UZUN DİRENİŞLER ÜLKESİ TÜRKİYE 7. BÖLÜM

Av. Didem Baydar Ünsal: “Direnme kararlılığından vazgeçilmeyen her an bizi zafere daha da yaklaştırır.”

Uzun Direnişler Ülkesi Türkiye dizimize, Avukat Didem Baydar Ünsal’la yaptığılmız röportajla devam ediyoruz. Didem Baydar Ünsal, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının tutuklanmasına karşı Çağlayan Adliyesi önünde “Adalet Nöbeti”ne başladı. Ünsal, 35 haftadır, yani yaklaşık 9 aydır bu nöbeti sürdürüyor. Karlar altında, güneşin enyakıcı sıcağında, orada. Bazen tek başına, bazen meslektaşlarıyla, bazen direnişi sahiplenen başkalarıyla birlikte nöbetini sürdürüyor.

Uzun Direnişlerle ilgili sorularımızı kendisine de sorduk. Cevapları aşağıda:   

Av. Didem Baydar Ünsal: Çünkü artık direniş sadece bir hak talep etme halinden çıkıyor, iki ideolojinin karşı karşıya geldiği bir alan oluyor.

GHA: Direnişler neden uzun sürüyor?

Didem Baydar Ünsal: Çünkü; ülkemizde saldırılarını sürekli boyutlandıran bir faşizm var. Günü geliyor işimize, günü geliyor özgürlüğümüze saldırıyor, günü geliyor canımıza kast ediyor. Saldırıların karşısında hiçbir şey duramaz sanıyor; ama bir bakıyor tek başına bir direnişçi faşizmin politikalarına set olmak istiyor.

Ülkemizde uygulanan politikalar yarı-sömürge yapısı dolayısıyla aynı zamanda emperyalizmin politikalarıdır. Emperyalizm de politikalarından vazgeçmek istemiyor ve kıran kırana bir mücadele başlıyor. Bu yüzden tek kişilik direnişlere onlarca polisle saldırıyorlar, direnişleri kırabilmek için her yolu deniyorlar. Çünkü artık direniş sadece bir hak talep etme halinden çıkıyor, iki ideolojinin karşı karşıya geldiği bir alan oluyor. Kapitalizmin ve marksizmin karşılaştığı bir sahaya dönüşüyor.

Bu ideolojik mücadelenin geceden sabaha kazanılmayacağını biliyoruz. Direnişi var edebilmek bizi bir adım ileri götürüyor.

Örneğin, kamudaki kadrolaşmayı istedikleri hale getirebilmek için başvurdukları ihraç politikalarının karşısına Nuriye Gülmen çıktı. Onunla birlikte Yüksel Direnişi kendini baskılara, tutuklamalara, her gün yapılan gözaltılara rağmen var etti.

Alanlara kimse çıkamasın diye ağzını açanı tutukluyorlar. Bırakın sokaklarda olmayı, direnmeyi, eleştiri tivitleri atanlar bile soluğu hapishanede alıyor. Faşizm, halka sürekli gözdağı veriyor. Aman ha diyor, kendine yapılan haksızlığa ses çıkarma, başkasına yapılan haksızlığa da kör, sağır, dilsiz ol. Direnişlerin bu kadar uzun sürmesinin bir nedeni baskı politikalarının bu denli artmış olmasıdır.

“Direnişin varlığı bu politikaları boşa çıkarmış oluyor.”

Direnişçilerin yanına gelmektense uzaktan sessiz bir gülümseme ile destek oluyor insanlar. Ama orada sindirme, korku politikalarına rağmen, bir direnişin varlığı bu politikaları boşa çıkarmış oluyor. Direniş büyüdükçe etrafındaki çember genişliyor, uzaktan geçenler yanınıza geliyor, derdinizi merak etmeye başlıyor.

“Direnirken bir de meslek örgütünüze karşı da direnmek zorunda kalabiliyorsunuz.”

Direnişlerin uzun soluklu olmasının bir nedeni de dayanışmanın cılız kalması. Direnişçilerin eylem alanına gitmek, onlara bir karanfil götürmek, bu sansür ortamında uzaktan bir fotoğraflarını çekmek direnişleri büyütecektir. İnsanlar üzerinde yaratılan fişlenirim, benim de başıma gelir korkusu bunu yapmalarına belli bir ölçüde engel oluyor. Ama meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin sessizliği de direnişçilerin taleplerinin cevapsız kalmasında büyük rol oynuyor. Dolayısıyla direnirken bir de meslek örgütünüze karşı da direnmek zorunda kalabiliyorsunuz. Alev Şahin gibi, Yüksel Direnişçileri gibi…

“Direnişin süresi uzadıkça kazanımları da artıyor”

Tabii direnişin süresi uzadıkça kazanımları da artıyor, esas talebiniz değil; ama onlarca kazanım elde ediliyor. Ben 33 haftadır direniyorum, ilk haftalarda gözaltına alındım, bir gece nezarette tutuldum. Hakkımda adli kontrol kararları verildi. Sonraları tutulduğum Çağlayan Karakolu beni nezarette tutmak istemediği için başka bir karakola götürüldüm. Gözaltında olduğum süre boyunca avukat ziyaretlerinin sıklığı, dostlarımın, meslektaşlarımın beni hiç yalnız bırakmaması onlar üzerinde oldukça yıldırıcı oldu. Direniş sürdükçe gözaltılar son buldu, alanı kazandım. Direniş alanında yoğun polis tacizine başladılar sonrasında. Birgün tutsak avukatlarımızın aileleriyle çıktım alana. Onların ‘Sizin işiniz, gücünüz yok mu da burada duruyorsunuz?’ tepkileriyle karşılaşacak kadar rahatsız ediciydiler. Ben her hafta orada olmaya devam ettikçe alandaki taciz de azaldı.

Ben 33 haftadır çalışma arkadaşlarımın özgürlüğü için direnişteyim. İktidar bize “mesleğinizi bu şekilde yapmayacaksınız” dedi. Bunu pek çok kez farklı şekillerde söyledi. 17 avukat birlikte tutuklandığımızda da bize aynı şeyi söylüyordu. Bu direniş devam ederken hakkımızda toplam 159 yıl hapis cezası verildi. Direnişimle bu kararın çıkmasını engelleyemedim belki; ama daha önemli bir kazanımım olduğunu düşünüyorum. O da hapsedilmenin bizleri halkın avukatlığını yapmaktan vazgeçiremeyeceğini göstermek oldu.

“Zafer, direniş uzadıkça daha uzak görünebilir. Halbuki tam tersidir, direnme kararlılığından vazgeçilmeyen her an bizi zafere daha da yaklaştırır.”

GHA: Uzun direnişlerin zorlukları nelerdir?

Didem Baydar Ünsal: Direnişte geçen süre uzadıkça direnişin kanıksanması tehlikesi meydana çıkıyor. Yani birileri hakkını istediği için orada oturur, eylem yapar. Sonra gözaltına alınır, ertesi gün tekrar… Bunun rutin bir hale gelmesini istemeyiz. Direniş öyle sıradan bir iş değil. Her gün, her hafta yeni bir direniş günü, yeni bir direniş haftası onun heyecanı ve coşkusuyla alana çıkıyorum. O gün ne olacağını, kimlerin ziyarete geleceğini, gözaltı yapılıp yapılmayacağını bilmeden alana çıkıyorum. Bu heyecanın direnişçinin dışına çıkması direnişin süresi uzadıkça daha zor oluyor. Bunun için farklı biçimlerde sürdürmek gerekebiliyor. Bodrum’da direnen Engin Karataş örneğin, paraşütten atlarken bile işini geri istedi. Ya da TAYAD’ın ölüm oruçları sürerken geliştirdiği eylemlilikler. Kafes eylemleri, tabut eylemleri, Elin Altı Direnişi. Hepsi direnişin sıradanlaşmasının önüne geçebilmek için yapılmıştır.

Direnişçi bakımından da eğer uzun soluklu bir mücadele olabileceği tahmin edilememişse moral kırıcı olabilir, direnişin uzaması.

Zafer, direniş uzadıkça daha uzak görünebilir. Halbuki tam tersidir, direnme kararlılığından vazgeçilmeyen her an bizi zafere daha da yaklaştırır.

Bunu direnişin dostlarına, izleyicilerine anlatmak da çok önemli. Çünkü, direniş halkın moral gücünü yükseltir. Karşı durulabileceğini göstererek zaten egemenlerin çok korktuğu bir gerçeğe işaret etmiş oluyoruz. İktidar da bu moralin, bilincin oluşmasını engellemek için “Kazanamazsınız, direnmek bir işe yaramaz.” mesajını halka vermek istiyor ve direnişleri uzun süre görmezden geliyor. Bu uzun sürede zafere olan inancımızı kaybetmeden direnmek bize er ya da geç zaferi getirecektir. Cemal Süreya’nın bir şiiriyle bitirmek isterim sözlerimi.

…Biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi

Türküleri duyuyor musunuz nice derin

Yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda

Karanlığı tutuşturup bir köşesinden

Geceyi gündüze çevirenlerin

Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya

Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya

Anamız çay demliyor ya güzel günlere

Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa

Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız

Bu, böyle gidecek demek değil bu işler

Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz

Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını

İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.

Sürecek.Yarın: Yüksel Direnişçisi Acun KARADAĞ

Neyi, neden, nasıl yapacağınızı biliyorsanız direniş isterse binlerce gün sürsün…

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.