ÖZGÜR TUTSAKLARDAN
YUNANİSTAN ADALET BAKANLIĞI’NA:
“Yargıtay Başsavcısı, Hukuku Sınıfsal Düşmanlığın Aracı Olarak Kullanıyor!.. BU HUKUK TERÖRÜDÜR!”

Tarih:26/02/2024
YUNANİSTAN ADALET BAKANLIĞI’NA

Aşağıda sıralayacağımız talepler ve nedenlerle 26 Şubat 2024 Tarihinden itibaren süresiz açlık grevi direnişine başlıyoruz.

1-Yargıtay baş savcısı yardımcısı Ahıleas Zisis’in beraat ettiğimiz 19 Mart 2020 yılında başlatılan davaya ilişkin beraat kararının iptali ve yeniden yargılanıp ceza almamız üzere olan talebinin geri çekilmesini ya da reddedilmesini talep ediyoruz.

Yargıtay baş savcısı yardımcısının talebi, hukuki bir olmayıp sınıfsal düşmanlığa dayanan ve hukuku bu düşmanlığın aracı olarak kullanılan bir tavırdır. Bir tavır siyasi iktidarın politikalarından bağımsız bir tavır değildir.

Yunanistan ve Türk devletleri, NATO ve ABD’nin isteğiyle aralarındaki çelişkileri bir yana bırakarak bir çok alanda anlaşmalar imzaladılar. “İyileşme süreci”, “Normalleşme süreci” olarak tanımladıkları bu sürecin hemen başında Yunan Yargıtay başsavcısı yardımcısı hakkımızdaki beraat kararlarının bozulmasını talep etti. Bu durum göstermektedir ki yapılan anlaşmalarda devrimcilere yönelik saldırı kararı alınmıştır.

Bu tür anlaşmalar ilk kez yapılmıyor. 2013 yılında, ABD, Yunanistan ve Türkiye devletleri devrimcilere yönelik saldırı, devrimci mücadeleyi engelleme kararı almışlardı. Bu anlaşmalara dayanarak üç ülkenin istihbarat birimleri ortak eylemlere girişmişlerdir. Bu eylemlerden birisi Bulut Yayla isimli devrimcinin Atina’dan Yunan anti terör şubesine ait bir araçla kaçırılarak Türkiye’ye yasal olmayan yollarla teslim edilmesi oldu. Bu kaçırma olayında Yunan Türk ve Amerikan istihbarat örgütleri işbirliği yaptılar.

19 Mart 2020’de Yunan polisinin operasyonuyla gözaltına alınıp tutuklanmamız sonrasında Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bize yönelik operasyon ve tutuklamaların kendi istekleri ve baskıları sonucunda gerçekleştiğini açıkladı. Aynı nedenle Recep Tayyip Erdoğan Miçotakis hükümetine teşekkür etti.

Bugün yine Türkiye devleti ile ilişkilerini düzeltme çabası içinde olan Yeni Demokrasi hükümeti, 97 gün süren açlık grevi direnişiniyle kazandığımız özgürlüğümüzü gaspetmeye çalışıyor.

Peki iddia ettiğiniz bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü nerede?

Halkida davasında savunma yapma hakkımız ve temyiz hakkımız reddedildi. Tarafımıza hiçbir bilgi verilmeden yargılama yapıldı ve cezalar verildi. Yargıtay’ın tek bir savcısı bu hukuksuzluğa itiraz etmezken beraat ettiğimiz temyiz mahkemesi kararına itiraz edildi.

Bu, hukukun bağımsız olmadığı, aksine siyasal iktidarın egemen sınıfın politikalarına bağımlı olduğunu gösterir.

Biz, bu davada 187-A (Anti Terör Yasaları) kapsamında yargılandık. Anti terör yasaları emperyalizmin ve faşizmin devrimcilere ve dünya halklarına karşı saldırı yasalarıdır. Bu yasalarla bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadeleleri “terör” olarak gösterilmeye ve saldırılar kabul ettirilmeye çalışılıyor.

Asıl terörizm emperyalistlerin sömürüsü, talan ve katliamlardır. Emperyalistler kendi çıkarları için bütün dünyayı açlığa ve kan gölüne boğuyorlar.

Bakın ABD belgelerinde ne diyor;

“… 200 milyar varillik petrol rezervleriyle Hazar Denizi bölgesi yani Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Güney ve Güneydoğu Anadolu dünyanın artan enerji talebini karşılamaya önemli bir adaydır.

Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu kaynaklara ulaşmak ABD’nin yaşamsal kaynaklarından birisidir.

Afganistan ve Irak’ın işgali “Arap Baharı” denilerek Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın kana bulanması, bombalarlar, ambargolarla savaşların yarattığı açlık ve yoksullukla milyonlarca insanın katledilmesi, mülteci yapılması, anti terör yasalarıyla yaygınlaştırılması ve meşrulaştırılmaya çalıştırılması hepsi bu çıkarların gereğidir.

Hukuk da bu çıkarlara göre belirleniyor.

Yargıtay başsavcı yardımcısının beraatlerimizi kabul etmeyerek anti terör yasalarıyla cezalandırılmasını talep etmesi bu sınıfsal çıkarların sonucudur.

Biz bunu kabul etmiyoruz

Biz terörist değil devrimciyiz. Ülkemizin bağımsızlığı, demokrasisi ve sosyalizm için mücadele ediyoruz.

Emperyalizme ve faşizme karşı mücadele haklı ve meşrudur. Tarihsel ve siyasal olarak haklı ve meşrudur. Halklar, tarihler boyunca sömürüye ve zulme karşı direnmişler ve mücadele etmişlerdir. Türk ve Yunan halklarının tarihleri de bu mücadelelerle dayanır. Yargıtay baş savcı yardımcısının beraat kararına itirazı bu meşruluğu ortadan kaldırmayı amaçlayan egemen sınıfın çıkarlarına dayanan bir karardır.

Baş savcı yardımcısı Ahileas Zisis, temyiz mahkemesi kararına itirazında “… Terör suçlamasıyla yargılananların masumiyetinden değil, suçlu olduklarından yola çıkılarak karar verilmesi” gerektiğini” iddia ediyor.

Beraat kararı veren heyete “terör suçlamasından yargılananların beraat ettirilmesinin yetki aşımı olduğunu” söylüyor.

Bu dava “Terör örgütü” iddiaları tamamen şahit polisin ifadelerine dayanıyor. Bunun dışında herhangi bir delil ve belge yoktur. Şahit polis ise yargılamanın her aşamasında birbiriyle çelişkili farklı ifadeler vermiş ve iddiaların hiçbirini kanıtlayamamıştır. Defalarca yalan ifadeler vermiş ve bu yalanları dava sürecinde kanıtlanmamıştır.

Yargıtay baş savcısı yardımcısı yalana da dayalı olsa hiçbir kanıt ve belge olmasa da polisin ifadelerini temel alınmasını aksini yetki aşımı olduğunu söylüyor. Böylece diyor ki “hukuk ya da gerçeklik önemli değil ne olursa olursun cezalandırılmalılar.” İşte hukukun bağımsız olmadığının sınıfsal olduğunun kanıtı budur.

Yine Yargıtay savcılığının DNA raporlarının okunmasına “yetki aşımı” olarak değerlendirmesi de hukuki değildir. Çünkü bu davada hiçbirimizden DNA alınmamıştır. Yine geçmişte de tarafımızdan onaylanmış imzalanmış bir belgeye dayalı olarak bir savcı ya da avukatlarımızın gözetiminde DNA alınmamıştır. Bu durumda DNA raporları neye göre hazırlanmıştır, DNA tespiti neye göre yapılmıştır?

Polisin elinde bize ait olduğu resmi olarak belgelenmiş yasal bir DNA örneği yoktur. Bu durumda bu davadaki DNA tutanakları yasa dışıdır. Ancak Yargıtay savcılığı bu yasa dışılığın görmezden gelinmesini ve hatta bu yasa dışılığa dayanılarak beraat kararının iptal edilmesini istiyor.

Bu nedenlerle Yargıtay savcılığının itirazı geri çekilmeli ya da reddedilmeli temyiz mahkemesinin oy birliğiyle aldığı karar kabul edilmelidir.

2- 2019 yılı Ağustos ayında yaz tatili için gittiğimiz Halkida’da Halkida polisinin saldırısına uğradık ve işkenceyle gözaltına alındık. Sonrasında savcılığa dahi çıkarılmadan serbest bırakıldık. Gözaltı sonrasında Halkida Devlet Hastanesinde işkence raporları aldık.

Sonrasında tarafımıza hiçbir bilgi verilmeden avukatlarımıza bilgi verilmeden gıyapta yargılanıp 3 yıl 9’ar ay hapis cezasına çarptırıldık. Şu anda bu cezalar nedeniyle tutukluyuz.

Bu davada savunma hakkımız gasp edildi. Bu hukuk terörüdür.

Davanın şahit polislerinden birisi mahkeme ifadelerinde anti-terör şubesi polislerinin kendilerini kullandıklarını söylüyor. İşte hukuksuzluk bu kadar açıktır. Halkida davasında başından itibaren anti terör şubesi polislerinin yönlendirmesi vardı.

Bu davaya ilişkin hukuksuzluğa son verilmeli Yargıtay’a yaptığımız itiraz kabul edilmeli yargılama yeniden tutuksuz olarak yapılmalıdır.

3- Yunan devleti Türkiye faşizmiyle yaptığı anlaşmalar dayanarak Türkiyeli devrimcilere politik ilticacıları saldırmakta bizleri “Terörist” olarak göstermeye çabalamakta hakkımız olan siyasi iltica taleplerimizi sürümcemede bırakmakta, geri almaya çalışmakta, oturumlarımızı yenilememektedir.

Tüm bunlara gerekçe olarak hakkımızda siyasal kararlarla açılan davaları gerekçe göstermektedir. Bu durum sizlerin sık sık dillendirdiği ve imzalamış olduğunuz “uluslararası hukuka” da aykırıdır.

Bu duruma son verilmeli siyasi iltica taleplerimiz kabul edilmeli, oturumlarımız uzatılmalıdır.

4-Yunanistan ceza yasaları tutuklu ve hükümlüler lehine yeniden düzenlenmelidir. Cezaların ağırlaştırılmasına son verilmelidir.

Tutuklu ve hükümlülerin yaşam koşulları düzeltilmeli sağlık ve beslenme koşulları yeterli seviyeye yükseltilmelidir.

Hapishanelere giriş çıkışlarda onursuz çıplak arama dayatmasına son verilmelidir.

Şartlı tahliyelerin çeşitli gerekçelerle engellenmesi uygulaması son bulmalıdır

Tutuklu ve hükümlülerin izin ve açık cezaevlerine sevkleri kolaylaştırılmalıdır.

5- 19 Mart 2020 davası, birinci yargılama sürecinde duruşma salonunda avukatlarımız ve yakınlarımızla görüşme sırasında maskeli ve silahlı polislerin saldırısına uğradık.

Bu saldırı sırasında “polise direnmek” suçlamasıyla soruşturma açıldığını öğrendik. Soruşturma dosyası Pire savcılığının elinde bulunmaktadır.

Saldırıya uğrayan biz ve yakınlarımız olduğu halde işkence yapanlara değil bize karşı soruşturma başlatıldı.

Bu soruşturma iptal edilmeli ve işkence yapan polisler hakkında dava açılmalıdır.
Bu taleplerimiz karşılanıncaya kadar süresiz açlık grevi direnişimiz devam edecek.

Sonuç olarak

1-Bereat ettiğimiz 19 Mart 2020’de açılan davadaki temiz mahkemesinin bereat kararına itiraz geri çekilsin veya iptal edilsin. Bereat kararı kabul edilsin.

2- Halkida davasındaki hukuksuzluğa son verilsin, dava yeniden görülsün.

3-Yunan devleti Türkiye faşizmiyle işbirliği yaparak Türkiye’li devrimcilere saldırmaya son versin.

4-Yunanistan ceza yasaları ve sofranistiki sistem tutuklular lehine yeniden düzenlensin.

5- 19 Mart 2020 davasında, mahkeme salonunda polisin saldırısına uğradık ve hakkımızda soruşturma açıldı. Bu soruşturma geri çekilsin ve işkence yapanlar yargılansın.

Özgür Tutsaklar: Şadi Naci Özpolat, Hazal Seçer, Ali Ercan Gökoğlu

Sosyal ağlarda paylaşın