“Beynim, Yüreğim Milyonlarla Beraber, Yoldaşlarımla Beraber..”

Didem Akman bugün ölüm orucu direnişinin 119. Gününde. 31 Mayıs’ta yazdığı mektubu paylaşıyoruz.

“Sevgili U… Merhaba,

Direnişimizin coşkusuyla sımsıkı kucaklıyorum seni. Uzak yoldan gelmişsin. Adalet soframa konuk edeyim seni, ne ikram edeyim? Umut, inanç, kararlılık… Bu sofraya davetli olan herkese verdiğimiz menü zaten. Ben sana içecek bir şeyler ikram edeyim çay, kahve, bitki çayları… Hava sıcaksa limonata ve çeşitli karışımlarım da var. Çeşitli karışımlar diyoruz çünkü birkaç şeyi karıştırıp, değişiklik olsun diye. Buralarda havalar ısınmıyor bir türlü. Öğle vakitleri sadece soğuk şeyler içiyorum. Sabah- akşam sıcak oluyor. Sabah hele… Havalandırmaya çıkmayı dört gözle bekliyorum, güneş görüp ısınayım diye. Kat kat giyiniyorum hücre içinde.

Ağırlaştırılmış müebbetim ben, haberin vardır. Tekli hücrede kalıyorum. Ne güneş giriyor, ne hava. Bazen masayı pencere önüne alıyorum soğuk da olsa rüzgâr belki bir güzellik yapar da girer yüzüme bir dokunur diye. Ve açlık yürüyüşümü de fiziken tek sürdürüyorum. Fiziken diyorum, çünkü beynim, yüreğim milyonlarla beraber, yoldaşlarımla beraber, kalabalık bir dünyam var. Benim gibi 3 siyasi tutsak daha var teklilerde. Onlar da, ben de günde 1 saat havalandırmaya çıkıyoruz, güneşlenelim mi, yürüyelim mi, sohbet mi edelim, şaşırıp kalıyoruz. Kocaman 1 saat. Başka hapishanelerde 5-6 saat çıkarılanlar var ama burası arttırmıyor. Ağırlaştırılmışlar konusunda özel bir politika yürütüyorlar. Ve haliyle bu durum insanları zaman yayarak öldürüyor. Bu koşulların da belirleyiciliği var direnişimde. İdam yerine konulan bir rejim bu, ama idamdan beter. Bunu idareciler bile söylüyor. İnsan bedenine, ruhuna, sosyolojisine, her şeyine aykırı. Düşünsene ölene kadar tekli hücredesin, hareketsiz, insansız, güneşsiz… Birinci derece dışında hiçbir yakınını göremiyorsun. Onlar da ölürse görüş hakkın ortadan kalkıyor. Ne sohbet, ne kütüphane, spora çıkartılıyorsun… Tamamıyla tecrit ederek öldürme rejimi. Haliyle bu koşullar direnişte de etkisini gösteriyor. Diğer direnişçilere göre daha hızlı kilo kaybediyorum. Yanıma refakatçi de vermiyorlar, her işimi kendim görmek zorunda kalıyorum. 24 saat boyunca da yaşıyor muyum diye 15 dakikada bir gelip kontrol ediyorlar. Ayrı bir taciz oluyor tabii bu.

Banyo ve hücreden ibaret 10 m² lik bir yer çünkü. Sürekli banyoda giyinip soyunamıyorsun. Bir de adlilerin dertleri var ki sorma gitsin. Tekli hücreler burada aslında ağırlaştırılmışlar için değil, hücre cezalılar için. Onlara da en fazla 20 gün verilebiliyor. Yani en fazla 20 gün kalınabilen yerde bize ölene kadar kalın diyorlar. Gelenler sorunlu tipler oluyor. Dün örneğin gecenin 1’ine kadar birisi kapı pencere indirdi, hiç kimse uyuyamadı. Bugün o yüzden oldukça yorgunum. Gün içinde kontroller ve ışıktan uyuyamıyorum, gece de uyuyamayınca, 100 günü de geçince daha büyük oluyor etkisi.

Ben de eline içecek tutuşturdum, bir hışımla buraları anlatmaya giriştim değil mi? Kusura bakmayasın. Nasılsın, sağlığın sıhhatin iyi mi? Zarfından ……nın fotoğrafları çıkınca mektuplar mı karıştı acaba diye düşünmüştüm. Mektubunu okuyunca anlaşıldı durum. Çiçekler de çok güzeldi, emeğin için çok teşekkür ederim. Renk geldi hücreme. Çiçekleri severim evet, sevmeyen yoktur herhalde. Hele de dışarıda direnişimizin sesine bir ses, bir yankı verilince içimiz de çiçekleniyor, rengârenk oluyor. Tomurcuğun patlama sesi tecrit hücrelerine bahar getiriyor diyoruz. O yüzden yazdıkların çok değerliydi. Orada yapılanlara da çok sevindik. Büyüdükçe adalet isteyen koro, bir adım daha yaklaşacağız zafere. Bir yandan Yorum’un zaferinin emanetini taşıyoruz. Söz verdiler ama sözünün eri olmadıklarını da biliyoruz, açlığımızla duruyoruz onun arkasında. Yeniden konser başvurusunda bulunulmuş diye duyduk. Korona tedbirleri yumuşayınca erken tarihe çektiler sanırım.

Orada konserleri oluyor mu Yorum’un? Son bestelerini nasıl buldun? Biz dinleyemiyoruz elbette. 2 haftada bir telefon etme hakkımız var. Geçen hafta vasim yeni besteyi dinletmek istedi ama hemen kapattılar. Neymiş, örgüt marşıymış. Soruyorum telefoncuya sen bizim örgütün bir tane marşını söyleyebilir misin diye, mırıldansan da olur diyorum, yok. Müzik duyunca, örgüt marşı diyorlar. Geçen yıl yeni doğan kardeşine ninni söyledi telefonda bir arkadaşım. Ona da örgüt marşı dediler. Uğruna can verdiğimiz türkülerimizi dinlemek yasak anlayacağın. Biz de kendimiz söylüyoruz. En çok bize hak onları dinlemek, söylemek. Diyetini ödedik çünkü. En çok bizim soluğumuza yakışıyor bence. Burada 100. gününde açlığımın kutlama yaptık. O gün de söyledik, her gün söylüyoruz, söyleyeceğiz.

100. gün demişken, anlatayım sana. Ömürden giden 100 gün kutlanır mı mantığıyla yaklaşanlar var ama adalete yaklaştığımız için her giden gün de bence kutlanmaya değer. Ömrümüzden gitsin diye değil, adalet gelsin diye çıktık yola. Amaç- hedef önemli sonuçta. Halkın vicdanında bir patika bu yolculuk. Her gün adımlıyoruz her gün sarsıyoruz birilerinin düşüncelerini, duygularını biliyorum. Ben Büyük Direniş sürecinde örgütlenen bir insanım. Hayat anında büyük değişimler, dönüşümler yaratmaz, yaratmıyor biliyorum. Birikimler, yaşanılanlar izler bırakır insanlarda, bazen soru işaretleri bırakır, bazen cevaplar bırakır. Bunların toplamında yaşanır o değişim. O yanıyla sabırlıyız. Bizim görecek olup olmamamızın da önemi yok, o değişimin yaşanacağını kavganın, hayatın kanunlarından biliyoruz. Bu yüzden güçlü değil miyiz zaten? Tarih, bilim hep bizim yanımızda, hep bizden yana. Biz tarihin kalemini tutuyoruz ve tarihin kalemini tutan, halkın da kaderini yazar.

100. günümü anlatacaktım sana yine bak nerelere gittim. Komşularım bir sürü kâğıttan süslemeler yaptılar bana. Şu an bayram öncesi okullar gibi hücrem. Kedi merdivenleri, kurdeleler, püsküller, yıldızlar, kelebekler. 100. Gün anısına mektubuna da yapıştırıyorum birer parça. Benim havalandırma saatimde konuşma yaptım, bant töreni yaptık. Normalde ilk gün törenle bandını takar direnişçiler, ama ben teklilerdeyim ve yoldaşım da yoktu. 100. Günde tesadüf hücre cezası için bir yoldaşım geldi, o taktı. Bir gün önce elime kınamı yaktım. Avucumda ışıl ışıl kınam yanıyor, kokusunu çekiyorum İbo, Mustafa, Helin kokuyor. Adalet kokuyor, zafer kokuyor. Konuşmam bitince de arkadaşlarıma bu süreçte yaptığım bestelerden çaldım. Gitar tıngırdatıyorum biraz. Öyle çalamıyorum da, idare edecek kadar. Bir albümlük beste hedefim vardı yolculuğum boyunca. O kadar yoğun şeyler yaşadık ki… Şehitler, zafer, kaçırmalar. Yürek taşkınları kiminde şiir, kiminde resim, kiminde müzik olarak çıkıyor, bende de böyle çıkıyor işte. Sonra da şarkılar türküler söyledik. Kapuçino yaptım ben de arkadaşlarıma. Tabii benimki sütsüz. Kahveyi sade alıyoruz. Çok güzel, coşkulu bir gün geçirdim anlayacağın.

Sen ne zamandır Avrupa’dasın bu arada? Gelebiliyor musun ülkeye, yoksa vatan hasretin senin de zafere kadar sürecek mi? Oralarda virüs- hastalık durumları nasıl? Tüm dünyada her bela gibi yoksul, emekçi kesimleri vuruyor. Zaten bu düzen ölümden başka bir şey vermiyor ki halklara. Kaza, hastalık, katliam… Ölümün her çeşidi… Bizse yaşamın en onurlu ve adaletlisi için dövüşüyoruz. Küçücük Küba’nın yaptıkları bile şu süreçte sosyalizm- kapitalizm farkını koydu. Herkes bundan sonra farklı olacak diyor ama her şey halkların örgütlü gücüne bağlı. Sadece tepki duymak yetmiyor. Sorun doğru hedef ve doğru ideolojik önderlik edebilmek. Bu yanıyla Anadolulu devrimciler olarak dünya halklarına karşı da sorumluluğumuz büyük. Çünkü o ideolojiyi savunan, yaşamda, mücadelede her yerde ona göre hareket eder, kılavuz eyleyen bir tek biz varız. 20. yy Bolşevikleri neyse 21. yy da umut neferleri aynı pozisyonda!

Ben de sana bir fotoğraf gönderiyorum U… Kapağa yapıştırdım. Geçen bir arkadaş yollamıştı. Yıllar önce ben çektirmiştim bunları. Sincan’da ben yapmıştım. El ürünlerimizin tariflerini de veriyorduk. Ortadaki küçük saksının içindekiler sabundan çiçekler. Kendi yaptığım şeylerin fotoğrafı çıkınca şaşırdım, sana yollayayım dedim. Demek serçe ve köpek resmi yollayacaksın. …… tüyoları vermiş anladığım. Ben de şimdi dışarıdaki serçe korosunu susturmak için kalkıp yem verdim. Bir ordum var burada, serçe ordusu. Seviyorum hayvanları. Canlıları, hayatı, yaşayan her şeyi seviyorum aslında. Serçeler bir de ruhunu şenlendiriyor insanların. O kadar küçükler ki dışarıda kimse farkına varmıyor, ben de varmıyordum. Ama burada yaşayan onlar olunca beslemeye başladım. Onlar da hemen doluştu. Senin hayvanlarla aran nasıl peki? …… sana benim köpeğe türkü söyleme hikâyemi de anlattı mı peki?

Ben de daha önce çektirdiğim fotoğraflardan birkaç tane yolluyorum. Direniş sürecinde koronadan kaynaklı hiç çektiremedik. Haziranda yumuşama olunca çektirebilirsek sonraki mektubumda yollarım olur mu?

Ben de iznini isteyeyim artık. Oradaki herkese selamlarımı ve sevgilerimi yolluyorum. Dirençle, adalet için açan karanfillerimizin sıcaklığıyla sımsıkı kucaklıyorum. Umutla kalın. Didem

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.