3 ÜLKE, 3 KİTAP, 3 TAVIR: DİRENMEYEN ÇÜRÜR, SAVAŞMAYAN ÖLÜR!

Anadolu topraklarında, 2019-2020’de dünya çapında etkili olan ölüm orucu direnişlerini yaşadık. Mustafa Koçak adil yargılanma hakkı için direndi. Grup Yorum Emekçileri İbrahim Gökçek ve Helin Bölek konser yapma hakkı için direndi. Halkın Avukatları Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal adil yargılanma hakkı için direndiler.

Dünya çapında etkili olan bu direnişler, ülkemizde halkımızı mücadeleye sevk etti, solu ve halkımızı birleştirdi. Bu direnişlerin siyasi zaferlerinin önemi, dünyada benzer süreçleri yaşayan ülkelere bakarak daha doğru anlaşılacaktır.

Tupamarolar, Ağlayan Laleler, Bir Direniş Odağı Metris ve Direniş Ölüm Yaşam-1 kitaplarını esas alarak, karşılaştırma yaparak değerlendireceğiz. Üç ayrı ülkenin üç ayrı hapishanesinden örneklerle somutlayacağız.

Hapishanede direnmemenin sonuçlarını ve ülkemizde hapishane direnişlerinin halkımız açısından önemini göreceğiz. Önderleri hapishanede direnmeyen halklar umutlarını yitirdiler.

İran, Uruguay ve Türkiye hapishanelerinde, 1970, 1980’li yıllarda benzer baskı politikaları uygulandı. Baskılar birbirine çok benziyordu; ama direnmemeyi seçenler çürüdüler. Kendi yazdıkları kitaplarda bu çürümeyi anlattılar. Ülkemizde ise dünyaya örnek oluşturacak direnişler sergilendi.

Türkiye’de Tek Tip Elbise (TTE) giydirilmesine karşı 1984 Ölüm Orucu Direnişi yapıldı. 4 şehit verildi. Grup Yorum meydanlarda milyonları buluşturup konser yaptıysa onlar sayesinde yaptı. Bugün eğer Mustafa Koçak, Grup Yorum ve Avukat Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal ölüm orucunda direndiyse onlardan aldıkları güçle direnmiştir.

1984 Ölüm Orucu direnişinin siyasi zaferinin etkisini, Türkiye solu sonraki yıllarda görmeye başlamıştı. Cuntanın saldırıları püskürtülmüştü. Cunta sonrasında, tek bir demokratik eylem yapılamazken, Devrimci Sol tutsaklarının aileleri 12 Eylül sonrasının ilk demokratik eylemini yaparak Taksim Anıtı’na siyah çelenk bıraktılar. Direnişin dünya çapında etkisi büyük oldu. Amerikancı faşist cunta, geri adım atmak zorunda kaldı.

Elbette direnmeyen siyasi yapılar ve bununla özdeşleşen Mamak Hapishanesi’ni de unutmamak gerekir. Daha çok Devrimci Yol davası tutuklularının bulunduğu Mamak’ta tam bir teslimiyet vardı. Her türlü insanlık dışı onursuzluk kabul edilmişti. Metris Hapishanesi ise bir direniş odağı haline gelmişti.

Direniş! işte her şey bu kelimeyle başlıyor. Direnmeyenler kendileriyle birlikte halklarının umutlarını da yok ediyorlar. Direnmeyenlerin insanlık onurları ayaklar altında eziliyor.

Uruguay’daki tutuklu siyasi önder ‘köpek muamelesi görmek istiyorum’ diye dilekçe vermiş. Tuvalete çıkarmadıkları için ‘mesanemin beynimin yerini aldığını sanıyordum’ diyor. Bu koşullarda direniş yasal bir hakkın çok çok ötesindedir.

Direnmek var olmak demektir. İnsanlık onurunu, halk olmanın onurunu korumak demektir. ‘Her şeye rağmen yaşamalısın!’ diye düşünenler halkların binlerce yıldır biriktirdiği değerlerin yok sayılmasını istiyorlar.

Egemenler ellerindeki büyük askeri güce, yasal imkanlara rağmen devrimcilere karşı sınırsız bir güç kullanamıyorlar. Çünkü bizden önce direnen devrimciler vardı, haklarımızı söke söke aldılar.

Her canlı varlığını sürdürmek için direnir. Direnmeyen hiçbir canlı varlığını sürdüremez, yeryüzünden silinir.

URUGUAY

Tupamarolar isimli kitap Uruguay’da 9 devrimci önderin hapishane sürecini anlatıyor. 1985’te tahliye edilirler ve eski mücadelelerini tasfiye ederler.

Uruguay’da 1980’li yıllarda her 54 kişiden birisi tutuklanmıştı. Tupamarular’ın önderleri hapishanedeydi. Direnmediler ve yaşananları okuyalım; “Her birimiz, herhangi bir mobilyanın bulunmadığı iki metre karelik bir alana sahiptik. Yürüyebilmemize izin verilmişse, kafesteki sıçanlar gibi ileri geri üç küçük adım atıyorduk. Bazen bir yıl boyunca ahşap bir bankın üzerinde oturuyorduk, sırtımız kapıya, yüzümüz duvara dönük olarak. … Az yemek, çok dayak vardı, umut ise hemen hiç yoktu.“ (Tupamarolar S.18) Teslimiyetin, geri çekilmenin sınırı yoktur. Şuraya bakın, yürümek için bile izin verilmesini bekliyorlar. Bekliyorlar, bekliyorlar… Nasıl oturacaklarını dahi askerler belirliyor. Aşağıda ise Metris Hapishanesi’ndeki baskılara karşı direnişleri sıralayacağız.

Elde edilen hakların hiçbiri kendiliğinden olmamıştır. Bugün AKP iktidarı, tüm saldırganlığına rağmen TTE uygulamasını hayata geçiremedi. Çünkü TTE’ye karşı direnen, don-atlet mahkemelere giden siyasi tutsakların fotoğrafı hala halkımızın belleğindedir.

Az yemek vermişler… İran’da da, Türkiye’de de az yemek verdiler. Neredeyse tüm dünyada benzeri uygulamalar vardır hapishanelerde.

Metris’teki uygulamaya bakalım: ‘Bir psikolojik savaş başlamıştı. Erler tutsakların uyumasını engellemek için koridorlarda gece yarısı demeden bağırış çağırış top oynadılar, yemeklere kum-taş attılar ve hatta karavanalara subayların izniyle tükürmeyi, işemeyi marifet saydılar!’ (Metris, s.90) Verilen iki çeşit yemek 33 kişiye bölündüğünde, her kişiye ancak birer kaşık düşüyordu. Yemek, Metris işkencehanesinde artık insanların yaşamlarını sürdürmek için doğal gereksinimini karşılamaktan çıkmış, bir baskı, sindirme aracına dönüşmüştü. Hayvan terbiyecilerinin hayvanı aç bırakarak terbiye etmesi yöntemi, bu sefer «B-2 laboratuvarı»nda deneniyordu.(Metris,s.373) Buna karşı açlık grevleri dahil birçok direniş örgütlendi ülkemizde.

“Tüm bu yıllarda bağlantılı olduğum ve hiç göremediğim, yalnızca ara sıra „Gardiyan, bana su ver! Beni tuvalete götür, artık dayanamıyorum!“ diye haykırdığını duyduğum bir yoldaş bu çılgınlık içinde günden güne, aydan aya, yıldan yıla çürüyordu.“ (Tupamarolar s.20) “Uruguay’ın siyasi cezaevlerinde mahkumların birbirleriyle selamlaşmaları yasaktı. ‘İyi günler’ ya da ‘merhaba’ demek sertçe cezalandırılıyordu.„ (Tupamarolar s.30) Tutsak yoldaşı aydan aya, yıldan yıla çürüyor; ama önderleri hiçbir şey yapmıyor. Biz ülkemizde hapishanede dayanışmanın onlarca çeşidini gördük. Başka bir hücredeki tutsakla dayanışma, F Tipi hapishanelerinin katliamla açıldığı ilk günden itibaren vardı ülkemizde. Hiçbir tutsak tek başına bırakılmaz. Bütün yaratıcılıklarını kullanarak diğer hücrelerden sıcak çay, temizlik maddesi hatta kıyafetler bile ulaştırılmıştır.

Uruguay’da ise sadece bu yasaktan söz edilmiş. Ama buna karşı bir direniş geliştirilmemiş. Sadece küçük işaretlerle, askerlere belli etmeden birbirlerine selam dahi verememişler. Yıldan yıla çürüyen tutsak için hiçbir şey yapmamışlar.

Selamlaşma yasağı, ilk açıldığında ülkemizde F Tipi Hapishanelerde uygulanmaya çalışılmıştı.

Koridorlardan geçerken tutsakların birbirlerini görmemeleri için farklı zamanlarda geçiriliyorlardı. Tesadüfen karşılaşırlarsa da duvara döndürülmek isteniyor, selamlaşanlar cezalandırılıyordu. Tam bir mezar sessizliği yaratmak istiyorlardı.

Bunu başaramadılar. 122 şehit verilen büyük ölüm orucu direnişi, F Tipi Tecrit hücrelerinin tecritini tuzla buz etti. F Tipi Hapishanelerde koridorda birbiriyle sohbet ediyor ve hatta kucaklaşabiliyorlar. ‘Yasak!’ kelimesi artık sadece usulen söylenen bir sözcükten ibaret haline gelmiştir.

Elbette selam verme hakkını kazanmak için de büyük mücadeleler verildi, 122 şehit verildi, 600 kişi ölüm orucunda sakat bırakıldı. Kolları kırılan, hücrelere atılan tutsak sayısı az değildir. Ama artık bugün F Tipi Hapishaneler ile kimseyi korkutamaz hale geldiler.

“Çoğu zaman bize su vermiyorladı ve biz kendi sidiğimizi içiyorduk. Verdikleri yemek yok denecek kadar azdı ve böylece tuvalet kağıtlarını çiğniyor, böceklerle besleniyorduk. On bir yıl, altı ay ye yedi gün ne birbirimizi gördük ne de güneşi. Okuyacak hiçbir şeyimiz yoktu ve yazmamız yasaktı.“ (Tupamarolar s.31)

Sanki 12 Eylül cunta hücrelerini anlatıyor değil mi? Grup Yorum’un Güleycan isimli şarkısı, havalandırmanın köşesine inen güneş için tutsakların direnişini anlatır. Ülkemizde havalandırma hakkı için yıllarca direndi Devrimci Sol tutsakları. Suyu, bir tehdit aracı olarak ülkemizde de kullandılar. Ama bunu karşı bir silaha dönüştürdü ülkemizdeki siyasi tutsaklar.

“Ölüm Oruççularının birlikte ölmelerine tecrit duvarı çekilmesi su içmeme kararıyla protesto ediliyor. Artık ölüme susuz gidilecek. Dudakları kuruyor. Çöl kuruluğu dudaklarını yarıyor, kavuruyor. İradesine rağmen, dudakları kurak toprak gibi suyu özlüyor. Dudakları parça parça soyuluyor, çürüyen etleri dökülüyor. Açlığın yediği yaşamına artık susuzluk da ortak oluyor.“ (Direniş Ölüm Yaşam-1)

“Ama koşullar öyle bir biçim alıyordu ki, an geliyor bir köpek olmak ve köpek muamelesi görmek gibi mantıklı bir isteğe kapılıyordum. Bununla ilgili olarak askeri makamlara bir dilekçe veriyordum.“ (Tupamarolar s.32)

“Örneğin günde yalnızca bir defa tuvalete gitmemize izin veriyorlardı. Sidiğini tutmak zorunda kalmak, kişide organlarının yer değiştirdiği hissini uyandırıyordu. Ben mesanemin beynimin yerini aldığını sanıyordum.“ (Tupamarolar s.43)

İşte, Tupamarolar’ın önderlerinin hapishanede yaşadıkları bunlardı. Köpek muamelesi görmek için dilekçe veriyor! Bir siyasi önderin düştüğü hale bakın!

Ülkemizde de hapishanedeki rütbeli asker tutsakları zorlayıp köpeği Co’ya ‘komutanım’ çekilmesi için işkence yapmıştı. Direniş başladığı andan itibaren insanlık onurunu daha fazla aşağılayamadıklarını Metris Hapishanesi’ndeki Devrimci Sol tutsakları gösterdi.

Oysa direnmeyen Mamak ve Diyarbakır hapishanelerinde aşağılık uygulamalarını tırmandırdılar. Yani faşizm varoldukça, baskılar her yerde vardı ve var olacak. Aşağılık uygulamaları püskürtmenin tek yolu ise DİRENMEKTİR!

Şu istatistikleri Tupamaru kitabının yazarı veriyor: “Uruguay 185 bin kilometre kare büyüklüğünde küçük bir ülkedir. 2.8 milyon nüfusu vardır. 9 milyon adet büyükbaş hayvanı ve kişi başına 3 sığır düşmesine rağmen Uruguay’da çocukların yüzde 31’i yetersiz beslenmektedir.„

Bu gerçekler olduğu gibi dururken, Tupamarolar düzenin çizdiği sınırların içine çekilmiş. Halkların kurtuluşu için mücadeleyi terk etmişlerdir.

İRAN

Ağlayan Laleler isimli kitap İran’ı anlatır. 1979’da İran Şah’ı devrildi, molla rejimi kuruldu. Binlerce solcu tutuklandı, katledildi. İran solu, bir iki istisna hariç, hiç ortak hareket edememiş, direnmemiştir. Dört yıl gibi bir sürede İslami rejim tüm örgütlü muhalefeti yok etmiştir.

Bugün İran’da örgütlü sol bir direnişten söz etmek mümkün değildir. Çünkü direnmeyerek yok oldular. Ülkemizde ise 12 Eylül cuntasına karşı siyasi tutsaklar direndiler. Devamında halkın örgütlü mücadelesi hızla ivme kazandı.

Yakın süreçte, Nuriye Gülmen’in başlattığı Yüksel Direnişi dünya çapında etkili oldu. Avukatların direnişi, Grup Yorum’un direnişi dünya çapında etkili oldu. 12 Eylül hapishanelerinde direniş olmasaydı, bu direnişlerden de söz edilemezdi.

Tudeh (İran Kitlelerinin Partisi), Marksist kimliğiyle tanınan bir partiydi, Sovyetler Birliği ile ilişki içindeydi. Şimdi bu partinin hapishanelerdeki durumuna bakalım:

“Genel Sekreter Nurettin Kianoori kendisi yakalanınca partinin çözüldüğünü duyurdu ve tüm üyelere kendilerini ele vermelerini söyledi. Tudeh’in yönetim kadrosu üye listelerinin tamamını partinin ülke çapındaki örgütlenme şemasıyla birlikte teslim ettiler.“ (Ağlayan Laleler, s.40)

“Bu hücumlar sırasında bazı tutuklulardan yoldaşlarının idamına katılmaları istendi. Reddedenlerin kendisi de idam edilirdi. Bunun sonucunda bazı tutuklular tüm direnişlerini yitirirlerdi: İdam bahçesine götürülürler ve kafaya sıkılacak son kurşuna gözleyicilik ederlerdi. Diğerleri kurşuna dizilmiş gövdeleri taşır ve kamyona yüklerlerdi. Evin’deki işkence koşulları yavaş yavaş yoldaşı yoldaşa, anne-babayı çocuğuna, çocuğu anne babasına karşı çevirmeye başladı.“(Age, s.95)

“Burasının adı ‘Dinlenme Yeri’dir. Burada kimse gürültü yapmaz. Yaşayan hiçbir canlının burada hareket ve gürültü etmemesi gerekmektedir. Anlıyor musun, Evet? Evet kardeşim, anlıyorum, diye ben de fısıldayarak cevap verdim. El kolumu yakalamak üzere hareket etti. Yavaşça koridorda ilerletilmeye başladım. Bu adamın hiçbir şekilde sesini duyamıyordum, hatta ayakkabılarının çıkardığı sesi bile.“ (Age, s.97) “Kameralar önünde ‘günahlarını’ itiraf ettiriliyorlardı. Kianoori, Tudeh partisinin lideri ve İhsan Tabari partinin ideoloğu bilinen en önemli iki örnektir.“ (Age, sf 175)

“Fikir verebilmek için; yaklaşık olarak 40 tutuklu 1,5’a 2,5 metre boyutlarındaki karantina hücrelerinde tutulurdu. Aslında tavabların iddia ettiği gibi liderler ve direnişler yoktu. Bunun ana nedeni de tutuklular arasında haberleşme ve birlikteliğin hemen hemen hiç olmamasıydı“ (Age, s.117) “Yaralılara bile yemek yemeleri için yardım edemezdiniz. Bir başka tutukluya yemeğini yemesi için yardım etmek „direniş“ sayılırdı ve kışkırtma olarak görülürdü.“ (Age, s.126) “Tavabların işe yararlığı sonuna gelmişti ve bu oldukça kanlı bir sondu. Çeşitli muhalif grupların liderliklerinden gelen tavabları kullandıktan sonra rejim onlara karşı döndü. 1983 ve 1985 arasında Evin’in Eichmann’ının yönetiminde bir ‘temizleme’ operasyonu sonucunda tavab liderleri kurşuna dizilmişti.“ (Age,s.185)

Son alıntıdan başlayalım. İşbirlikçi olan Tavablar, işleri bitince kurşuna dizildi. İşbirlikçiler dünyanın hiçbir yerinde rahat edemezler. Çünkü yoldaşlarını satanları egemenler de ilk fırsatta ortadan kaldırırlar, güvenilmez olduklarını bilirler.

Kitaptan alıntılarla İran hapishanelerinde yaşananlardan birkaç örnek verdik. İşbirlikçiler oluşturmuşlar hapishanede pis işlerini onlara yaptırmışlar. Tövbe eden, işbirliği yapan önderlerin videoları çekilip tüm ülkeye yayınlanıyor. Ne kadar tanıdık değil mi? Ülkemizde de hala bu yöntemi kullanıyorlar. Önderleri örgütün tüm şemasını teslim etmiş. Örgütlerini tasfiye etmişler. Ülkemizde ise devrimci önderler Ölüm Orucuna yatarak en önde direnmişlerdir.

‘Dinlenme yeri’ dedikleri sessiz bir hapishaneye götürmüşler. F tipi hapishaneler ülkemizde açıldığında da, tamamen sessiz bir hapishane oluşturmak istemişlerdi. Eğer direnişler olmasaydı o bembeyaz, buz gibi duvarların ardında sessizlik hüküm sürerdi. Oysa F tipi hapishaneler ilk açıldığı günden itibaren, sloganlarla, kapı dövmelerle, direnişlerle inledi.

Slogan attığı için, kapı dövdüğü için birçok tutsak işkence gördü, kolu kırıldı, hücrelere atıldı. İran’da ise gardiyanın sessizlik uyarısına harfiyen uymuşlar. İran’da o baskılara direnmedikleri için, bugün hala sessizlik hüküm sürüyor. Ülkemizde ise hapishanelerde sloganların, marşların, kapı dövmelerinin sesi hiç kesilmedi.

Haberleşmeleri neredeyse hiç yokmuş. Bunun olumsuz sonuçlarını da görmüşler. Molla iktidarı tüm ipleri eline almış. Oysa Metris Hapishanesi’nde ‘tık tık tık’larla mors alfabesiyle bir uçtan bir uca haberleşmiştir özgür tutsaklar.

Askerler bunu çözmeye çalışmış; ama tutsaklar yeni yollar yöntemler, şifreli mors alfabeleri geliştirmişler. Ayrıca elle harf yazarak da uzaktan uzağa birbirleriyle iletişim kurabilmişler. Böylece birçok direniş örgütleyebilmişlerdi. Askerlerin işbirlikçileri olmasına rağmen, birçok gizli direniş örgütlemeyi başarmışlardı.

İran’da yaralı yoldaşlarına dahi yardım edememişler. Elbette egemenler baskı kurmak için her şeyi deneyeceklerdir. Ancak yaralı bir yoldaşına yardım edemeyen bir devrimci, her türlü değerini kaybeder. Direnmeyen İran örgütlerinden bugün hiçbir ses soluk çıkmamaktadır. Oysa ülkemizdeki direnişler, hala tüm dünya halklarını sarsmaktadır.

‘Orada mollalar olduğu için direnilemez’ diye düşünenler yanılıyor. ‘Uruguay’da cunta vardı direnilemez’ diye düşünenler yanılıyorlar. Çünkü ülkemizde de cunta vardı, Mamak ve Diyarbakır hapishanelerinde askerlerin en aşağılık saldırılarını halkımız biliyor. Aynı saldırılar Metris’te de vardı; ama Metris’te ölümüne, dişe diş bir mücadele verildi ve birçok hak cunta koşullarında da kazanıldı. Kazanılan haklar sadece hapishane ile sınırlı değildi. Tüm ülkede halkın mücadelesinin önünü açtı.

TÜRKİYE

TÜRKİYE’de BİR DİRENİŞ ODAĞI METRİS’te saldırılar ve buna karşı direnişleri özetleyelim. Uzun bir alıntı olacak; ama diğer ülkelerde yaşananlarla karşılaştırmak açısından son derece önemli bir belge niteliğindedir bu direnişler.

Değişik zamanlarda, değişik sürelerle uygulanan ve değişik biçimlerde devam eden baskı ve yasaklara, işkencelere ve onur kırıcı aramalara, yaptırımlara karşı hayata geçirilen çeşitli direniş biçimlerini kitaptan alıntılarla şöyle sıralayabiliriz:

a) Saç kesmeye karşı çıkmak: Tutuklu zorla beş altı asker tarafından yere yatırılır, vücudunun her tarafına postallar ile basılıp kolları arkadan sıkıca tutulur, kıpırdayamaz duruma getirilir. Veya zorla sandalyeye oturtulup, kolları geriye kıvrılarak sandalyenin arkasından kelepçelenir, sonra askerlerin sıkıca tutmasıyla kesme işlemi başlar.

Saçların üç numara kesilmesine karşı bir yandan engel olunmaya çalışılırken, diğer yandan da işkenceyle ilgili sloganlar atılır. Her saç operasyonunda kafa derisinde açılan yaralara yenileri eklenir. 1983 Ağustos’undan itibaren, yukarıda anlatılan direniş biçimine karşı işkenceciler de boş durmamış, taktik ve tekniklerini geliştirmişti.

Örnekleri nazi kamplarında denenmiş «kıç falakası» çekilmeye başlandı. Sistemli bir uygulama biçimine dönüştürüldü bu. Yüzüstü yatırılan kişinin pantolon ve donu sıyrılır, kaba etine görevli subayın keyfince değişen sayıda copla vurulurdu. Ya da tutuklu sırtı yukarı bakacak şekilde kol ve bacaklarından tutulup havaya kaldırılır, bir asker de kafasını tutup ağzını kapatarak slogan atmasını engellemeye çalışırken, kıç ve baldırları çoğu kez simsiyah yapılıncaya kadar coplanırdı.

Kıç falakası ilk defa 1982’nin 15-22 Mayıs tarihleri arasında, yaklaşık bir hafta tüm hapishanede kesintisiz olarak sabah ve akşam sayımlarında uygulanmıştı. Bu işkencenin asıl etkisi onur kırıcı olması yanında, dehşetli acı vermesidir. Ayrıca diğer işkence yöntemlerine oranla vücuttaki tahribatı ve bıraktığı izler daha kolay geçebilmektedir. Bu nedenle 12 Eylül generallerinin hapishanelerdeki işkence uzmanları bu yönteme fazla rağbet ettiler.

b) Kelepçenin işkence amacıyla arkadan vurulması: Kelepçenin önden ve normal esneklikte bağlanması sürekli reddediliyordu. Dönem dönem bu uygulamaya (arkadan kelepçe vurdurmaya) direnerek karşı çıkılıyordu. Arkadan vurulan zincir kelepçenin, işkence amaçlı olmasına en somut örnek, mosmor olmuş bilekleriyle çoğu kez bayılma noktasına gelmiş tutuklulardı.

c) İdarenin demirbaş eşyaları vermemesi: Temel eşyaların verilmemesi, siyasi tutsaklara karşı dönem dönem silah olarak kullanıyor, genellikle bu eşyaların sürekli tutuklular tarafından karşılanması isteniyordu. (Bunu maddi olarak karşılamak zaten olanaklarını aşıyordu tutukluların.)

’83 Ağustos’unda kendi paralarıyla sürekli çöp torbası almaları istendi. Kabul etmeyince de idare çöpleri toplamadı. Haftalarca bekleyip kokmaya başlayan çöpler, tutukluların hastalanmasına sebep olurken; kışın camların takılması, kaloriferlerin yakılması çeşitli bahanelerle geciktirilerek tutuklular adım adım yıpratılmaya çalışılmıştı.

Bu yaptırımlara karşı, uygulamaları kabul etmeyerek çeşitli direnme biçimleri hayata geçirildi. Tutsaklar çöpleri yakma kararı aldı. İdare bunu duyar duymaz aynı gün çöpleri toplamak zorunda kaldı.

d) Ayakta sayım dayatmaları: Zaman zaman, baskı ve yasaklara karşı tavır almak amacıyla, normal zamanda ayakta verilen sayımları, sandalyede veya yatakta oturarak verme… İdare bu protestoyu genellikle hazmedemediğinden çoğu zaman cop, yumruk, sopalarla saldırır, direnişi kırmaya çalışırdı.

e) Dayatmalara karşı siyasi tutsakların sloganları: Değişik zamanlarda gündeme getirilen baskı, yasak, işkencelere karşı protesto ve tepkileri belirtmek için toplu slogan atılırdı.

f) Yemeklerin az gelmesini, pişmemiş olmasını, içinden pislik vs, çıkmasını protesto için yemek almama.

g) Kaloriferlerin yanmadığı günler sayımlarda başlara bere takarak protestoda bulunma.

h) Çeşitli yasaklamalara karşı, sakal-bıyık bırakarak protesto etme yöntemleri: Bu direniş biçimi hapishane idaresinin tıraş olmak için permatik vermediği, ya da saçları zorla sıfır veya üç numara tıraş ettiği dönemlerde zaman zaman gündeme geldi.

i) Çıplak aramaya direnme: Mahkemeye, avukata, ziyaretçi görüşüne, revire giderken pantolon sıyırarak yapılmak istenen «üst aramaları»na karşı çıkma, zorla soyulmaya direnme.

j) Mahkemeye çıkmayarak direnişi sürdürme: 12 Eylül’ün çeşitli baskı ve işkence uygulamalarını protesto, siyasi teşhir ve caydırma amacıyla ya da yargılama mekanizması ve mahkemenin, savunma hakkını ortadan kaldıran keyfi uygulamalarına karşı tutsaklar mahkemelere çıkmayarak tavır alıyordu. Çoğu zaman zorla götürme kararı alınıyor, koğuşta direniş pozisyonunda olan tutuklular zorla koparılıp götürülüyordu.

k) İletişim yasaklarına karşı direniş: Mart ‘83’te operasyonla tükenmez kalem, dosya kağıdı, defterlerin toplanmasıyla birlikte savunma hakkının açıktan engellenmesi, mektup ve haberleşme olanağının ortadan kaldırılmasına karşı, mektup yazmama, yazılı-sözlü sorgu vermeme.

l) TTE protestosu: Mahkemeye giderken, koğuştan çıkarken, zorla eller kelepçelenerek giydirilen tek tip elbiseler, serbest kalındığında veya mahkeme arabasının içinde, birbirlerinin üzerinden yırtarak atma, protesto etme.

m) Ön iliklememe: Sayımlarda, mahkeme, revir, ziyaret çıkışlarında ön ilikleme dayatmasına karşı ön iliklemeyerek direnmek.

n) Keyfi aramaları protesto: Koğuş aramaları sırasında bir kişiyi koğuşta gözlemci kabul etmemeleri karşısında (bunda amaç arama yapanların provokasyonlarını önleme, yağma ve talanlarına müdahale etmekti); keyfi olarak huzuru bozmak için sık sık yapılan, koğuş dağıtmalarına karşı direnerek tavır alma. (Özellikle geceleri yapılan aramalara direniliyordu.)

o) Hücre cezalarına direniş: Keyfi yaptırım ve baskılara karşı direnildiği için verilen hücre cezalarına; soğuk, ışıksız, havasız koşullarda büyük özveriyle göğüs gererek direnme.

p) Koğuş direnişleri: Çeşitli nedenlerle koğuşlara yapılan operasyonlara karşı kolkola girerek toplu olarak direnme. Bu direniş biçimi sık sık gündeme gelmiş ve uygulanmıştır. şubeye adam alınırken, hücreye-tecrite adam alınırken, ya da kitapların, eşofmanların, ayakkabıların vb. toplanması sırasında koğuş direnişleri hep gündemde olmuştur.

r) Islah politikalarını red: Hainlerin denetiminde ve inisiyatifinde örgütlenen kütüphane, tiyatro, resim atölyesi ve müzik odasını boykot etmek… Devrimciler baştan beri bu tür sosyal etkinliklere katılmamışlardır. Esas amacı kamuoyunu yanıltarak, 12 Eylülcüler’in hapishanelerdeki işkenceci, baskıcı yüzünü gizlemek amacını güden bu faaliyetler, devrimci tutsakların inisiyatifinde sürdürülmedikçe katılma durumu olmayacaktı.

s) Toplu protestolar: Zaman zaman protesto amacıyla ziyaret, avukat görüşlerine, havalandırmaya toplu olarak çıkmama. Genellikle hapishane idaresinin belli tutsakları özel olarak cezalandırması ve bu haklarını kullanmasını engellemesi halinde, bu tip protestolar gündeme getirildi.

t) Protesto amacıyla çay almama, kantini boykot etme.

u) Mazgallara vurma: Son sesine kadar açılan hoparlörün kapatılmasını sağlamak için kapı ve mazgallara vurma,.. Bu protesto biçimi işkence yapıldığının anlaşıldığı durumlarda da gündeme gelebildiği gibi, zaman zaman acil hastalar için doktor çağrılmasına rağmen uzun süre gelmemesi halinde de uygulanabilmektedir.

v) Çeşitli kuruluşlara, kişilere şikayet ve protesto dilekçeleri, telgrafları, mektupları gönderme…

y) Açlık grevi: Metris toplama kampında işkencecilerin yukarıda saydığımız saldırılarına karşı yürütülen fiili direnişlerin yanında, oligarşiyi her zaman korkutmuş, yüzünü açığa çıkartmakta büyük önemi olmuş, direnişin kamuoyunda yankılanmasını sağlamış, yoğun baskı, saldırı ve yasaklar karşısında gündeme gelen açlık grevi silahına özel yer vermek gerekmektedir.

SONUÇ OLARAK;

1-Direnmeyen çürür, savaşmayan ölür.

2-12 Eylül Cuntası Türkiye solunu yenemiştir. Çünkü Devrimci Sol tutsakları, 1984 Ölüm orucu direnişiyle baskılardan zaferle çıkmayı bilmiştir.

Kazanılan zafer, ülkemizde birçok direnişin önünü açmış, demokratik mücadelede derneklerin açılmasına büyük etkisi olmuştur.

Eğer direnilmeseydi ne olurdu? İran ve Uruguay’da ne olduysa, ülkemizde de aynısı olurdu. Halklar örgütsüz ve umutsuz bırakılmış olurdu.

3-Nuriye Gülmen tek başına Yüksel Caddesi’ne çıkarak direniş başlatmıştı. Hiçkimse meydanlara çıkıp bir protesto gerçekleştiremezken, Yüksel Direnişi ülkeye ve dünyaya mal oldu. KESK ise bugün onları ihraç etmiştir. Çünkü Nuriye Gülmen’in direnişi KESK’in uzlaşma ve teslimiyetini teşhir etmiştir.

4-2019-2020’de, sol adına dünyadaki en büyük direniş Grup Yorum’un, Halkın Avukatlarının ve özgür tutsakların direnişidir.

Türkiye ve Avrupa’da Grup Yorum’un Ölüm Orucu Direnişini ve taleplerini desteklemek İçin 5355 adet gösteri, yürüyüş, basın açıklaması vb. eylem yapıldı.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden 1474 parti, örgüt ve sanatçı Grup Yorum’la Enternasyonal dayanışma açıklaması yaptı. Dünyanın birçok yerinden yüzlerce sanatçı dayanışma çağrıları yayınladı.

5-Halkın Avukatlarının direnişi ülkemizde ve dünyada hukukçuları birleştirdi.

39 Baro, Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın haklı taleplerinin acil olarak karşılanmasını istedi. Baro başkanları ayrı ayrı basın açıklamaları düzenlediler.

Dünyada 110 ülkeden 2 milyon avukatı temsil eden Uluslararası Avukatlar Birliği (UIA), Avrupa’da yüzbinlerce avukatı temsil eden hukuk örgütü Avrupa Barolar Birliği (CCBE),

24 Ülkenin Avukatları Adına ELDH, h10 Ülkenin Avukatları Adına ALD, h26 Ülkenin Avukatları Adına IADL, Belçika ve Almanya’da 22 Baro Adına OBFG, direnişin haklı taleplerinin karşılanmasını isteyen açıklamalar yaptılar.

46 ülkeden 11 bin 633 kişi ve kurum temsilcisi Ölüm Orucundaki tutuklu avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın taleplerinin kabul edilmesi için imza verdi.

Direnişlerin gücünü göstermek için kısaca bilgi verdik. Bu dayanışma listeleri uzayıp gidiyor.

6-Baskı varsa direniş vardır. Üç ülkede de benzer baskı yöntemleri uygulanmıştı. Koşullar yoktur, diyerek direnişten kaçanlar kendileriyle birlikte temsil ettikleri örgütleri de çürütürler. Direnmemenin teorisini yapıp dururlar. Tüm bu teorilerin yolu aynı kapıya çıkıyor, direnişten kaçış ve teslimiyet.

7-Tarih diyor ki; sulu gözlerle ‘yaşamalısınız’ diyenler doğrudan faşizmin ekmeğine yağ sürüyorlar.

Direnmeyip, direnişin etrafında laf kalabalığıyla, sulu gözlerle, panikleriyle, yalancılıklarıyla, iki yüzlükleriyle dolanıp duranlar vardı. Bir kısmını düzen ezip geçti bunların. Ve asla masum değildir bunları yapanlar, şehitlerimize verilecek hesapları vardır.

8-Dünya halklarının mücadele tarihi göstermiştir ki direnenler var oldukça halkların umudu vardır. Bir köle olan Spartaküs ayaklanması Roma köleci devletini kökten sarsmıştı.

Pers ordusu karşısında savaşıp ölen 300 Spartalı, Yunan halkına direnme umudu vermiş, Persler’in yıkımını getirmişti. Mahirler Kızıldere’de katledildi; ama milyonlarca insan, Bağımsız Türkiye Konserlerinde Kızıldere Son Değil… sloganını meydanlarda attı.

9-Gerçek ölüm, direnmemektir.

Alıntılar:

  • Tupamarolar/Mauricio Rosencof/Pencere Yayınları
  • Ağlayan Laleler/Dr.Rıza Gaffari/Alev Yayınları
  • Bir Direniş Odağı Metris/Boran Yayınları
  • Direniş Ölüm Yaşam-1/Boran Yayınları
Sosyal ağlarda paylaşın