Tarihin Işığında

Anadolu’da 50 Yıldır Yanan Meşale: KIZILDERE 

KIZILDERE direnişinin üzerinden tam 50 yıl geçti. 

Bu günler boyunça, Kızıldere üzerine bir çok yazı ve yorum okuyacaksınız. Anmalar yapılacak. Kısa da olsa, Kızıldere neydi, orada ne olmuştu?.. “Tarihin ışığında” bunu tekrar hatırlatmak istedik.  

***

BÜYÜK FİRAR”… 1 Aralık 1971 tarihli gazeteler böyle yazıyordu. Başlığın hemen altında ise “Çayan, Alptekin, Bardakçı, Ayna ve Yılmaz kaçtılar” satırları okunuyordu. 

Firar tünel aracılığıyla gerçekleştirilmişti. Tutsaklar tüneli uzun bir çalışmayla kazdılar. Nihayet 29 Kasım akşamı son hazırlıklar tamamlandı. Tünele ilk önce Cihan Alptekin girerek çıkış deliğini patlattı. Ardından Mahir Çayan, Ömer Ayna, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz çıktılar. 

Oligarşinin duvarları onları içeride tutmaya yetmemişti. 

FİRARDAN SONRA… 

İçeriden firarla çıkan bu devrimci önderler, mücadeleye kaldıkları yerden devam etme konusunda nettiler. Bu konuda bir tartışmaları yoktu. 

Dışarının koşulları zordu, zorluydu. 

THKP içinde ortaya çıkan sağ sapma bu zorluklardan biriydi. Mahir ve yoldaşları, bu ihanetle hesaplaştılar öncelikle.  

Mahir sağ sapmayla ideolojik hesaplaşmanın sürdüğü ve her yerde arandıkları bu süreçte Kesintisiz’lerin yazımını da sürdürdü. 

Oligarşinin ağır baskı ve takip koşulları devam ediyordu. Parti önder ve kadrolarının katıldığı toplantılarda durum değerlendirilerek, 12 Mart cuntasına karşı silahlı savaşın sürdürülmesi kararı alınır. Birleşik devrimci savaş anlayışı çerçevesinde çeşitli planlar yapıldı. 

72’nin Ocak-Şubat aylarında gerek Ankara’da gerekse de İstanbul’da son derece yoğun bir süreç yaşanmaktadır. Bbozulan, dağılan örgütsel yapılar, bu defa pek çok kadro tutsak düştüğünden daha azıyla yeniden oluşturulmaya çalışılıyor, ve diğer yandan da silahlı savaşı sürdürebilmenin koşullarının yaratılması hedefleniyordu. 

İşte bu süreçte THKP-C önemli bir kayba daha uğradı. Sürmekte olan operasyonlar sonucu, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz’ın Levent semtinde kaldıkları yer tesbit edilerek kuşatıldı. Ulaş ve Yılmaz, düşmanın kuşatmasına ve ateşine, ateşle karşılık verirler ve çatışarak kuşatmayı yararlar. 

13 Şubat’taki bu kuşatmadan kurtulmayı başarmışlardır ama çatışmadan sonra takip koşulları bozulamaz. Operasyonlar pek çok yeri uzanmış, çeşitli olanaklar kullanılamaz hale gelmiş, daha da önemlisi, ilişkilerin bütünü açısından bir belirsizlik doğmuştur. Bu koşullarda buldukları yerler uzun vadeli olmaz ve 19 Şubat’ta Ziya Yılmaz Fındıkzade’de, Ulaş Bardakçı ise Arnavutköy’de kaldıkları evde kuşatılırlar. Ziya Yılmaz yaralı olarak ele geçirilir. Ulaş, kuşatılan evde kaldığının tesbit edildiği anda ateş açar. Çatışma yarım saate yakın sürer ve Ulaş kuşatma altında “teslim olmama”, “çatışma” geleneğini yaratanlardan biri olarak şehit düşer. 

12 Mart tüm terörüyle halkın ve devrimci örgütlerin üzerine yönelmişti. Kurulan Erim Hükümeti “Balyoz Harekatı” adını verdiği operasyonlarla halkı teslim almaya, Atatürkçü maskesiyle de küçük-burjuva kesimleri kendine yedeklemeye çalışıyordu. 

Devrimci örgütler açısından iki tercih vardı, ya teslim olunacak, ya da savaşılacaktı. 

Mahirler’in tercihi tereddütsüz ikincisiydi. 

DENİZLERİN İDAMININ ENGELLENMESİ

Gerek hapishanedeyken, gerekse de firardan sonra, Mahir’lerin düşüncelerinin bir yanını da hep Denizler’in idamının engellenmesi oluşturur. THKO önder kadroları Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a verilen idam cezalarının Meclis’te onaylanması an meselesidir ve THKP-C, THKO önderlerinin idamına karşı mücadeleyi “Türkiye devriminin prestiji” meselesi olarak görür.

Maltepe’den THKP-C’lilerle birlikte firar eden THKO önder kadroları Cihan Alptekin ve Ömer Ayna da Deniz’ler için bir eylem düşünüyor, çeşitli planlar yapıyorlardı. Ancak operasyonlar sonucu THKO’luların olanakları son derece sınırlıydı.

Bu süreçte bir elçinin kaçırılması, parlamento içinde bir milletvekilinin kaçırılması gibi çok çeşitli alternatifler üzerinde duruldu. Tüm bu tartışmaların, çabanın odağında devrimci dayanışmanın, devrimci dostluğun, fedakarlığın görkemi vardı:

“Mahir en son anda şu şekilde bir plan teklif etti. Buna göre, herhangi bir elçiliğe Mahir, Cihan ve Ömer Ayna bir intihar dalışı yapacak, elçinin hayatı karşılığında kendilerinin de teslim olması kaydıyla Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarının engellenmesini isteyeceklerdi…”  

 Ancak bu planlardan hiç biri gerçekleştirilemedi. Bu hazırlıklar sürdürülürken, İstanbul’da Ulaş, Ankara’da Koray Doğan katledilir, tutuklamalar birbirini izler. Bu koşullarda yapılacak bir eylemin örgütlenmenin darbelerden en az etkilenen kesimi olan Karadeniz’e kaydırılmasına karar verilir. Bu arada Karadeniz’deki THKP-C’lilerden Ünye’de bulunan Nato üssüne yönelik bir eylem yapılabileceği önerisinin de gelmesiyle hemen doğrudan Karadeniz’e geçilmesi gündeme gelir. 17 Mart’ta Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve bazı THKP-C’liler makarna yüklü bir kamyonda Karadeniz’e doğru yola çıkarlar.

NATO ÜSSÜNDEN REHİN ALMA EYLEMİ

26 Mart’ta Ünye’de NATO üssünde görevli 3 İngiliz teknisyeni THKP-C ve THKO savaşçıları tarafından rehin alındı. İngiliz teknisyenlerinin kaçırıldığı binaya bırakılan bildiride “48 saat içinde infazların durdurulduğunun radyodan açıklanması, aksi taktirde İngiliz ajanlarının cezalandırılacağı” belirtildi.

İngilizlerin bulunduğu binada 12 kişi enterne edilmiş, ancak bunlardan sadece üçü rehin alınmıştı. Geride kalanlar, bağlanarak hareketsiz hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar. 

Soğuk ve rüzgarlı bir havada gün ağarırken köye ulaştılar. 

Takvimler 27 Mart 1972’yi gösteriyordu. Yanlarındaki rehinelerle birlikte, Kızıldere köyü muhtarının evine ulaştılar. 

HÜKÜMETE ÜLTİMATOM!

Mahir’in de aralarında bulunduğu gerillalar 3 rehineyle birlikte evden ayrılıp Tokat’ın Niksar ilçesine doğru yönelirler. İngilizlerin kaldığı evden ayrılmadan önce eve eylemle ilgili 25 Mart 1972 tarihini taşıyan bir bildiri bırakılır: 

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine!

(…) 1972’nin Türkiye’sinde tek bir yurtseverin, öncü savaşçısının oligarşinin ipiyle hayatına son verilmek istenirse, bu İngiliz ajanları da halkın devrimci öncülerinin, yani bizlerin kurşunlarıyla yok olacaklardır.

Dünya halklarının baş düşmanı Anglo-Amerikan Emperyalizminin askeri örgütü olan NATO’da görevli bu İngiliz ajanlarının hayatlarına karşılık şartlarımız açıktır:

1. İnfazlar derhal durdurulacak,

2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.

3. En çok 48 (kırksekiz) saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.

Bu şartlar yerine getirilmediği takdirde, kesin olarak bu İngiliz ajanları kurşuna dizilecektir.

Bu oligarşinin zulmüne, hainliğine, gaddarlığına, kan emiciliğine karşı bizlerin bir ihtarıdır.

İnfazlar yerine getirilirse şu iyi bilinsin ki, ihtilalci misilleme sadece bu NATO ajanlarının yok edilmesiyle bitmeyecektir. Bu sadece başlangıç ve ilk ihtardır. (…)” (Mahir, Turan Feyizoğlu, s.528)

KUŞATMA VE DİRENİŞ

27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine bir başka görevlinin gelmesiyle, eylem polis tarafından öğrenilmiş oldu. Bütün askeri birlikler seferber edildi. Bölgede uçaklar ve helikopterlerle keşif uçuşlarına başlandı.

28 Mart 1972 sabaha karşı, kalabalık bir komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri Fatsa’yı kuşattılar. Kuşatmanın amacı THKP-C ve THKO savaşçılarını ele geçirmek ve onların elinde rehin bulunan İngiliz görevlilerini “kurtarmak”tı…

Fatsa’dan Niksar’a uzanan hat üzerinde yoğun bir gözaltı operasyonu başlatıldı. Bütün belirtilerin Kızıldere köyü civarını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00’de köyün etrafı kuşatıldı. 

Evin ve köyün etrafı tümüyle sarıldı. 

Evde, THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna vardı. 

Kısa bir durum değerlendirmesi yaptılar. Kararları açık, kısa ve kesindi: 

Teslim olmayacaklardı. Taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirttikleri gibi cezalandıracaklardı: ve sonuna kadar çarpışacaklardı. 

Sonunda ölüm de olsa kararları buydu. 

DİRENİŞ HAZIRLIĞI VE İLK ŞEHİT

Evin giriş ve çıkışlarını un çuvallarıyla, dolaplarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar. 

Düşman “Teslim ol” çağrıları yapıyordu. Cevapları aynıydı. 

Öğleden sonra saat 14.00 sıralarında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere İngilizleri gösterip konuşturdular. 

Kısa bir süre sonra görüşmek için çatıya çıkan Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makineli tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı. 

Vakit ikindi üzeridir. 

Düşman ele geçirdiği önderliği imha etmek istemektedir. 

Yaylım ateşi sürdürülür. 

O ilk anda, bir yiğit vurulur başından. 

O yiğit Mahir Çayan’dır.

Türkiye Devriminin Yolunun netleştirilmesinde, THKP-C’nin kuruluşunda, Cephe’nin askeri eylemlerinde olduğu gibi, ölüme de en önde gitmişti işte. 

Kızıldere’nin ilk şehidiydi o.

Yoldaşları direnişi sürdürdüler. Önderleri vurulmuştu. Asla teslim olmayı düşünmediler. Mahir’in vurulmasının ardından daha önce alınan karar uyarınca İngilizleri cezalandırdılar. 

Düşman havan toplarıyla dövüyordu kuşatıldıkları üssü. 

Kerpiç’ten yapılma evde makinalı tüfek mermileri duvarları delik deşik etmişti. Ömer Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı. 

ARTIK GÖRÜŞME YOK! DİRENİŞ VE SAVAŞ VAR!
Düşman yeni bir manevrayla bir süre sonra ateş keserek yeniden “teslim olun” çağrısı yaptı. 

Şehitleri ve yaralılarıyla savaşın ortasındaydılar onlar. Görüşme yapmayı reddettiler. Evin sahanlığında toplanarak eve yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye başladılar. 

Uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu patlamada THKP-C ve THKO savaşçılarından bazıları daha şehit düştü. 

Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve giren düşman güçleri can çekişmekte olan Saffet Alp’i kurşuna dizdiler. 

Kızıldere’de güneş, on devrimcinin cesetleri üzerinde batıyordu bu kez. Samanlığa geçip saklanan Ertuğrul Kürkçü dışında savaşçıların hepsi, şehit düşmüştü. 

Kızıldere kan akıyordu şimdi. 

Kızıldere devrime akıyordu. 

Gürül gürül bir akıştı bu. 

Akışı durdurduğunu sananlar çok değil, yalnızca birkaç yıl sonra “Kızıldere Manifestosu Yolunda İleri” diye, “Yolumuz Çayanların Yoludur” diye yürüyen öfkeli, coşkulu gençliğin karşısında yanıldıklarını anlayacaklardı. 

Kızıldere son değildi…

Savaş sürüyordu ve sürecekti!

(Yukarıdaki anlatımın hazırlanmasında, Halk İçin Kurtuluş dergisindeki Kızıldere yazılarından ve Özgürlük.info’daki direniş anlatımlarından yararlanılmıştır.) 

Sosyal ağlarda paylaşın