Basından…

MUHBİR

Eren Aysan,
30 Nisan 2022, Cumhuriyet…

Brecht, gazete kupürleri ve görgü tanıklarının ifadelerinden yola çıkarak kaleme aldı “Faşizmin Korku ve Sefaleti”ni… İyi biliyordu ki Nazi Almanyası’nda hiçbir şey olmuyormuş gibi hayatına devam edenler, baskı ve kontrolün şatafatına katılan sıradan insanlardı. Bu sayede rejim toplumda ağır bir egemenlik kurabildi; yukarıdan aşağıya her biriminin üzerinde bu denli etkili oluverdi. İhbar sistemi, faşizmin boşluk bırakmadan nüfuz etmesinin en önemli araçlarından biriydi. Düşünsenize, herkesin birbirine muazzam derecede güvensizlik ağı içinde olduğu bir toplumda komşu komşuyu gözünü kırpmadan ihbar ediyor. Hatta güven ikliminin kalesi olması beklenen bir ailede, eşlerin birbirini ele verebileceği üzerinde duruluyor! Nitekim Brecht’in kaleme aldığı oyunun “Muhbir” epizodunda, eski dostlar, düşmanlaşıyor. “Bilmem kimin karısı Yahudiymiş? Aman görüşmeyelim” duygusu ön plana geçiyor. Böylece Yahudileri gaz odalarına gönderen süreci hazırlayan sözde “adalet” yeniden tanımlanıyor.


Muhbirlik mekanizmasının salgın hastalık gibi yayıldığı dönemlerde imzasız mektuplar havada uçuşur. Sosyal medya adresleri taranır. Sanatçılardan pazaryerlerine muhalif avına çıkılır. Büyük resimde korku atmosferinin yarattığı uçsuz bucaksız bir ruh sefaleti vardır. Muhbir, tehdit olarak gördüğü kişiyi avucunun içine almıştır. Her şeyden önce ihbarcılık, “maço” ve “ataerkil” bir tavırdır. Hatta kendini gizliden gizliye “isimsiz kahraman” olarak tanımlamaktadır. Bu sayede eline büyük bir güç verildiği sanrısına kapılır; bu gücü de olabildiğince geniş kullanmanın yolunu arar. Çünkü liderinin böyle bir jurnallik hikâyesinden memnun kalacağına emindir. Kutsal olarak nitelendirdiği bir işi yerine getirmiştir! Geriye, derin bir medeniyet kaybı kalır.


Muhbirlik mekanizmasını güçlendiren, “adalet” olgusunun rafa kaldırılmasıdır. Çünkü adalet, eşitlik ve özgürlük sorununu da içerir. Hukuk, toplumsal yönetimin kılavuzuna dönüşmezse “onurlu yaşam”ın bütün getirileri örselenir. Böylece bireyin başı dik alnı ak dolaşmasının önüne engeller konur.


Dünyanın her yerinde, özellikle de kendini “demokrat” tanımlayan ülkelerde bir “şikâyet hattı” vardır. Bunu kullanmanın yolu ise sonuna kadar açık olmalıdır. Oysa muhbirlik mekanizması, basit bir şikâyet yolunu takip etmekle ilgili değildir. Mesela birinin evine hırsız girdiğini gördüğünde hemen şikâyet hattına bildirirsin! Ortada bin yıllardır belli olan bir “suç” vardır. Ama kişinin halihazırda her yerde satılan bir kitabı ya da gazeteyi okuduğunu şikâyet hattına bildirmek bambaşka bir ruh halini gösterir bize. Burada adeta Tanrı’ya karşı sorumluluğunu yerine getirmeye çalışan itaatkâr bir köle vardır. Saldırgan ruhunu bu sayede kontrol altında tutmaya çalışır!


Muhbirliğin geniş ölçekli bir mekanizmaya dönüştüğü toplumlarda çürüme son noktadadır. İhbar eden, kendine yüklediği misyonu taşımaktan memnundur. Bireysel kötülükle harmanlandığı yerde gizli bir haz duygusunu taşımaktadır. Oysa ihbar edilen, kendisine atılan olmadık suçu temizleme yarışına girer. Yaşamsal yönelimi artık tehdit altındadır. Aslında süreç ilerledikçe herkes yara alır. Muhbirin ruhu zaten karanlıktadır, kör kuyudadır. İhbar edilen, üstüne olmadık bir şey yapıştırıldığı için yeni düşmüştür cendereye.


Muhbirliğin hayatımızdan çıkması adaletin sağlanması ile mümkündür. Unutmayalım ki insanlığın adaletsizlikler karşısında demokrasi adına giriştiği mücadele hepimizin tarihidir. …

Sosyal ağlarda paylaşın