KAPİTALİZM ve SOSYALİZMDE SAĞLIK SİSTEMİ

(Halk Okulu 101. sayısından)

Yaşadığımız düzende sağlık bir sektör olmuş durumda, hastalar da müşteri… Kapitalizm hiçbir şeye çözüm olamadığı gibi sağlık sorunlarımıza da çözüm olamaz. Sadece çözüm arıyor gibi yapar forumlar, zirveler düzenler ve bundan büyük karlar sağlar.

Araştırmalar 39 kanser türünden 32’ sinin ekonomik durumla doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor. Kapitalizm, sürekli tüketimi körüklüyor. insanları sağlıksız yiyeceklerle “obez” yapıyor, sonra obezliğe çözüm arıyor. Zayıflamayı da bir kazanç konusuna dönüştürüyor. Tekellere bunun için milyarlarca doları bulan yeni bir pazar açılıyor. Yani, insanlar şişmanlarken de zayıflarken de kazanan tekeller oluyor.

Kapitalizm hasta değil de müşteri olarak baktığı için; müşterisini kaybetmek istemez. Bunun içindir ki kapitalizmin sağlık politikaları insanların hasta olmalarını önlemeye yönelik değildir. Koruyucu sağlık, kapitalizmin mantığına terstir. Tam tersine insanların hasta olmaları adeta onların işine gelmektedir.

SOSYALİST SAĞLIK POLİTİKASININ EN ÜSTÜN YANI “KORUYUCU ÖNLEMLER”DE ORTAYA ÇIKAR

Sosyalizm, sağlık politikasını hastalıkların tedavisi üzerine değil, hastalıkların ortaya çıkmasını engelleme üzerine oluşturmuştur.

Çünkü biz sosyalistler, nedenleri bulup savaşmadan sonuçların değişmeyeceğini biliriz. Sağlık yatırım-

ları da bu nedenlere yöneliktir. Yani insanların hastalanmadan sağlıklı yaşamaları üzerine kurulmuş bir sağlık politikası. Kapitalizmdeki gibi insanları ilaç kullanarak hastalıklarıyla birlikte yaşatmıyor. Sağlıklı yaşamak her insanın en temel haklarından birisidir. Bunun için sos yalist ülkelerde, kapitalist ülkelerin “gelir” kaynağı olarak gördüğü sağlık hizmetlerinden ülkede yaşayan herkesücretsiz yararlandırılmıştır.

Amerika, Avrupa dahil, emperyalist ve yeni-sömürgelerde yüz binlerce insan evsizdir, sokakta yaşamaktadır. Küba’da sokakta yaşayan kimse yoktur. Küba’da her ailenin gıda ve sağlıklı beslenme hakkı anayasal güvence altındadır. ABD’de binde 12, Türkiye’de binde 80 olan çocuk ölüm oranları Küba’da binde 6’ya kadar düşürülmüştür. Sovyetler Birliği, anne ve çocuğun korunması ve bakımında dünyanın en ileri ülkesi konumuna yükselmiştir: Hamile ve lohusalar için yatak sayısı 1913’te yaklaşık 7 binden 1928’de 27 bine, 1956’da da 179 bine çıkmıştır. Kreşlerde yer sayısı 1928’de 62 binden 1956’da 966 bine, şehirlerdeki çocuk yuvalarındaki çocuk sayısı da aynı yıllarda 130 binden 1 milyon 882 bine çıkmıştır.

Sosyalizmde sağlığa çok önem verilir. Bugün bile Küba’nın Covid-19 için dünyanın dört bir yanına doktor gönderdiğinden bahsediyorsak bu sosyalizmin başarısını gösterir. Sovyetler Birliği’nde de çok fazla doktor yetişmiştir

Sovyetler Birliği’nde ve Bazı Kapitalist Ülkelerde Doktor Sayısı (Askeri Doktorlar Hariç):

Her on bin kişiye düşen doktor sayısı

Sovyetler Birliği’nde 1917’de 1’den 1928’de 4’e,

1940’da 7’ye,

1951’de 13,9’dan 1957’de 16,9’a çıkarken bu sayı

1954’te ABD’de 12,7;

1951’de İngiltere’de 8,8;

Fransa’da 1954’te 9;

İtalya’da 1951’de 12,3,

Japonya’da 1954’de 10

ve Almanya’da da (Batı Berlin hariç) 13,5 idi.

Kapitalizmin bizi müşteri gibi gördüğü için iyileşmemizi istemediğin söyledik. Peki kapitalizm bu müşterilerinden ne kadar kar sağlıyor?

BUGÜN DÜNYADA EN BÜYÜK PAZARLARDAN BİRİ İLAÇ PAZARI, DÜNYANIN EN BÜYÜK ÜÇÜNÜNCÜ

BÜYÜK SEKTÖRÜ İLAÇ SEKTÖRÜDÜR

Dünyada ilaç sektörünün toplam ticaret hacmi 1,42 trilyon ABD Doları’nın üzerinde gerçekleşmiştir.

Dünyada her yıl 14 milyon kişi kansere yakalanıyor.

Her yıl 8.2 MİLYON KİŞİ KANSERDEN ÖLÜYOR.

Kapitalizm önce hasta ediyor sonra da bu hastalığın tedavisi için ilaç üretip pazara sunuyor. Kapitalist düzenin hastalığı kanser, bilim adamları, tıp teknolojileri ve ilaç firmaları açısından sömürünün en yoğun, rantın en yüksek olduğu alanlardan biridir.

Yani, kapitalistlerin kar için yapamayacakları şey yoktur.

Upton Sinclair Chicago Mezbahaları adlı romanında 1900’lü yıllarda, Amerika’da kâr uğruna insan sağlığının nasıl hiçe sayıldığını, emekçi yoksul kitlelerin nasıl zehirlendiklerini şöyle anlatıyor; “Nereden bilebilirlerdi köşe başından aldıkları sütün sulandırıldığını ve içine formaldiet konulduğunu?

Nereden bilebilirlerdi aldıkları çayın, şekerin ve kahvenin hileli olduğunu? Aldıkları konserve bezelyenin bir takım bakır tuzları ile boyandığını, kahvaltılık reçellerin anilin boyası ile renklendirildiğini? … Sözgelimi bu çeşit jambon ya da domuz ezmesi, makinenin kesemeyeceğikadar küçük sığır eti parçalarının kıyması beyaz görünmesin diye bazı kimyasal maddelerle, içine deriden domuz etine kadar türlü etler konularak hazırlanıyordu. Bu karışım iyice ezildikten sonra içine bol miktarda baharat atılıyordu. Tat versin diye tabii. Zira beslenen hasta hayvanlar daha çabuk yağlanıyordu. Herhangi bir kıtanın dükkanlarında kalmış eski yağlar bu insanlar tarafından satın alınır, bir yığın kimyasal işlemden geçirildikten sonra taze yağ diye satışa çıkarılırdı.”

Bugün de bu vahşi tabloda değişen bir şey yoktur. Kapitalist gıda tekelleri ellerini attıkları her ülkede bu tür yöntemlerle gıda üretimi yapmakta ve ceplerini doldururken milyonlarca insanı hasta etmekte. Sonra devreye ilaç tekelleri giriyor ve onlar ceplerini dolduruyor. Bu kısır döngüden sosyalizmi kurmadan kurtulamayız.

Sosyal ağlarda paylaşın