AKLIMIZ 3

ÖZGÜRLÜK EŞİTLİK VE ADALET UMUDUYLA TEK TANRI DÜŞÜNCESİ ETRAFINDA TOPLANAN KÖLELER NASIL İSTİSMARA UĞRADILAR VE NASIL TOPRAK KÖLELİĞİNE MAHKUM OLDULAR!

Sömürücü ve zalimlerin ilk egemeliği olan Köleciliğe karşı gelişen ilk devrim, Feodal Devrim oldu.

Dolayısıyla ezilen sınıfların özlemlerinin ilk istismarı da bu devrimle gerçekleşti.

Ezilen sınıfları kazanmadan hiç bir devrimin gerçekleşme şansı yoktur. Bu nedenle hangi amaçla olursa olsun, hangi sınıfları temsil ederse etsin, egemenlik kurmak isteyen her sınıf mutlak suretle toplumun en geniş kesimlerini oluşturan ezilen sınıfları kazanmak zorundadır. Güç olmanın ve amaçlarına ulaşmanıon başka hiç bir yolu yoktur.

Köleci sisteme karşı gerçekleşen feodal egemenliğin de köleleri kazanmaktan başka çaresi yoktu. Bunun için tek çare, sınıflı toplumlar sürecinin bütün tarihi boyunca ezilen sınıfların en yakıcı özlemi olan adalet, eşitlik ve özgürlük taleplerine hitap etmeleri zorunluydu.

Köleyi gönüllü köle haline getiren düşünce sisteminin çok tanrılı sistem olduğundan daha önce bahsettik. Köle sahipleri tanrılar hiyararşisine dayanarak köleyi köleliği kabul etmenin kutsal bir görev olduğuna ikna etmişlerdi.

Feodal devrimlerin düşünce biçimi işte tam da bunun karşısına tek tanrılı düşünce biçimini koydu. O günkü bilinç düzeyine denk düşen tartışmasız bir eşitlik, özgürlük ve adalet düşüne müthiş bir vurgu yapan bir düşünce sistemiydi bu.

İbrahim Peygamberle başlayan ve bin yıllar süren peygamberler kültü ile birlikte gündeme getirilen bu düşünce sisteminin ana çekirdeği:

“Çok tanrı diye dir şey yoktur. Bu bir aldatmacadır. Tanrı tektir. Ve herkes de onun karşısında eşittir” sözlerinde ifadesini bulmaktaydı.

Bu düşünsel dönüşüm ve düşünsel devrim, bugün gelinen bilinç düzeyimiz içinde çok basit gelebilir. Ama bu o günkü düşünce sistemini temelden sarsan, köleleri köleleştiren düşünce şekillerini yıkıp atan bir bilinç düzeyine denk düşüyordu.
Dolayısıyla derhal köle sahiplerinin hışmını üzerine çekti. Bir tahta parçasına mı tapıyorsunuz diye tahta bir putun boynuna ip takarak sokaklarda sürükleyen İbrahim Peygamber, bunun bedelini yakılarak ödeyecekti.

Ve tek tanrı düşüncesini savunan bütün peygamberler, köleci devletlerin en ağır işkence, katliam ve baskı koşullarına göğüs germek zorunda kalacaklardı.

İbrahim Peygamberden 3 bin yıldan fazla zaman sonra bile İsa Peygamber çarmıha gerilerecekti. Ondan 600 yıl sonra Muhammed Peygamber Mekke’ den Medine’ ye sığınarak canını zor kurtaracaktı. Onun etrafında toplanan kölelerin bir çoğu acımasız işkencelerden geçirilecek ve vahşice katledileceklerdi.

Bu tek tanrı düşüncesi ilk kez M.Ö 1500 lü yılarda yaşayan Musa Peygamberin, Mısır’da köle bir kavim olan İsrail oğullarını kurtarmasıyla zafere ulaştı. Son derece sancılı ve trajik gelişmelere sahne olan bu süreçte, şekillenen ilk kutsal kitap olan Tevrat, ondan sonra gelen bütün peygamberlerin rehberi oldu.

Bu gelişmelerin konumuz açısından en ilginci İsrail oğullarını kölelik kültüründen kurtarmak için Sina Çölünde tamamen tecrit edilmiş bir yaşama tabi tutmasıydı Musa Peygamberin. Yani İsrail Oğullarının bütün köle kavimler gibi kölelik öylesine ruhlarına işlemişti ki, Musa Peygamber onların dünyadan tamamen soyutlanarak en az 40 yıl yaşamaları gerektiğini ve bu düşünce sistemini yıklıp yerine tek tanrı düşüncesinin ve kültürünün egemen kılınacağı yepyeni bir kuşak yaratmak gerektiği düşüncesine sürükledi. Bu çerçevede Sina çölünde sayısız dramatik gelişmeler, hayal kırıklıkları, ilerlemeler ve gerileme dönemleriyle geçen bir süreç yaşanır. Musa peygamber bütün bunları derinden düşünme ve bir çözüm üretmek için çıktığı Sina Dağı’ndan elinde 10 emir yazılı taş tabletlerle indiğinde bile İsrail oğullarının tekrar eski düşünce sistemine döndüğünü, bir dana putu yaparak ona tapmaya başladıklarını görür büyük bir hayal kırıklığı çinde…

Yani bunların bize anlatttığı, kölecilik gibi kabullenilemez bir konunun düşünce ve inanç sisteminin dahi aşılmasının ne kadar zor olduğudur. Dolayısıyla bugün bir başka köleliğe, ücretli köleliğe mahkum edilen insanlığın, kapitalist kültürü aşarak sosyalist kültüre yürümesi de o kadar kolay değildir. Tek tek sosyalistler için belki de en sancılı süreç budur.

Netice olarak tek tanrı düşüncesi kölelerin içindeki özgürlük, adalet ve eşitlik umudunu ateşlese de, o kültürün dışına çıkmak o kadar kolay olmamıştır. Bu, İbrahim Peygamber çıkış noktası olarak alınırsa, 3 bin yıldan fazla bir süreci kapsar.

Bu devrimlerin en radikali ve en başarılısı Ortadoğu’da yaşanan İslami süreçtir. Bu bölgede epey gecikmiş bir devrim öncüsü olarak ortaya çıkan Muhammed Peygamberin etrafında toplananların çoğu başta köleler olmak üzere ezilen sınıf ve tabakalardır. Ve İslamiyet kısa sürede ciddi bir güç oluşturarak Arap Yarımadası’nda iktidarı ele geçirir.
Burada da Mekke fethedilip egemen sınıfların elinden iktidar alındığında yaşanan ilginç bir örnek vardır. Muhammed Peygamber, Kabede temsil edilen putları, baş put olan Allah dışındakileri kırma kararı aldığında, Mekke egemenleri onu, adeta yalvarırcasına, ikna etmeye çalışırlar. Derler ki: Bak siz de Allah’ ı kutsal tanrı olarak kabul ediyorsunuz biz de… Bu ikimizin de ortak tanrısı olarak kalsın. Bunda anlaşalım. Ama diğer putlar da kalsın onları kırma… Yani her durumda çok putlu sistem ve putlar hiyararşisi varlığını korusun. İkimiz de baş put olan Allah etrafında birleşelim. Bir başka deyişle köleleri, köle yapan çok tanrılı sistemimize dokunma…

Ancak bilindiği gibi Muhammed Peygamber bu anlaşmayı reddederek Allah dışında bütün putları kırdıdır ve tek tanrı olarak Allah dışında bir başka tanrı olmadığını ilan eder.

Bunun yanında Kur’an da sayısız Ayet bulunur kölelerin azledilmesi gerektiğini söyleyen. Hatta kölesini öldüreni öldürürüz. Hapsedeni hapsederiz… gibi çok da radikal ayetler de bulunur. Yine bunlara eşlik eden bir çok hadisden de söz edilir.

Ancak, egemenlik ele geçirildikten sonra, çubuk yavaş yavaş büyük toprak ağaları olan feodallerden yana dönmeye başladı. Özellikle Halife Ömer döneminde sınıf farklılıkları iktidarın temeli haline getirilmeye başlandı. Halife Osman döneminde bu durum alabildiğine pekişti. Muaviye döneminde ise tam anlamıyla feodal bir imparatorluktu artık söz konusu olan.

Buna koşut olarak Ayetler arsında “Allah hiç bir köleyle, türlü türlü nimetlerden sahiplendirdiğimiz özgür bir kulunu eşit tutabilir mi?” gibi ayetler de sökün etti. Mal Allah’ın Malıydı. Ama Allah dilediğine çok dilediğine az verebiliridi. Hatta böyle yaparak kullarını sınayabilirdi. Ul-ul Emr ayetiyle kutsanan ve Allahın yer yüzü temsilcisi ilan edilen iktidar sahipleri, ne yaparsa Allah’ ın istediğini yaptığı, ne derse uymanın zorunlu olduğu aksinin Allah’a şirk koşmak olup, katli vacip olduğu ilan edildi.

Ve en önemlisi İslamiyeti feodallerin egemenliğne çeviren Halife Osman Kur-an’ ı bir anlamda yeniden yazdırarak eski bütün yazılı belgelerini imha ettirdi. Emevi Halifeleri bununla bile yetinmeyerek, Halife Osman’ ın derlediği Kur-an’ı da imha ettirip kendilerine göre yeni bir Kur-an yazdırdılar. Bugün esasen var olan da budur.

Ve artık özellikle kölelerin aklı devre dışı bırakılmaya başlandı. Özgürlük ve eşitlik beklerken, toprak serfine dönüştürülen köle, Allah’ın böyle istediğini, kaderinin böyle yazıldığını, alın yazısının bu olduğunu kabul etmeye başladı. Aklına hangi soru takılsa “Allah’ın işidir akıl sır ermez” dendi. Halk ne kadar zulüm görürse görsün, adalet öbür dünyaya havale edildi. Nasılsa ahirette cezalarını çekeceklerdi. Yoksul ve ezilenler, cennete daha kolay gidecekleri düşleri ile avutuldu.

Ama sıra egemen sömürücü feodallere gelince ne cezalar, ne de başka bir şey öbür dünyaya havale edilmiyordu. Ağızlarından çıkan her şey kanundu. Birinin canı “Tez Kellesi Vurula” diye ağızlarından çıkacak üç kelimeye bağlanmıştı. Allah ve onun hükümleri denen feodallerin hakları(!) konusunda en küçük tereddüt bile kelleyi kotuğa almayı gerektiriyordu.

Bütün her şeyi ters yüz eden Muaviye gibileri, bir yandan kabeyi bile mancınıklarla yıkarken, en inanmış müslümanları dinden çıkan kafirler ilan edbiliyordu. Ve bütün bunları kutsal Allah ve din adına yapıyordu.

Ve bütün bunların yanında öbür dünyada inanılmaz işkenceler ve azap diyarı olan Cehennem, ve inanılmaz bir güzellikler diyarı olan Cennet kondu. Kölelerin her birinin beyninde artık birer cehennem zebanisi vardı. Her adımda korkudan titretiyordu onları. Ve ulaşma ihtimaline pek inanmasalar da bir de rüyalarında bile göremyecekleri cennet yaşamı vardı.

Yakın dönemde ünlü bir Amerikalı Milyarder tekelcinin, “Bu cennet vaadi olmasa halkı zor yönetiriz” dediği gibi, cehennemle birlikte cennet vaadi halkı yönetmeyi son derece kolaylaştırıyordu. Köleler, cehennem azabını düşünüp titredikçe, hem Allah’a hem de efendilerine tutkulu sevgi gösterieri yapmak zorunda hiisediyorlardı kendilerini.

Dolayısıyla tek tanrılı inancın vaad ettiği özgürlük tutkusu, yeniden trajedik bir boyun eğişe dönüştü. Toprak köleliğini gönüllü kabullenmeye yol açtı. Bir yanda baldırı çıplak marabanın aklı hiç bir şeye ermez diyen toprak ağaları karşısında, toprak serflerinin dilinde de, “Sen Bilin Ağam”, “Biz Marabaların Aklı Ermez Ağam. Biz Hepimiz Senin Kulunuz” sözleri kutsal sözler gibi dökülmeye başlandı.

Bu inancın binlerce versiyonu feodalizmin en aşağı bin yıl halkın kaderini belirlemesine yol açtı.

Taa ki, yakılma katledilme pahasına, tek tanrılı dinlerin uydurduğu nice saçmalıkları bilimsel kanıtlarıyla çürütmeye başlayan aydın bir burjuva sınıfı doğana kadar. Ve bugün en reddedlmez gerçekleri dile getiren sayısız aydın sırf kiliseye veya tek tanrılı dinlerin uydurulmuş dogmalarına karşı geliyorlar diye yakıldı, kesildi, işkencelerle katledildi. Sadece Avrupa feodalizminin yıkılmadan önceki karanlık çağı olan engizisyon döneminde 60 bin aydının katledildiği bilinmektedir. Gezegenler sistemini keşfeden Kopernik, Dünyanın gezegen olduğunu dile getirdiği için yakılan Bruno’da bunlar arasındadır.
Ve bu sürecin bir yanı kanlı katliamlar ve kapkaranlık bir gericilik yıllarıyken, bir yani Rönasans ve reform hareketleri gibi aydınlanma, en önemli başka bir yanı ise Tomas Münzerler, Babailer, Şeyh Bedreddinler, Pir Sultanlar gibi büyük köylü isyanları ile anılan yıllardır.

Bu isyanlar ve aydınlanma, maddi ekonomik ilişkilerde egemenliğini tesis eden burjuvaların iktidarı ele geçirmeleri ile sonuçlanacaktır. Burjuva devrimleri, sayısız dini merkezi yerle bir ederek, sayısız din adamını giyotinlerden geçirerek, Laiklikle dini ideolojinin etkinliğini kırarak, kendi düşüncesini ve iktidarını egemen hale getirmiştir.

Ancak burjuvalar da tıpkı feodaller gibi, eşitlik-özgürlük-adalet vaadleri ile yola çıkmasına rağmen, insanlığı bir başka köleliğe, ücretli köleliğe mahkum edecektir.

Bu serimizin bir sonraki yazısında da bunu işleyeceğiz…

YAŞASIN KÖLELİK KADERİMİZİ DEĞİŞTİRECEK VE ÖZGÜRLÜK-ADALET VE EŞİTLİK ÖZLEMİMİZİ GERÇEKLEŞTİRECEK VE İNSANLIĞIMIZI YENİDEN KAZANMAMIZI SAĞLAYACAK TEK DÜZEN OLAN SOSYALİZM!

BÖYLE BİR DEVRİM İÇİN SAVAŞAN SOSYALİSTLERE İNANÇLA UMUTLA!.

Sosyal ağlarda paylaşın