Tarikatlar, Kayyım ve Vatanı Sevmek – Gökçer Tahincioğlu

Tarikatlara giren, şeyhin sözünü kutsal kabul edip, bütün
kurallara eksiksiz riayet edenler de çok saf değil. Büyük bir
ticari zincir böyle kuruluyor. Şeyhin kabulünü alan kişinin
şirketi, müritlerin de alışveriş listesine giriyor misal. Fırını
varsa, diğer müritler işyerleri için alışverişi buradan yapıyor.
Tekstilci ise bütün mürit mağazalar ona yöneliyor. Araç
kiralıyorsa artık araç filoları diğer müritler tarafından
aralıksız kullanılıyor.

Parmağını kesip kanından bayrak yapan liseliler, anadilini konuştuğu için bir başka genci linç ederek öldüren gençler, en hamasi duygularla, okumaya başladığı günden itibaren tanıştırılan ve başka halklara düşman edilen çocuklar, ölene kadar bu derin saydığı duyguları muhafaza eden
ve bunu sanki bir bedel ödüyormuşçasına yapan konfor insanları, bu duyguları taşıdığı için bütün makamları, bütün ihaleleri, bütün kadroları kendine hak gören düzen muhafızları…
Karşılarında durup, bıkıp usanmadan o kıyak ihalelere, o hamasete, o düşmanlığa, o makamların hak etmeyenler tarafından doldurulmasına karşı çıktığı için hain ilan edilenler, yok sayılanlar, hak ettikleri yerlere gelemeyenler, hayattan hep daha az pay alabilenler.

Kimdir vatansever?


Gazeteci İsmail Saymaz’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan Şehvetiye Tarikatı kitabı, kimin, neyi, neden sevdiği konusunda ipuçları veriyor.
Veysel Karani’nin ruhunu bedeninde taşıdığını iddia eden sahtekârın bir hâkimi dolandırabilmesinden şeyhlerin haremine, zihinsel engelli çocuğun istismar edilmesinden tarikatlarda helal ilan edilen haramlara kadar dava dosyalarına girmiş, dini “ulvi” amaçları için kullananların hikâyelerini anlatıyor Saymaz.
Kutsal ve dokunulmaz ilan edilen alanlardan nasıl rant devşirilebildiğini, bu yolla nasıl devasa sermaye imparatorluklarının kurulabildiğini işaret ediyor.
Gazeteci Timur Soykan’ın, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan Badeci Şeyh’in Sır Odası adlı kitabında yaptığı gibi…
Cinsel organının “nur çeşmesi” olduğuna müritlerini ikna eden şeyhin kontrolündeki, aklın vemantığın olmadığı bir dünya nasıl kuruluyor, Soykan anlatılıyor…


Bütün bu saçmalıklara saf duygularla inanan az sayıda insanın yaşadıkları bir tarafa…
Tarikat gerçeği elbette bununla sınırlı değil.
Tarikatlara giren, şeyhin sözünü kutsal kabul edip, bütün kurallara eksiksiz riayet edenler de çok saf değil.
Büyük bir ticari zincir böyle kuruluyor.
Şeyhin kabulünü alan kişinin şirketi, müritlerin de alışveriş listesine giriyor misal. Fırını varsa, diğer müritler işyerleri için alışverişi buradan yapıyor. Tekstilci ise bütün mürit mağazalar ona yöneliyor.
Araç kiralıyorsa artık araç filoları diğer müritler tarafından aralıksız kullanılıyor.
Bu büyük zincir, oradan devlete bağlanıyor. Kurulan iyi ilişkiler, devlet kadrolarındaki müritler sayesinde kadrolara tarikata bağlı olanlar girmeye başlıyor. O kadroları seçenler de daha üst mevkilerden aferin alıyor, daha iyi makamlara geliyor.
Saflık, çok alt düzeyde, az sayıda insan için geçerli. Şeyhten başlayan, müride uzanan, devleti soyan bir kazanç zinciri…
Üç tane solcu bir başka arkadaşlarına destek amaçlı bir araya gelse cezaevine atmak için hazır bekleyenler de o tarikatların el öpme kuyruğunda sıraya giriyor. Öyle ya ülke onların, devlet
onların, toprak onların…
Kutsallar gerekçe gösterilerek bitmeyen, tükenmeyen, nesilden nesile aktarılan bir saadet dünyası oluşturuluyor. Bu dünyaya karşı çıkanların asıldığı, geriye hamaset ve yalanın kaldığı, iki cihanda kazanma garantisi verilen, garantili bir dünya.


Müfettiş incelemelerinden muaf kayyım düzeni de bu dünyanın bir başka uzantısı gibi.
Kayyım atanan belediyelere düzenlenen kıyak geziler. O geziler için alınan ve dokunulmayan harcırahlar. Belediyenin ağırlama giderleri. Hediyeler, tatlılar, geziler…
Devleti korumak adı altında yapılan, yine birilerinin delilsiz, belgesiz hain ilan edildiği, hain ilan edenlerin mutlaka kazandığı, tıkır tıkır işleyen bir sistem.
Heyetler için neden verildiği belirsiz hediyelerin alındığı mağaza, o mağazanın sahiplerinden birinin aynı zamanda kayyım belediyesinde daire başkanı atanması.
Bunun üzerine yeniden verilen yemekler…
Bu kadar yorgunluktan sonra kayyım nasıl dinlensin, elbette odasına bir banyo da yaptırmalı.
Ve itibardan tasarruf olmaz… O banyo mutlaka krallara yakışır kalitede olmalı.


Bir ülkeyi sevmek, bir itirazla başlıyor.
Bayrağın arkasına gizlenip pastadan pay alma yarışına girerek değil, bayrağın arkasına gizleneni göstererek.
Kutsalın arkasına sığınanı işaret ederek…
Hakkı olmayanı istememekle başlıyor.
Hakkı olmayanı alanı yüksek sesle söyleyerek.
Bir ülkeyi sevmek, eşit ve adil bir yaşam arzusunu dile getirmekle başlıyor, bu dili taşıyanın kalbini besleyerek.
Bu nedenle yok edilenin hakkını savunarak başlıyor, yok edenin hesap vermesini isteyerek.
Ve bedel ödüyor bunu isteyenler, cezaevine giriyor, işinden atılıyor, dışlanıyor, hain ilan ediliyor…
Ama bir ülkeyi, insanı, coğrafyayı, dünyayı sevmek ancak böyle oluyor, bin yıldır değişmesine karşı çıkılanlara itiraz ederek.
Elbette başka bir tarafı da seçebilirsiniz. Aksi çok daha kolay…
Bir bayrak, bir dua, arkasına mesaj sıkıştırılmış bir araba, kalabalık bir Cuma…
İhya da oluyorsunuz üstelik vatanı böylesi yöntemlerle “severek”.

(*) Bu yazı T-24 sitesinden alınmıştır.

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.