Direnişçiler Alman Adalet Bakanlığı’na Dilekçeyle Hukuk Dersi Verdi (2)

Eda Deniz Haydaroğlu bugün itibari ile açlık grevi direnişinin 111. gününde.

Ilgın Güler 60., Sevil Sevimli ise 55. gününde.

Geçtiğimiz haftalarda Almanya Adalet Bakanlığı’na yaptıkları görüşme talebine bakanlıktan cevap geldi. Adalet Bakanlığı’nın yazdığı cevap gerek şazılış şekli, gerek dili ve uslubu açısından asgari özenin gösterilmediği, alabildiğine üstten yazıldığı direnişçilerin yazdığı cevaptan anlaşılıyor. Direnişçiler Adalet Bakanlığı’nın bu cevabına bir dilekçe ile cevap verdi. Almanya Adalet Bakanlığı’na verilen dilekçe tarihi bir belge niteliğinde. Adalet Bakanlığı’nın üsttenci cevabına verdikleri cevapla bakanlığa hukuk dersi veriyorlar. Dilekçe çok uzun olduğundan 2 bölümde yayınlayabildik. Dün 1. bölümünü yayınladığımız dilekçenin 2 bölümünü yayınlıyoruz.

-129a, 129b’nin İslami terörizme odaklandığı iddiasını doğru bulmuyoruz. 129b değişikliğinin ABD’nin daha sıkı terörle mücadele yasaları talebi üzerine ortaya çıktığı ve NATO’nun 11 Eylül 2001’den sonra müslüman ülkelerine karşı dünya çapında başlattığı haçlı seferi sırasında uygulamaya konulduğu doğru- dur. Ancak ilk 129b davası 2008 yılında Türkiye’den sosyalistlere karşı açılan bir DHKP-C davasıydı. Sonraki yıllarda da El-Kaide davaları olmadı ama DHKP-C davaları artarak devam etti.

İŞİD’e gelince, İŞİD’in ABD’nin yalanlar üzerine işgal ettiği, sivilleri öldürdüğü, işkence ettiği ve tecavüz ettiği Irak’ta kurduğu işkence merkezlerinde ortaya çıktığını belirtmek önemlidir. İŞİD, Federal Cumhuriyet ve ABD’nin iki ortağı olan Suudi Arabistan ve Türkiye’den düzenli olarak silah tedarik etti. Yüzlerce İŞİD savaşçısı Türkiye’de tıbbi tedavi ve askeri eğitim aldı. Eylül 2018’de basında Berlin Anayasayı Koruma Dairesi’nin gizli bir ajanının 16 yaşındaki bir gencin İslam Devleti için çalışmak üzere yola çıkmasını organize ettiği iddiası yer aldı. Katil Anis Amri, Breitschildplatz’daki saldırıyı gerçekleştirmesi için başka bir İstihbarat muhbiri tarafından teşvik edildi. Tüm bunların bölgeyi askeri üslerle kontrol eden ABD’nin bilgisi ve rızası dışında gerçekleştiğini iddia etmek gülünç olur. Bu arada, hukuk sisteminiz tarafından StGB §§ 129a, 129b ile korunduğu varsayılan Türkiye de yukarıda bahsettiğimiz Türkiye’dir. Bu nedenle, İŞİD’in emperyalist savaşlarınızın doğrudan bir ürünü olduğu ve sizin tarafınızdan aktif olarak inşa edildiği ve desteklendiği söylenebilir. İktidardaki Esad’ı devirmek için, İŞİD’den sonra gelecek her şeye meşruiyet kazandırmak amacıyla, dünya kamuoyunun gözleri önünde hiç rahatsız edilmeden kelle kesen, tecavüz eden, katliam yapan bir çete sahaya sürüldü. Yani katleden, işkence yapan ve tecavüz eden ABD ordusu gitti, yerine katleden, işkence yapan ve tecavüz eden İŞİD geldi. Bugün ABD, İŞİD ile mücadele bahanesiyle ve hepsinden önemlisi uluslararası hukuku ihlal ederek Suriye’nin kuzeyindeki tüm petrol sahalarını işgal etmekte ve Suriye halkından her gün birkaç ton petrol çalmaktadır. Zaman zaman İŞİD’den dönen bazı kişilerin Almanya’da yargılanması ve 3 yıl civarında cezalar alması, asıl hedefin 5 yıldan az hapis cezası almayan Türkiyeli sosyalistler olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

2. Federal Başsavcı’nın Türkiye ziyaretinin içeriği hakkında bilgi

Bu bağlamda şunları yazıyorsunuz: “Başsavcı Dr. Frank’ın 5-7 Temmuz 2022 tarihleri arasında Türkiye’ye gerçekleştirdiği iş gezisi kapsamında, bireysel soruşturma süreçleri ve sizin tarafınızdan adı geçen sanıklar hakkında herhangi bir görüşme yapılmamıştır. Dr. Frank ayrıca herhangi bir onur ödülü de almamıştır. “Başsavcı Dr. Peter Frank’in Türkiye ziyareti ve cezai konularda Alman-Türk işbirliği hakkında daha fazla bilgi, Federal Hükümet’in DIE LINKE parlamento grubu üyelerin- in küçük soru önergesine verdiği ve internette yayınlanan cevabında bulunabilir (Bundestagsdrucksache 20/3182, https://dserver.bundestag. de/btd/20/031/2003182.pdf).”

Bizim Cevabımız:

-Türk Dışişleri Bakanlığı, Başsavcı Dr. Frank’ın Türkiye ziyaretinin ardından “terörle mücadelenin koordinasyonu konusunda görüşmeler yapıldığını yazdı. Ayrıca, Türk yetkililer Sayın Frank ile Türkiye’deki ödül listeleri hakkında konuştuklarını belirttiler (https://odakdergisi2.com/almanyanin-bassavcisi-peter-frank-ak- pli-erdogan-bozdag-ve-sahin-ile-gorustu-gorusmenin-konu- sunun-teror-listesi-oldugu-iddia-ediliyor/). Bu ödül listeleri Türki- ye’de Yargıtay tarafından yasadışı ilan edilmiş olsa da aktif olarak işletilmeye devam etmektedir. Örneğin Peter Frank, bu ödül listelerini konuşurken, listelerin yasadığılığına değindi mi?

-Dr. Peter Frank’ın Türkiye ile Almanya’daki Türkiyeli muhalifler hakkında konuşması, tek tek davalarla ilgili olmasa da (her ne kadar aksini düşünsek de) biz de bu tür davalardan bahsetmedik. Türkiye’nin yıllardır Alman makamlarına düzenli olarak isim listeleri verdiği göz önünde bulundurulduğunda (bkz. güncel İsveç sorunu), bu görüşmenin doğrudan Almanya’daki Türkiye kökenli sosyalistlere yönelik 129b davasıyla ilgili olduğu ortadadır. Toplantının içeriğinin tam olarak açıklanmasını istiyoruz. Bu Alman halkının da talebidir. Ayrıca Frank’ın Tayyip Erdoğan ile ne görüştüğü de açıklanmalıdır. Frank’ın bağlı olduğu BMJ bu konuda bir açıklama yapmalıdır.

Ayrıca güçler ayrılığı ilkesine aykırıdır bu durum. Dr. Frank’ın bir ülkenin cumhurbaşkanı ile ne işi olabilir, bu burjuva hukukunda da bir skandal niteliğindedir diye düşünüyoruz. Birde bu cumhurbaşkanı çocuk katili, onbinlerce insanımızın enkaz altında katleden, yine “terörist” olarak gördüğünüz İŞİD’İ bizzat destekleyen biri olan olması da var.

3. Anayasayı Koruma Dairesi’nin raporlarının resmi işlemlerde dikkate alınmaması

Bu bağlamda şunları yazıyorsunuz: “Federal Anayasayı Koruma Yasası’nın (BVerfSchG) 16. maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesi uyarınca, Federal İçişleri Bakanlığı yılda en az bir kez, Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin devletin korunmasıyla ilgili gelişmeler, çabalar ve faaliyetler hakkındaki – özellikle güncel – bulguları hakkında özet bir raporla kamuoyunu bilgilendirir. Raporların diğer makamlar tarafından somut olarak işlenmesi ve kullanılması, kendileri için geçerli olan yasal düzenlemelere uygun olarak ilgili makamların sorumluluğun- dadır. Raporda yer alan bilgiler nedeniyle bir kişinin hakları ihlal edilirse, bu kişi yasal yollara başvurabilir. Bu durum hem anayasanın korunmasına ilişkin raporda yer alan bir ifade hem de diğer makamlar tarafından rapora dayanılarak alınan kararlar için geçerlidir.”

Bizim Cevabımız:

Burada da Federal Anayasayı Koruma Dairesi hakkında bir eğitim yazısı istemedik. Anayasayı Koruma Dairesi’nin sözde bulgularının siyasi davalarda uygulanmamasını talep ediyoruz. Bunun için çokça nedenler var. Nasyonal Sosyalist Abwehr’in eski bir subayı olan Richard Gerken, kuruluşundan sonra Ofis’e personel alımından sorumluydu. Bu çalışanlardan biri olan eski SS-Hauptsturmführer ve Gestapo üyesi Johannes Strübing, Anayasayı Koruma Dairesi’nde sosyalist avını sorunsuz bir şekilde sürdürdü. Strübing diğerlerinin yanı sıra 1942 yılında Harro Schulze-Boysen ve eşinin infazından da sorumluydu.

-1970’lerde Federal Anayasayı Koruma Dairesi, Radikal Kararname çerçevesinde kamu hizmetine başvuranların radikal eğilimlerini kontrol etmekle görevlendirilmişti.

-Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın soruşturmaları ve aydınlatmayı engellemesi NSU’nun kendini ifşa etmesiyle son bulmadı. Beate Zschäpe’nin polise teslim olmasından birkaç saat sonra, Federal Anayasayı Koruma Dairesi’ndeki daire başkanı Axel M. (kod adı: Lother Lingen) Thüringen’den muhbirlerin dosyalarını aramaya başladı. Ertesi gün personele Mundlos, Zschäpe ve Böhnhardt ile ilgili belgeleri aramalarını emretti ve ardından bir personele bunları mümkün olan en kısa sürede imha etmesi talimatını verdi. Birkaç gün sonra M. NSU ile ilgili daha fazla dosyayı imha ettirdi. M.’ye karşı açılan ilgili davalar Mart 2018’de durduruldu. (Bkz. Dirk Laabs: “Dosyalanın imhasına ilişkin dava para cezasından sonra durduruldu”, Die Welt v. 27.3.2018, https://www.welt.de/ politik/deutschland/article174944754/NSU-Verfahren-um-Akten- Vernichtung-nach-Geldauflage-eingestellt.html.)

– Eyaletlerdeki ve Federal Meclis’teki 13 soruşturma komisyonunda, anayasayı koruma daireleri soruşturmayı defalarca sabote etti: Tanıkların isimleri verilmedi, çalışanlara ifade vermeleri için izin verilmedi, dosyalar zimmete geçirildi ve bazen de sadece yalan söylediler.

-Federal Meclis’teki Birinci NSU Araştırma Komisyonu’nun nihai raporunda, Federal Kriminal Dairesi’nin 1997 tarihli bir tez çalışmasına atıfta bulunulmakta ve buna göre “aşırı sağcı çevrelerin bazı eylemleri o kadar kararlı bir şekilde, kısmen de doğrudan Anayasayı Koruma Dairesi kaynakları tarafından organize edilmiştir ki, bu eylemlerin onların katılımı olmadan gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüphelidir”. Ve: “Anayasayı Koruma Dairesi’nin koruması altındaki kaynakların, kaynaklar olmadan bu şekilde veya bu ölçekte gerçekleşmeyecek eylemlerin hazırlanmasında öncü rol oynadığı tezine ek olarak, Anayasayı Koruma Dairesi’nin bir yandan çoğunluğu kemikleşmiş aşırı sağcılardan oluşan kaynaklarını önemli ölçüde mali olarak desteklediği, onları idari tedbirlerden koruduğu, onları uyardığı ve engelleme olasılıkları hakkında bilgilendirdiği, diğer yandan da polise hiç bilgi vermediği, yetersiz bilgi verdiği veya gecikmeli bilgi verdiği suçlamaları da yer almaktadır.” (Sebastian Edathy vd: “Beschlussempfehlung und Bericht des 2. Untersuchungsau- sschusses, BTDrs. 17/14600 v. 22.8.2013, s. 218f.)

-Yargıç Ingeborg Tepperwien, Anayasayı Koruma Dairesi ile ilgili olarak “devlet makamlarının hukukun üstünlüğüne aykırı davranışlarına ilişkin aşırı bir vakaya” tanıklık ettiğini söyledi.

-İç istihbarat servisinin tarihi ve pratiği, olayların ve sözde skandalların kuralın istisnası olmadığını, Anayasayı Koruma Dairesi’nin yapısının ve çalışma şeklinin buna göre tasarlandığını göstermektedir. Bu aynı zamanda konunun bir “derin devlet” ya da gizlice faaliyet gösteren bir komplocular çemberi ile ilgili olmadığı anlamına gelmektedir. Aksine, anti-komünizmin ideolojik geleneği, şeffaf olmayan bir kültür ve yapısal olarak imkansız denetim, NSU katliamları gibi vakaları her zaman mümkün kılan halk düşmanı bir sistem oluşturmaktadır. Chemnitz’de yabancılar faşist bir guruh tarafından şehrin içinde kovalandığında ve birçoğu yaralandığında, o zamanki yetkili Hans-Georg Maaßen öfkeli vatandaşlardan bahsetmiş ve bu insanlık suçunu küçümsemiştir.

Bu bağlamda, haklarının ihlal edildiğini düşünen herkese yasal başvuru yolunun açık olduğundan bahsetmek zekamızla alay etmektir. Bize “Biz önlem olarak hak ve özgürlüklerinize saldırıyoruz ama siz istediğiniz zaman buna karşı harekete geçebilirsiniz” deniyor. Nazilerin ve anti-komünistlerin raporlarının anti-faşistlerin ve komünistlerin suçlandığı davalarda kabul edilmemesi talebimiz, takip etmeniz gereken bir taleptir. Eğer bunu yapmazsanız, Anayasayı Koruma Dairesi’nin Nazi geçmişine ve solculara ve anti-faşistlere yönelik sistematik saldırılarına rağmen, bu dairenin sözde bulgularının siyasi davalarda kullanılmasında neden anayasal bir sakınca görmediğinizi Alman halkına açıklamalısınız.

-4. dijital dosyaların delil olarak kabul edilmemesi

Bu bağlamda şunları yazıyorsunuz: “Dijital delillerin veya elektronik belgelerin kabulü sorunu, Alman ceza muhakemesi hukukunda genel soruşturma görevi ve delillerin değerlendirilmesi çerçevesinde karara bağlanır. Resmi soruşturma görevi (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (StPO) 244. maddesinin 2. fıkrası) ve delillerin serbestçe değerlendirilmesi (StPO’nun 261. maddesi) ilkeleri geçerlidir. Bu ilkelere göre, davanın hakimi öncelikle tüm aklayıcı ve suçlayıcı olguları resen açıklığa kavuşturmalıdır. Bu olgulara ilişkin delillerin değerlendirilmesi de duruşma hakiminin görevidir. Bu nedenle duruşma hakimi hangi delillerin kabul edileceğine re’sen karar vermeli ve bu çerçevede tum delillerin niteliğine, yani dijital delillerin niteliğine, doğruluğuna ve gerçekliğine karar vermelidir. Bu çerçevede, ceza yargılamalarında dijital delillerin temelden yasal olarak dışlanması söz konusu değildir.”

Bizim Cevabımız:

Bu cevap da mevcut yasal durumun açıklanmasından başka bir şey değil. Bizler bu yasal keyfiliğe karşı 100 günü aşkındır süresiz açlık grevi yapıyoruz. Sizce bu yasal düzenlemenin ne olduğunu hiç araştırmadık mı? Tam tersine: kişisel bir görüşmede, dijital dosyaların delil olarak kullanılmasına ilişkin mevcut yasal düzenlemenin ne kadar geri olduğunu ve çağa ve teknolojiye uygun bir düzenlemenin nasıl olabileceği konusunda yetkililerinizi bilgilendirmek istiyoruz. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (StPO) delillerin serbestçe değerlendirilmesini düzenleyen 261. maddesi, delillerin değerlendirilmesini tamamen hakimin kontrolüne bırakmaktadır. Bu son derece tartışmalıdır. Bir kere, hakimler dijital bir dosyanın gerçekliğini değerlendirebilecek eğitimli adli bilişim uzmanları değildir. Öte yandan, aralarında Helmut Rüßmann’in da bulunduğu pek çok akademisyen, ceza davalarında dijital dosyalardan elde edilen delillerin kontrolsüz bir şekilde kullanılması sorununa değinmektedir. Rüßmann, 78-87 yılları arasında Bremen’deki Hansa Yüksek Bölge Mahkemesi’nde ve 89-99 yılları arasında Saarland Yüksek Bölge Mahkemesi’nde yargıç olarak görev yapmıştır. Ayrıca 1987-2012 yılları arasında Saarland Üniversitesi’nde medeni hukuk, medeni usul hukuku ve hukuk felsefesi profesörü olarak görev yapmıştır.

Bir bilgisayarda dosyaların işlem süresi ve zamanının titizlikle kaydedilmesine rağmen, bilgisayarın sistem zamanını değiştirmek için basit bir hareketinin yeterli olduğunu söylüyor. Bu nedenle, bir bilgisayarın tarih ve saat bilgilerinin süreçlere dahil edilmesi için yeterince güvenilir olmadığını söylüyor. Teknolojinin mevcut durumuyla, hiç kimse bu olası manipülasyonu tam olarak kavrayamaz.

-Polis yetkilileri arasında Nazi ağlarının açığa çıkmasına ilişkin Ülke çapında bir sorun olduğu dikkate alınırsa, 129b davaları için dijital dosyaların işlenmesinden sorumlu olan BKA’daki memurların da bu dosyaları manipüle etmekte çıkarları olabileceği ihtimali vardır. Ayrıca 1959’da Federal Kriminal Dairesi personelinin %48’inin ve 1966’da daire başkanlarının %60’ının NSDAP parti üyesi olduğu biliniyorsa, bir hakimin bu şüpheli delillere dayanarak herhangi bir mahkumiyet kararı vermeyeceği tamamen göz ardı edilemez. Teorik olarak keyfilik ihtimali, böyle bir prosedürü sorgulamak için yeterli bir sebeptir.

-Faşizmle yönetilen bir ülke olarak Türkiye bile, mahkeme süreçlerinde dijital dosyalarla ilgili olarak bu konuda daha ileri bir prosedüre sahiptir. Orada, bir dosyanın kopyası ya olay yerinde ya da ele geçirildikten hemen sonra ve sanığın veya savunmasının huzurunda alınmalıdır. Kopyalama işlemi yalnızca orijinal dosya üzerinde gerçekleştirilebilir. Daha sonra orjinalin iade edilmesi gerekir. Kopyalama işlemi sırasında, dosyaların dijital parmak izi anlamına gelen bir hash değeri oluşturulur. Bu hash değeri hem iddia makamının hem de savunmanın kullanımına sunulur. Bu, her iki tarafın da dijital dosyaların gerçek- liğini kontrol etme ve şüphe durumunda bunlara itiraz etme olanağına sahip olmasını sağlar.

5-Ayrıca belirtmek isteriz ki süresiz açlık grevimizin en temel talebi olan Özgül Emre, İhsan Cibelik, Serkan Küpeli ve Hasan Unutan Tutuksuz yargılansın’a herhangi bir cevap vermemişsiniz.

Direnişçiler olarak sormak istiyoruz. Adalet Bakanlığının görevi bulunduğu ülkenin “Adalet ile ilgili işleyişini kontrol etmek, yasaların doğru uygulanıp uygulanmadığını denetlemek” değilmidir?

Tutuksuz yargılanmalarını talep ettiğimiz insanların geçmişlerini, siyasi faaliyetlerini ve tutuklanmadan önceki durumlarını tek tek inceleseniz dahi sizin hukuk sisteminizin hukuksuzluğunu ve tutuklanma nedenlerindeki meşruluk sorununu görmüş olacaksınız. Size bu meşruluk sorununu örneklerle açıklamak istiyoruz.

Üç tutukludan birisi olan Serkan Küpeli bir antifaşisttir. Sizin anayasayı koruma örgütünüzün mahkemeye sunduğu raporlarında dahi Serkan Küpeli’nin 2018 yılından itibaren aktif olmadığı, aile kurup üniversiteye kaydolduğu, yani düzen sınırları içinde bir yaşam sürdürdüğü açıklanmaktadır. Ki Serkan Küpeli’nin ve diğer tutuklanan insanların Almanya toprakları üzerinde işlenmiş herhangi bir suç kaydı yoktur. En ufak bir şiddet eylemine katılmamışlardır. Kaçma şüphesi ve muhtemel cezanın yüksekliği öne sürülerek defalarca yapılan tutuksuz yargılama başvurularına size bağlı kurumlar tarafından red cevabı verildi.

Peki bu önlemler Naziler için geçerli değil midir? Bu soruyu tek bir örnek üzerinden sormak daha anlaşılır olacaktır:

-32 yaşındaki Franco Albrecht, 2017 yılında “Devlet güvenliğini tehlikeye atacak bir şiddet eylemi girişimi”nden gözaltına alındı. Gözaltına alındığında evinde 4 tane ateşli silah, 1000’den fazla mermi, 50 adet patlayıcı madde, bir tanesi sahte olmak üzere iki kimlik ve kütüphanesinde Hitler’in “Mein Kampf” kitabı bulunmuştur.

Franco Albrecht gözaltında verdiği ifadede üst düzey siyas- ilere yönelik suikast eylemi, yani sizin deyiminizle terör eylemi hazırlığında olduğunu kabul ederek işleyeceği suçu bir Suriyeli yapmış gibi göstererek yabancı düşmanlığını körükleyeceğini itiraf etmiştir. Tüm somut delil ve kişinin kendi itiraflarına rağmen ve her şey ayan beyan ortadayken Franco Albrecht sizin mahke- melerinizce tutuksuz yargılanmıştır.

-Soruyu tekrarlamak istiyoruz ki sizin açınızdan da anlaşılsın; Demokratik eylemlere, nişan ve cenazelere, konserlere ve siyasi etkinliklere katılmaktan yargılananlara uygulanan tutukluluk gerekçeleri, silah, mermi ve patlayıcılarla yakalanan ve siyasilere yönelik eylem hazırlığında olan Naziler için geçerli değil midir?

-Bizim 4 arkadaşımız tutuklu yargılanırken Franco Albrecht gibi Naziler neden tutuksuz yargılanıyorlar? Bu soruların cevaplanmasını talep ediyoruz!

Sayın Buschmann. Sizin de açıkça görebileceğiniz üzere, taleplerimiz ders verircesine bir el hareketiyle başka kurumlara havale edilebilecek münferit uyuşmazlıklar değildir. Tam aksine, sözde anayasal devletinizin derin sorunlarıdır. Bu sorun bir yandan Federal Almanya’nın Nazi Almanya’sının ardılı olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Öte yandan, sizin ve diğer ilgili meslektaşlarınızın bu sorunları bilmesine rağmen aktif bir şekilde bu sorunlara karşı mücadele etmeyi reddetmenize de dayanmaktadır. Ancak bu sorunlar sizin ve makamınızın bilgisi dahilinde engellenmeden devam ettiğinden, siz de bu sorunlara belirleyici bir katkıda bulunuyorsunuz. Bu vesileyle, Nazi Reich’a bağlı Adalet Bakanlığı’nın devamcısı olan Federal Adalet Bakanlığı’nın bizi küçümseyecek bir konumda olmadığını tekrar belirtmek isteriz. Yukarıda da belirtildiği gibi, biz hukuku ve adalet sistemini biliyoruz.

Can kan bedeli öğrendik bunları. Biz hukuki tavsiye değil, yukarıda bahsi geçen sorunlarla ilgili olarak makamınızla görüşmek istiyoruz. Bunu, bugün otoritenizden kaynaklanan bu adaletsizliğe karşı direniş savaşçıları olarak yapmak istiyoruz. Bizler halkın adalet ve açıklık talebini temsil ediyoruz. Yukarıda da görüldüğü üzere, bu meselelerin her birinden sorumlu olan kişi sizsiniz. Bu nedenle sizi bir kez daha bizimle görüşmeye ve taleplerimizi bizimle tartışmaya çağırıyoruz. Ancak bunu yapmayı yine reddetmeniz halinde, Federal Adalet Bakanlığı’nın ve Federal Adalet Bakanı olarak Marco Buschmann’in neden bizimle tartışmak istemediğine dair ayrıntılı bir açıklama istiyoruz.

Saygılarımızla

Eda Deniz Haydaroğlu

Ilgın Güler

Sevil Sevimli

Sosyal ağlarda paylaşın