummalı bir çalışma başlatılıyor. Aralarında Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya kadar birçok aydın, meslek örgütleri temsilcileri idamlara karşı imza toplamışlardı. 12 Mart terörünün özellikle aydınlar üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde cesur bir çıkıştı bu. Keza bazı okullarda boykotlar, hapishanelerde de açlık grevleri yapılmıştı. Fakat bunlara rağmen idam dosyası TBMM’ye getirildi.

10 Mart 1972’de TBMM’de yapılan oylamada, 450 milletvekilinden 245’i idamı onayladı. 63 milletvekili red oyu kullanırken, 124 milletvekili ise oylamaya katılmadı.

Oylama, Cumhuriyet Senatosu’nda da hemen hemen aynı oranlarda sonuçlandı. 183 senatörden 105’i idama evet derken, 36’sı hayır dedi. 42’si de oylamaya katılmamıştı.

İDAM OYLARI AP VE CHP’DEN

Oylamalarda Adalet Partililer, hemen hemen tümüyle Denizler’in idam edilmesi için el kaldırdılar. Denizler’in katledilmesini isteyenlerin başında Süleyman Demirel vardı. CHP yönetimi de gerçekte idamdan yanaydı. Partinin başındaki İsmet İnönü, idam kararları Meclis’e geldiğinde bağlayıcı grup kararı aldırmadı. Nitekim, meclisteki oylamada 144 CHP’liden 97’si Denizler’in idam edilmesi için oy kullandı. Keza senatoda da CHP’lilerin yarısı idamlara evet oyu verdiler.

CHP ve İnönü, sanki karşı gibi bir görünüm veriyordu. Bu çerçevede de İnönü kararı Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştü. Anayasa Mahkemesi, idam kararını usül yönünden bozdu. Karar, Meclis ve Senato’da ikinci kez onaylandıktan sonra ise, İsmet İnönü, idamları durdurmak için böyle bir yol olmasına rağmen, ikinci kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurmadı bile.

Kısacası, Denizler’i bir an önce ipe çekmek isteyenlerin başında Demirel ve AP’liler vardı. Ama bilinmeli ki, CHP’lilerin önemli bir bölümü de onlardan geri kalmadılar devrimcilere düşmanlıkta.

29 Kasım gecesinden bu yana 3 ay 10 gün geçmişti. TBMM’de Denizler’in idamıyla ilgili oylamanın yapılacağı 10 Mart günü, birçok kişi kararı bekliyordu.

Karar Mahirler için sürpriz olmadı. Biliyorlardı ki, Denizler’in idamıyla ilgili karar ‘hukuki’ değil, siyasiydi. Oligarşi, onları asarak devrimci harekete hem örgütsel, hem moral darbe vurmak istiyordu. Buna izin vermeyeceklerdi. Baştan beri, kararları buydu ve ilmik Denizler’in boğazına geçirilmişken, onları bu kararlarını hayata geçirmekten artık kimse alıkoyamazdı.

“KAÇARKEN… BAŞKALARINI KAÇIRMAYI PLANLIYORDUK”

Mahir, idamların onaylanmasında başrolü oynayan Adalet Partisi’nden Şinasi Osma ve Senato İdam Komisyonu Başkanı Turhan Kapanlı’nın istihbaratının çıkarılmasını ister yoldaşlarından. Onları kaçırabilirlerse, Denizler’in idamının engellenebilmesi ihtimal dahilindedir. Ama bu ihtimalden daha önemli ve belirleyici olan, Türkiye devrimci hareketinin, başka bir deyişle silahlı devrim cephesinin bu saldırı karşısında sessiz kalmamış olmasıdır.

THKO kadrolarından Cihan Alptekin de aynı günlerde, yabancı diplomatlara yönelik birtakım hazırlıklar içindedir.

Şimdi, 1972 Mart’ının Ankarası’nda bu planları yapan devrimcilerin durumuna şöyle bir bakalım.

Çok yoğun bir operasyon altındaydılar. Tutsaklıklar sonucunda ilişkileri, imkânları alabildiğine daralmıştı. Ulaş’ı, ardından Koray’ı şehit vermişlerdi. Çoğu “vur” emirleriyle aranıyordu. Ama onlar kendilerine yönelik vur emirleriyle değil, Denizlerin darağacına çıkarılacak olmasıyla ilgiliydiler. O dönemin ilişkilerinde yeralan bir Cepheli’nin dediği gibi; “Biz, kalacak yerimiz olmadığı halde, adamlar kaçırmaya kalkıyor, planlar yapıyorduk. Her gün kaçıyorduk, ancak, başkalarını da kaçırmayı tasarlıyorduk.”

Öyleydi ve zaten siyasi cüret denilen şey de buydu. Devrimin sorumluluğunu hissetmek, devrim iddia ve kararlılığını taşımak işte buydu.

Çok sonraları yapılan değerlendirmelerde, “aslında o zaman bu eylemleri yapmamalıydık” türünden söylemler çok duyuldu. Ama bu söylemler, ancak pişmanlıkların ve pişmanların tarihinde yer buldu kendine. Asıl tarih, kararlılıkla, cüretle, sorumlulukla, netlikle yazılmaya devam edecekti.

“NE YAPACAĞINI BİLİYORDU”

Doğruydu, süreç son derece zorluydu. Ama … mesele, tek bir eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmemek de değil, devrim yürüyüşünü sürdürüp sürdürmemekti. Yine o günlerde Ankara’da Mahirler’le ilişki içinde olanlardan İsmet Öztürk, o günkü durumu şöyle özetleyecekti. “O sıralar ne yapacağını sadece Mahir biliyordu. Her şeyi o sıralar Mahir belirliyordu. Her olayda herkesin onayını alıyordu. Bu konularda çok yetkin ve kararlı bir insandı. Bu nedenle Mahir’i kimse ezip geçemiyordu.”

Önderlik de buydu.

1971’in sonu ve 1972’nin başındaki dört aylık zaman dilimini, sıradan bir zaman dilimi olmaktan çıkaran şey, işte bütün bunların biraraya gelmesiydi. Hergün, her an, atılan her adımla bir tarih yazılıyordu. Ve hiç kuşku yok ki, o adımlara önderlik edenler, bunun bilincindeydiler.

Sonraki çarpıtılmış tarih anlatımlarında başka türlü bir tablo çizilmeye çalışılsa da, rastlantılar ve zorunluluklar, bu tarihte en fazla tali bir rol oynuyordu. Tüm bu olayların siyasal olarak şöyle değil de böyle olmasını belirleyen ise 12 Mart terörü karşısında eğilip bükülmeyen, yolundan şaşmayan devrimci iradeydi.

KARADENİZ YOLCULUĞU

Adalet Partililer’e veya diplomatlara yönelik kaçırma çalışmaları sürerken, kaçırılanların sevkedilmesi amacıyla Karadeniz’den Ertan Saruhan Ankara’ya çağrılır. Fatsa’nın Beyceli Köyü’nden Ertan, Karadeniz’in yerel önderlerindendir. Ertan, yanında bir şoför ve bir kamyonla birlikte gelir Ankara’ya.

Ertan Saruhan, Ankara’da koşulların ne kadar zorlaştığına tanık olur. Mahirler’le yaptıkları görüşmeler sırasında “Ünye’de bulunan İngiliz teknisyenlerinin kaçırılabileceği” önerisini yapar. Bu öneri kabul görür ve Ankara’yı terketme kararı alınır.

Ankara, THKP-C’nin oluşumunda özel yeri olan bir şehirdir. Mahir’in önderliğinde sürdürülen ideolojik mücadelenin en önemli mekanlarından biri bu şehirdeki SBF’dir. Ama artık şehirler dar gelmektedir onlara.

15 veya 16 Mart gecesi, Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü ve Ömer Ayna, Samsun yolu üzerinde kendilerini bekleyen makarna yüklü kamyona, makarna çuvalları arasına yerleşirler ve hava iyice karardığında Mahirler’in Karadeniz yolculuğu başlar.

Ankara’da bulunan diğer kadroların bir kısmı da farklı güzergah ve araçlarla Karadeniz’e gitmek üzere yola çıkarlar. Karadeniz, zaten kır gerilla mücadelesini başlatmak için hep Cepheliler’in planlarında ve ufuklarında olan bir yerdir. Ankara’dan çıkarken bir bavul içerisindeki çeşitli çapta silahlar, el bombaları ve tabancaları da yanlarındadır.

18 Mart 1972 günü saat 16.00 sıralarında Ünye’ye varırlar. Oradan da Fatsa Yapraklı Köyü’ne geçerek Mehmet Atasoy’un evine yerleşirler.

Mahirler’in dışında bölgede bulunan kadrolardan Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp ve Sabahattin Kurt da başka bir eve yerleşmişlerdi. Dördü de Parti-Cephe’nin kadrolarıydılar. Sinan Kazım ve Hüdai Genel Komite üyesiydiler. Ve dördü de Parti-Cephe’nin devrim iddiasının ve kararlılığının temsilcisiydiler.

Mahirler’in kaldığı evle, diğer kadroların kaldığı ev arasındaki bağlantıyı da Ünye-Sarıhalil Köyü’nden Ahmet Atasoy sağlıyordu. Oyalanacak, ağırdan alınacak zaman değildi. Düşünülen eylem için istihbarat çalışmaları hızla tamamlandı ve Karadeniz’e ulaşalı, bir hafta dolduğunda, eylemi gerçekleştirmek için harekete geçtiler.

– Devam edecek –

Sosyal ağlarda paylaşın