Kapitalizmin elinde Korona ve Sosyal Hayatımız

Korona Günlerinde Kapitalizm Manzaraları | sınıf mücadelesinde Marksist  Tutum

Aylardır hayatımızın her anında Korona virüsü…

Korona hakkında her dakika değişen bilgiler duyuyoruz demek abartılı olmaz. O kadar ki bir günde tüm bildiğimiz doğrular değişiyor, yeni bilgi diye sunulanlar eskilerin yerini alıyor.

Bu  doğru bilinenlerin yanlış çıktığı esnada hastalanıyor, yataklara düşüyoruz, ölüyoruz… Yüzbinlerle ifadeledilen can kayıpları var dünya genelinde.

Bu arada sosyal hayatımız da sürekli olarak kısıtlanıyor, özgürlüklerimiz ellimizden alınıyor.

–maalesef- Korona kısıtlamaları denince sesimiz bile çıkmıyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmek için gerekli teknolojiye ve bilgiye kapitalistler sahip. Bu yüzden ne dense inanıyor, inanmak zorunda bırakılıyor halklar. Üstüne bir de “amman bu kurallara uymazsanız hayatınız tehlikeye girer” korkusu da pompalanınca hastalıktan korunmak adına dayatılan her türlü kısıtlamalara boyun eğiliyor.

Evlerinizden çıkmayın denince çıkmıyor, bir insanla tokalaşmayın dendiğinde kardeşimizle dahi tokalaşmıyoruz. Kapitalistlerin on yıllardır başaramadığı halkları tecrit etme politikasının, kendi kendimizi tecrit ederek başarılı olmasını sağlıyoruz.

Peki bize dayatılan kısıtlamalar, belirlenen kurallar ne kadar doğru? Dün doğru dediklerinin bugün yanlış çıktığına çokça tanıklık ettik şu kısacık pandemi sürecinde. Bugün doğru diye sunduklarının yarın yanlış çıkmayacağından nasıl emin olacağız? Korona gündeminin ilk günlerinde “maske” takmanın etkili olmayacağını anlatan, dünyaya maske takmanın gereksiz hatta tehlikeli olduğunu söyleyen Dünya Sağlık Örgütü bugün maskenin hastalıktan korunmak için vazgeçilmez olduğunu duyurdu. Tabii ki burada  doğru bilinenlerin yanlış çıkabileceği gerçeğini yadsımıyoruz. Ancak o yanlışlar yüzünden insanlar biner biner ölüyorsa bu olanların, alınan önlemlerin, halklar için olmadığını görmek ve konunun aslını anlamak gerekir.

Asıl önemli konu özgürlüklerimizin kısıtlanması noktasında savunmasız, çaresiz olduğumuzu zannetmemiz.  Bize sunulan her şeyi, her bilgiyi doğru olarak kabul etmemiz. Bize bu bilgileri aktaranlar, milyonlarca insanın kanını dökmüş, tarihi katliamlar ile dolu kapitalizmin efendileri olunca daha dikkatli, daha imtinalı, şüpheci olmak gerekirken…  anlattıkları her şeye önce “yalandır”, “kesin vardır bir bit yeniği”  diyerek yaklaşmak gerekirken, can güvenliğimizi, sosyal yaşantımızı, özgürlüklerimizi kapitalizme, onun kurumlarına teslim etmemiz. Evet en büyük  ve kesinlikle gözden geçirmemiz gereken sorun bu.

Tilkiyi kümese müdür olarak işe almak istemişler. Ve, “Ne ücret istersin?”  diye sormuşlar. Tilki “ben gülmekten söyleyemiyorum, artık siz ne verirseniz” demiş…

Yaşayabilmesi için sömürmek, sömürmesi için ise halkları korkutup sindirmekten,  örgütsüzleştirmekten başka seçeneği olmayan kapitalizme güvenerek, özgürlüklerimizi, sosyal hayatımızı kısıtlamalarına müsaade edersek kendisine tavuk kümesi teslim edilen tilkinin sevinci kapitalistlerin sevincinin yanında sönük kalır.

Yine tekrar etmekte fayda var; korona ile ilgili bilgiye sahip olan kapitalistler. Ve bu hastalığın can aldığı apaçık ortada. Bu hastalıktan kendimizi korumalıyız.Yani yine kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. Bu konuda da kapitalistlere güvenmemeli, söylediklerine mutlak doğru gibi yaklaşmamalıyız. Kesinlikle hastalığın bulaşmaması için gerekli önlemleri kendimiz almalıyız.  Bu konuda bilinçlice karmaşıklaştırılanlar yerine sadeleştirilmiş yöntemler hala güvenilirliğini koruyor. (Alınması gereken önlemlere dipnotta yer vereceğiz.)

Ama koronadan daha önce kapitalizmden korunma hatta kapitalizme karşı savaşma zorunluluğu unutulmamalı. Dünya devletlerinin tamamının yaptığı aslında bu gerçeği gizlemek içindir. 7 aylık süreçte o kadar abartılı “önlemler” alınmasına rağmen yüzbinlerce insanın ölmesi kapitalizmin bilgilerine güvenmeyi değil güvenmemeyi gerektirir. Öte yandan tüm dünya halkları gördü ki dünyayı yönetenlerin aldıkları önlemlerin tek amacı sömürü sisteminin dönmesini sürdürmek içindi.

AKP faşizminin hastalıktan dolayı kaç insanın öldüğünü gizlediği gerçeği bizzat sağlık bakanı tarafından dile getirildi. Ülkemizde hiç bir önlem alınmıyor dersek korona döneminde yapılanları özetlemiş oluruz. Yapılan tek şey varsa o da korona salgınını kullanmak. Evet, AKP salgını da yönetmek için kullanıyor. Yasaklar koyarak, Gezi Ayaklanmasından sonra tüm varlığı ile halkın örgütlü güçlerine saldırarak, demokratik hak ve özgürlükleri kullanılamaz hale getirmek istiyordu zaten. Koronayı da bunun için kullandı AKP. Halkın sağlığını değil, bir türlü içinden çıkamadığı yönetememe krizine karşı koronayı da Allah’ın bir lütfu olarak değerlendirmek istedi AKP iktidarı.

AKP iktidarının alabildiği en bilinen önlemler arasında çalışma saatleri dışında sokağa çıkma yasağı(!) ve  maske takmayana 900 tl ceza kesmek. AKP ceza kesmeyi çok karlı bulmuş olacak ki her köşe başına polis pusu kurarak gelene geçene ceza kesiyor. Ancak otobüsler balık istifi, minübüsler balık istifi, trenler metrolar aynı.

Dardanel, işçilerini fabrikaya kapatarak ve üretime devam ederek karantina süresini geçirmişti.

Fabrikalar hastalığa yakalanan işçileri dahi çalıştırmaya devam ediyor. Daha ileri gidip karantinayı fabrikada uygulayan işletmeler var. Yani işçileri fabrikaya kapatıp iliklerine kadar hatta ölene kadar çalıştırmak AKP Türkiye’sinin normalleşen uygulamaları arasında. Açlığa mahkum edilen milyonlarca halka sokağa çıkmama çağrısı yapan AKP’nin halkın ne yiyip ne içeceği umurunda değil. Yaşamak için çalışmak yani sokağa çıkmaktan başka çaresi olmayanlara karşı AKP’den, para cezası, gözaltı, tutuklama hatta sokak ortasında kurşunlayarak katletme…

Avrupa’da durum pek farklı değil.

Avrupa ülkelerinin her birinin ayrı ayrı uygulamaları var. Bu uygulamaları belirleyenin her ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal durumları olduğunu söylemek mümkün. Yani merkezi bir sağlık otoritesinin uygulanmasını istediği, o otoritenin belirlediği önlemler söz konusu değil. Öyle olsaydı ülkelerde üç aşağı beş yukarı benzer kısıtlamalara rastlanırdı. Sokağa çıkmaktan, toplu gösterilere, sokak eylemlerinden kahve, sinema vb her türlü etkinliklerin kısıtlanmasına… her ülkede farklı şekilde yapılıyor. Kiminde yasak olan diğerinde yasak olmayabiliyor. Tüm ülkelerin ortak noktası fabrikaların açık olması. Otomotiv, metal, kimya vb binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar açık. Üretime devam ediyorlar. Halbuki hiç birinin üretimi halkın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak üzere değil. Kapatılması, üretime ara verilmesi durumunda, halkın yaşamı olumsuz etkilemeyecekken açık kalmaya devam ediyorlar.  Tabi bu da hastalığın yayılmasına uygun koşullar yaratıyor.

Durum böyleyken hastalık ile ilgili sürekli bir panik havası canlı tutulmaya çalışılıyor. Halka “işe git, fabrikada çalış, markete git alış veriş yap ancak onun dışında hiç bir sosyal etkinlik ile uğraşma, hak ve özgürlük mücadelesine kulağını kapat…” deniyor.

Sağlığımızı koruma görevi bizlere düşüyor. Bu konuda da bize dayatılan yaşamı kabul etmemeliyiz. Hastalık ile ilgili bulunduğumuz ülkelerde daha fazla bütçe ayrılması, sağlık kurumlarındaki teknik donanımların çoğaltılması, hastanelerin kapasitelerinin arttırılması için mücadele etmeliyiz. Halkın yaşamını etkilemeyecek fabrikaların üretimlerini durdurmasını, çalışmayan herkesin tüm ihtiyaçlarının karşılanması için her alanda örgütlenmeliyiz. Bunlar hastalıktan korunmamız için yapmamız gerekenlerin başında geliyor.

Ama hepsinin başında yapmamız gereken ise KAPİTALİZMİN HİÇ BİR ŞEYİNE GÜVENMEMELİYİZ! Yaşamak istiyorsak tabii ki!

Dip not:

KORONADAN KORUNMAK İÇİN:

Nasreddin Hoca karısıyla bir yaz gecesi damda yatarken, artık ne olduysa olmuş, damdan aşağı düşüvermiş.

Gürültü patırtı derken, Hoca’nın başına toplanmışlar. İçlerinden biri:
– Hocam, hâlin nicedir; ne yapalım, deyince:

– Tez, demiş, bana bir damdan düşen getirin. Hâlimden ancak o anlar!

Halkımızın fıkralarında dahi ne yapmamız gerektiğini görmek mümkün.

* Hastalığa yakalananların hastalığı esnasında ne yaptığı, ne yaşadığı, neyin iyi geldiği gibi bir çok soru ile hastalığı tanımak mümkün. Her insanın bağışıklık sistemine göre farklı septomları olduğu kesin olan bu hastalığı tanımanın en etkili yönü bu.

* DSÖ de dahil olmak üzere sağlık otoritelerinin ortaklaştığı nokta bu virüsün  nefes yoluyla bulaştığı.

* O yüzden nefes yoluyla bulaşmasının önüne geçeceğiz. Maske takacağız. Otobüste, trende maskemizi çıkartmayacağız. Kalabalık caddelerde de maske takacağız. Aslında hepimiz kendimizi koronalıymışız gibi kabul ederek başkasına bulaştırmamaya çaba sarfedersek aslında hastalığın kendimize de bulaşmasına engel olmuş oluruz.

* Kapalı ortamlarda eğer bir kaç kişi oturuyorsak mesafemizi mümkün mertebe nefeslerimiz ulaşmayacak kadar uzak tutarken sık sık ortamı havalandıracağız. Eğer kalabalık isek içerde de maske takmaya devam edeceğiz ancak maske taktığımız için ortamı havalandırmayı da ihmal etmeyeceğiz.

* Eğer birileri ile tokalaşmış isek veya toplu taşımalarda herkesin temas ettiği yüzeyler ile temasımız olmuşsa ellerimizi yıkacağız. Yıkamadan önce elimizi surat bölgemize yaklaştırmayacağız.

Bu yukarda saydığımız önlemleri aldığımızda virüsün bulaşma ihtimalinin sıfıra yakın bir noktaya çekmiş oluyoruz. Bunun dışında önerilen abartılı önlemler ekstra bir koruma sağlamayacak, bizleri asosyalleştirecektir…

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.