Engin Gökoğlu yazdı…

Benim adım Mustafa, Mustafa Koçak. Size Sacco ile Vanzetti’den bahsedeceğim. Yaşadıkları benim hikayeme benzediği için anlatacağım onları. Onları anlatırsam, aynı zamanda size kendimi de anlatmış olacağım.

Sacco ile Vanzetti iki İtalyan göçmen işçiydi. Ekmek davasına evlerini, yurtlarını bırakarak ta 1920’lerde göçmüşler Amerika’ya. Sacco bir gariban kunduracıymış, Vanzetti ise hayli bir zaman çalışmış fırınlarda, sonra kireç ocaklarında, en son da seyyar balıkçılıkla geçiniyormuş. Ben de çalıştım onlar gibi, önce bir manavın yanında sonra da bir hamburgercide. Biz de Malatya’dan göçüp gelmişiz de memleket etmişiz İstanbul’u ekmek kavgasına. Ben burada doğmuşum, sonra olmuşuz İstanbullu.

Sacco ile Vanzetti’yi 15 Nisan 1920’de tutukladılar. Sonra dediler ki, ‘’Soygun ve cinayetten tutukluyoruz sizi.’’

Sacco ve Vanzetti: ‘’Ama biz yapmadık ki.’’ dediler. ‘’Olsun, yargılayacağız.” dedi egemenler. Yargıladılar, aynı benim gibi; öylesine, yalandan, göstermelik… Suçlu buldular ve dediler ki, ‘’Siz anarşistsiniz, yapmışsınızdır.’’

‘’Ama biz yapmadık ki.’’

“Olsun, orası mühim değil; artık sizin gibilere bir ders vermemiz gerek.” dedi egemenler.

Dava; istemleri, itirazlarıyla tam 7 yıl sürdü. 9 Nisan 1972’de haklarında idam kararı verildi. Bizimki öyle çok uzun sürmedi, birkaç duruşmada bitti her şey. Verdiler ölünceye dek hapis cezasını.

Yargıç, “Nicola Sacco, size idam cezası verilmesine karşı bir diyeceğiniz var mı?’ diye sorduğunda ben de duruşma salonundaydım. Sacco başladı: ‘’Evet, diyeceklerim var. Ben iyi bir konuşmacı değilim. İngilizceyi de iyi bilmiyorum ve bana söylediklerinden bildiğim kadarıyla, yoldaşım Vanzetti daha uzun konuşacak. Onun için ona konuşma fırsatı vermek istiyorum. Ben bu mahkeme kadar zalim bir şeyi şimdiye dek ne gördüm ne duydum ne de tarihte okudum. Hakkımızda 7 yıl soruşturma yaptıktan sonra bugün bile bize suçlu gözüyle bakıyorlar. Ve bu sayın baylar da bugün bizimle mahkemenin karşısına çıkmış olacak.”

Sacco yumuşak bir tonla konuşuyor, konuştukça sesi güçleniyordu: ‘’Verilecek hükmün iki sınıf arasında verileceğini biliyorum, ezilen sınıf ve zenginler sınıfı. Biz insanları kitaplarla, yazılarla birbirine kardeş ediyoruz; siz ise insanları kovuşturuyor, baskı yapıyor ve onları öldürüyorsunuz. Biz her zaman insanları eğitmeye çalışıyoruz, siz ise bizlerle bir başka ulus arasında bir nefret uçurumu açmaya çalışıyorsunuz. İşte ben de bu nedenle, ezilen sınıftan olduğum için burada bulunuyorum. Siz ezenlerin sınıfındansınız.’’ Sacco sözlerini bitirdi. Sonra Yargıç, Vanzetti’ye dönüp: ‘’Bartelemeo Vanzetti, size idam cezası verilmesine karşı bir diyeceğiniz var mı?’’ dedi. Vanzetti de ‘’Evet, bize yüklenilen suçları işlemediğim gibi, bütün ömrümce suçu-yani bugünkü yasaların ve bugünkü ahlakın suç saydığı şeyleri- yeryüzünden yok etmek mücadelesi verdiğim gibi, bugünkü yasaların ve ahlakın haklı bulduğu ve kutsadığı suçu da -yani insanın insanı ezmesi ve sömürmesi suçunu da- işlemedim. Ve burada bir suçlu olarak bulunmamın bir nedeni varsa, birkaç dakika sonra beni mahkum etmeniz için bir neden varsa, o da işte bundan başka bir şey değildir.’’

Sonra Vanzetti şöyle diyordu: ‘’Dikkat edin, insanlık çiçeğini gömdükleri mezarın içindesiniz.

Vanzetti bir an durdu, ben dikkatle onu dinliyordum. Düşüncelerini, sözcüklerini toparlayıp başladı: ‘’7 yıldır hapisteyiz. Bu 7 yıl içinde çektiklerimizi anlatmaya insan dili yeterli değildir; oysa işte karşınızda titremeden durduğumu, dimdik gözlerinizin içine baktığımı, kızarmadan, benzim atmadan, utanç ya da korku duymadan durduğumu görüyorsunuz.”

Vanzetti sustu. Yargıcın gözlerinin içine baktı. Yargıcın donuk, kayıtsız, buz gibi bakışları vardı. Sonra Vanzetti şöyle diyordu: ‘’Dikkat edin, insanlık çiçeğini gömdükleri mezarın içindesiniz. Hem de ne için? Size söylenenler, verilen bütün sözler yalandı, aldatmacaydı, yutturmacaydı, suçtu. Hani nerede özgürlük? Size zenginlik getirmeye söz verdiler, hani nerede zenginlik? Hani nerede refah? Sizi yücelteceklerini söylediler, hani nerede yücelik? diye seslenebiliyorsam, sanık sandalyesinde olduğuma sevinçliyim.’’ dedi.

‘’Şunu söylemek istiyorum: İşlemediğim suçlar yüzünden bugüne kadar çekmek zorunda kaldığım acıları, dünyanın en aşağı ve en bahtsız yaratıklarının bile çekmesini dilemem. Ama suçlu olduğum şeyler için çile çektiğime inanıyorum. Radikal olmak suçunu işlediğim için çile çektiğime inanıyorum. Radikal olmak suçunu işlediğim için çile çekiyorum ve gerçekten de radikalim. İtalyan olmak suçunu işlediğim için çile çekiyorum ve gerçekten de İtalyanım. Yaptıklarım için değil, inandıklarım için çile çekiyorum. Ama haklı olduğuma öylesine inanıyorum ki, beni üst üste iki kere idam edebilseniz ve ben iki kere dünyaya gelebilsem, yine de bu yaptıklarımı yapmak için yaşardım.’’

Bütün salon pür dikkat, ölüme yürüyen bu iki güzel insanı dinliyorduk. Sacco yürekti, Vanzetti inançtı; canlarını insanlığın onur ve özgürlük davasına feda ediyorlardı. Ve işte o zaman karar verdim direnmeye. Ve işte o zaman inançla çınlayan o sesler de benim yüreğime dokundu; boğazım düğümlendi, gözlerimdeki yaşı tutamadım. Vanzetti’nin sözleri mahkeme salonunun ortasına inen bir balyozdu. Yargıç, Vanzetti’nin gözlerinden kaçırdı gözlerini. Vanzetti, ‘’Sözüm bitti.’’ dedi, ‘’Teşekkür ederim.’’

Yargıç, ‘’Mahkeme bitti, karar veriyoruz.’’ dedi.

Karar: ‘’Her ikiniz için de mahkememiz, 1927 yılının 10 Temmuz Pazar günü başlayan hafta içinde bedeninizden elektrik akımı geçirilerek idamınıza karar verdi. Yasanın hükmü budur.’’

Sacco ile Vanzetti’yi kelepçeleyip götürdüler. Onlarla aynı hapishanede kalan biri daha vardı. Adı Celestino Madeiros; 25 yaşında, kesme burunlu, düz saçlı, geniş ağızlı, koyu renk gözlü. İşte bu adam Madeiros. Hırsız Madeiros. Acıyla, nefretle, şiddetle dolu yıllar geçirmiş ve hırsızlık etmeden nasıl namuslu yaşanır bilmiyordu. Onu hırsız yapanın ne olduğunu ne anlamış ne de sorgulamıştı.

Madeiros İtalyan değil, Portekizliydi. Yine de bu adamlara -Sacco ve Vanzetti’ye- yakınlık duyuyordu. Hiçbir alakaları olmayan bir suçtan, Madeiros’un işlediği bir suçtan dolayı ölüme mahkum edilen bu iki adamı uzun uzun düşündü. Ben yanı başındaydım, beni görmüyordu. Düşünmek onun için kolay olmuyordu; bazen ağlıyor, bazen dua ediyordu. Ağır, acılı, haftalarca düşündü. Madeiros içki içmiş, kumar oynamış, düşüp kalkmış, hırsızlık etmiş, öldürmüştü. Açtı ellerini ‘’Bir insanın işleyebileceği bütün günahları işledim, yine de beni bağışlamanı istiyorum Tanrım. Dünyaya gelmeyi ben mi istedim? Günahkar olmayı ben mi istedim? Yanlışın yanlış olarak kalmasını istemiyorum. Bunu düzeltmeye, yanlışı doğru yapmaya çalıştım. Kimse benim yüzümden acı çekmemeli. Suçumu itiraf ettim. Kunduracıyla balıkçının suçsuz olduklarını söyledim. Daha başka ne yapabilirim. Sadece bağışlanmayı istiyorum… istiyorum… istiyorum…’’ Bunu en az yirmi kez tekrarladı, ben duydum. Sonra dizlerinin üzerine yığıldı, ellerini yüzüne kapadı, boşanıp ağladı.

Benim dosyamda da bir Madeiros vardı. İmana mı vicdana mı geldi bilinmez, söyledi tek tek doğruları. Anlattı zorla söyledikleri yalanları; ‘’Korktum.’’ dedi, ‘’Can tatlı.’’ dedi. “Kendimi kurtarmak için yaptım, kendimi…”

Ama iftiralardan sonra gelen itiraflar yetmedi kurtarmaya bizi. Başladı ‘’bizim madeiros’’ , sustu ‘’bizim madeiros’’. Belki mahcup, belki çaresiz… Verdiler hükmü, ölünceye dek hapis…

Eski bir Acem şairi: ‘’Ölüm adildir.’’ diyor

‘’Aynı haşmetle vurur şahı,fakiri…”

Ve Nazım diyor ya, ‘’Ölümün adil olması için hayatın adil olması gerekir.’’

Adil olmayan bu hayatta hukukun bütün güçleri; kanunları, kararları, hakimleri, savcıları adaletsizlik yaratıyorsa, doğruluk ve haklılığın zırhına sararak adaleti biz sağlarız. Sacco ve Vanzetti’yi kurtarabiliriz.

Ve biz, Sacco ve Vanzetti davasıyla ilgilenenler olarak toplandık; ev kadınları, çelik işçileri, demiryolu makinistleri, çiftlik ırgatları, şairler, yazarlar, doktorlar, papazlar, siyahlar,… Herkes, hepimiz… Beklemedik, bu yazgıyı değiştireceğimize inandık, ses çıkardık. Katillerimize duyurabilmek için dostlarımızın sesleri daha yüksek çıkmalıydı, çıkardık. Fransa’da gece gündüz gösteri yapılıyordu; Paris’te, Marsilya’da, Lyon’da. Almanya’da da Berlin’de, Frankfurt’ta, Hamburg’da. İşçiler yürüdüler Moskova’da, Pekin’de, Brüksel’de. Kolombiya’da, Venezuela’da, Brezilya’da, Şili’de ve hatta Güney Afrika’da grevler, protesto gösterileri, yürüyüşler, elçilik eylemleri… İtalyan faşist diktatör Il Duce bile artan baskılardan dolayı sessiz kalamadı. Amerikan Başkanı’na resmi ‘’rica’’da bulundu. Son zamanlarda Amerika’da İtalyan göçmenlere yapılan hakaretler, haksızlıklar öyle dillere destan olmuştu ki kimse konuya kayıtsız kalamıyordu. Sacco-Vanzetti davası, bir ulusal onur ve namus davasına bürünmüştü.

Sacco ile Vanzetti’nin davası aynı zamanda sizlerin, benim davamdı. Onların davası ister beyaz ister siyah, tüm emekçilerin davasıydı. Öyle sahiplendik.

Sacco hücresinde ölümü beklerken çocuklarına bir mektup yazdı; evet Dante, bugün yaptıkları gibi bizim canımızı alabilirler, ama fikirlerimizi yok edemezler. Bu fikirler gelecekteki genç kuşaklara miras kalacaktır. Sonra 2 bin yıl öncesini düşündü. Bundan 2 bin yıl önce köleleri zincirlerini kırmaya, ayaklanmaya, özgürlüklerini elde etmeye yönelten bir Spartacus vardı. Onu öldürdüler ama Roma yıkılmaktan kurtulamadı; kölelik son buldu, diye düşündü. Kızı geldi aklına, gözlerinden iki damla yaş aktı.

‘’Her gün seni ne kadar düşündüğümü bilemezsin Ines. Yüreğimde, kafamda; bu hüzünlü duvarlarla çevrili hücrenin her köşesinde, gökyüzünde ve gözümün iliştiği her yerde sen varsın. Bütün dostlara ve yoldaşlara selamlarımı ilet. Sevgili yakınlarımıza iki katlı selamlar. Abini ve anneni sevgiyle öperim. Seni hiç aklından çıkartmayacak kadar çok seven baban, seni sevgiyle kucaklayıp öper. Bartolo’nun hepinize içten selamı var.’’

Baban

Ölüm orucu yapıyorum; ama ölmek için değil, onurlu yaşamak için. Adaletsizliği bir ömür sineye çekmemek için. Size Sacco ile Vanzetti’yi anlattım. Onların hikayesi böyle bitti, benim hikayem size bağlı…

22 Ağustos 1927’de Sacco ve Vanzetti’nin hücre kapıları son kez açıldı. Hücreden, on üç adımlık infaz odasına yürüdüler. Birazdan işaret verilecek, ikibin voltluk elektrik akımı Sacco ve Vanzetti’nin gövdesinden geçirilecekti. İlkin Sacco elektrikli sandalyeye yürüdü. Tek söz etmedi; serinkanlı, vakur gitti ve oturdu. Elektrotlar bağlandı vücuduna. Hapishane ışıkları azaldı, sönükleşti, sonra yeniden parladı; Sacco öldü.

Sonra Vanzetti yargılayan gözlerle geldi oturdu sandalyeye. Işıklar azaldı, titredi ve ışıklar yeniden parladığında Bartolomeo Vanzetti ölmüştü. Evet Sacco ile Vanzetti’yi öldürdüler, öldürebilirler. Belki beni de. Ben hapisteyim, daha başkaları da olacak. Ama bu sürgit böyle yürümeyecek. Bu bize bağlı, hepimize bağlı. Bizden korkuyorlar; sonsuza kadar dayanamayacağımızı, katlanamayacağımızı biliyorlar. Ben şimdi öyle yapıyorum, direniyorum. Adaletsizliğe karşı ölümüne direniyorum. Ölüm orucu yapıyorum; ama ölmek için değil, onurlu yaşamak için. Adaletsizliği bir ömür sineye çekmemek için. Size Sacco ile Vanzetti’yi anlattım. Onların hikayesi böyle bitti, benim hikayem size bağlı…

Dışarıda binlerce,milyonlarca tanımadığım emekçi var. Aydınlar var, sanatçılar var…

İnsanlık var. İnsanlık onuru için mücadele edenlerin yoluna engeller çıkabilir; aşabiliriz, sonunda kazanacaklarımız buna değer. Yeter ki korku, endişe, çaresizlik sınırlarını aşalım. Dün yapamadığımızı bugün yapabiliriz, Sacco ile Vanzetti’yi yaşatabiliriz. Yeter ki güçsüz gözyaşları akıtmaktan ileri bir şeyler yapalım. Haydi kalksın başlarınız yukarı, omuzlarınız dikleşsin. Unutmayın, zamanım tükeniyor ama sizin umudunuz hiç tükenmesin.

Acele edin, acele edelim… (EG/AS)

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.