12 EYLÜL – 2- 12 Eylül’e Karşı Mücadelede Dün Ve Bugün

12 Eylül karabasanı çöktüğünde, sol açısından da ciddi bir sınav başlamıştı. Halka verilen sözler,

devrimcilik iddiası; cunta karşısında alınacak tavırda somutlanacaktı.

Cunta karşısında direnip direnmemek, devrim iddiasında ısrar edip etmeme sorunuydu.

Solun büyük bir kesimi bu sınavdan alnının akıyla geçemedi.

Geçemeyenler, siyasal ve örgütsel olarak tasfiye süreçlerini başlatırken, ideolojik olarak da düzene yaklaştılar. Fiziki olarak bütün halk kesimlerinin üzerinden geçen bir silindir olan 12 Eylül,

bu kesimler için siyasi ve ideolojik bir silindir işlevi de görecekti.

Bugün “12 Eylül ile hesaplaşmaktan”, “cuntacıları yargılamaktan” sözedenlerin başta bu kesimler olması, bu konuda bir samimiyet, asgari bir politik yanlışlık sorgulamasını da kaçınılmaz olarak beraberinde getirmektedir.

12 EYLÜL KARŞISINDAKİ YANLIŞLAR

12 Eylül ile mücadelede yanlışlar, cuntanın hemen ardından başlamıştır.

Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse;

TKP’nincunta içinde ilerici kanat arama” gafletine düşerek politikalarını buna göre şekillendirmesi, 12 Eylül ile mücadele etmemenin teorisine dönüşmüş ve giderek TKP’yi bitirmiştir.

DİSK vb. demokratik kitle örgütlerinin direnme kararı almayıp, yönetim kadroları başta olmak üzere cuntaya teslim olma kuyruğuna girmeleri, eksiği yanlışlarıyla da olsa devrimci sendikal

cephede yenilgiyi ve beraberinde de bugüne kadar uzanan düzeniçi sendikacılık anlayışını geliştirmiştir.

Bir kısım siyasetlerin 12 Eylül gelmeden önce “devrim dalgası düştü” vb. tespitlerle ricat kararları alması, iradi kararlarla yurtdışına kaçışları, bu hareketlerin düzeniçileşmesinde kapıyı araladıkları kesit olarak tarihe geçmiştir.

Devrimci siyasetlerin bir bölümü ise fiziki olarak kadrolarının büyük oranda tutsak düşmüş olması ve genelde devrimci mücadelenin o günkü seyri açısından cuntaya karşı direnişin odağının hapishanelerde şekillenmesi gerçeğini göremeyerek direnişten kaçmalarının sonucu, yine bu hareketler açısından ideolojik ve politik olarak bir geriye savrulmanın miladı olmuştur.

Tümünün ortak yanı ise cuntaya her alanda direnmenin bir devrimci hareket açısından Türkiye halkına karşı sorumluluğun, devrim iddiasının gereği olduğunun görülmemesi ya da bu iddiadan

vazgeçme sürecine girilmesidir.

12 Eylül’e karşı mücadelede cuntanın hemen ardından bu yanlışlara imza atanların, sonraki yıllarda ya düzeniçi güçler haline gelmeleri ya da siyasal ve örgütsel olarak tasfiye olmaları, adı sanı belli olmayacak şekilde etkisizleşmeleri, sürecin, sınıflar mücadelesinin doğal ve kaçınılmaz seyrinin gereğidir. Ve tesadüf değildir ki 1990’ların karşı-devrim rüzgarlarından en fazla etkilenenler

de bu kesimler olmuş ve 12 Eylül ile birlikte girdikleri süreci büyük oranda tamamlamışlardır.

BUGÜNKÜ FAŞİZMLE DİŞE DİŞ KAVGA VERMEDEN, “12 EYLÜL’LE HESAPLAŞMAK”TAN SÖZEDİLEBİLİR Mİ?

Bugün 12 Eylül’e karşı mücadelede yanlışlar ise reformist cephede kendisini “12 Eylül ile hesaplaşma” söyleminde ifade etmektedir.

Bu bakış açısı; en başta 12 Eylül’ün politik ve kurumsal olarak, yaşanmış değil halen yaşanmakta olan bir süreç olduğunu yadsımaktadır. “Demokrasiye geçildiği, demokratik kurum ve kuralla-

rın geçerli olduğu” bir düzende yaşanıldığı ön kabulünden yola çıkılmakta ve buradan hareketle de 12 Eylül’e karşı mücadele bir “tarih hesaplaşması” düzeyine indirgenmektedir.

Oysa, 12 Eylül’ün süren bir tarihtir; ülkemizdeki siyasi, ekonomik, hukuki, kültürel tablo, bunun tam tersini söylemekte, faşizmin kurumsallaşmasını kanıtlarıyla ortaya koymaktadır.

Boşaltılan, yakılan binlerce köy, gecekondularda süren terör, sahte belgeler ve komplolarla süren tutuklama kampanyaları, 19-22 Aralık ve tecritle süren katliam, provokasyonlar, linç

girişimleri, infazlar, kayıplar…

hepsi 12 Eylül 1980’den bu yana kimi zaman artarak, kimi zaman azalarak ama kesintisiz biçimde yaşanmaktadır.

AKP iktidarında bunlar birkaç misliyle katlanmıştır.

Hapishaneler dolmuştur. Yargı tamamen denetim altına alınmış, iktidarın emrindeki mahkemeler, haksız, hukuksuz, kanıtsız en ağır cezaları vermektedirler. Kanun Hükmünde Kararnamelerle cuntanın kamu emekçisi kıyımının çok daha katmerlisi gerçekleştirilmiştir. Demokratik kitle örgütlerinin yüzlercesi kapatılmış, basın yayın kurumları yasaklanmıştır.

Bugün çok rahat ifade edilebilir ki, zulüm hayatın her alanında 12 Eylül faşizmini kat be kat aşmıştır.

Hal buyken, bugünkü baskılara direnmeden, bugünkü faşizmle dişe diş kavga vermeden, “12 Eylül’le hesaplaşmak”tan sözetmek, faşizmin demokrasicilik oyununa destek olmak değil midir? 12 Eylül’le hesaplaşmanın, “nerede yenildikse oradan başlamalıyız”ın Türkçesi şu; “demokratikleştik, şimdi geçmişle hesaplaşma zamanı.

12 Eylül dün değil bugündür.

Bugün infazlara, işkencelere, faşizmin her türden zulmüne, adaletsiztliklere, hapishanelerdeki baskılara karşı mücadele etmeyen, 12 Eylül’e karşı mücadeleyi bugünden kopararak ele

alanlar, gerçekte 12 Eylül ile hesaplaşma niyeti taşımayanlardır.

12 Eylül’de yaşanan zulme, acılara ve direnişlere “dün” muamelesi yapılması, ucuz ve bugünkü görev ve sorumluluklardan kaçmanın kılıfıdır.

12 Eylül ile hesaplaşmak, bugün emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşmaktan geçmektedir.

Bu savaşın kıyısında köşesinde yeralmayanların cuntacıları yargılamaktan sözetmeleri naif bir söylem olmaktan öteye gitmez.

Bu, aynı zamanda, cuntacı generallere kol kanat geren, onların politikalarını sürdüren mevcut düzene ve iktidarlara hak etmediği bir misyon yüklemektir.

Yok, “biz dişe diş bir mücadele ile bu sonuca ulaşmak istiyoruz” deniliyorsa, bunun da yıldönümü

kampanyaları ile olmayacağı aşikardır. Şili, Arjantin gibi örneklerden hareketle (ki bu ülkelerde de

cuntacılar gerçek anlamda yargılanmamış, cuntaların hesabı sorulmamıştır) aynı sürecin ülkemizde de yaşanacağını düşünmek, bunun üzerinden politikalar şekillendirmek, bir yanılgıdan başka bir şey değildir.

12 EYLÜL’E KARŞI MÜCADELE, 13 EYLÜL SABAHINDAN BAŞLAYAN VE BUGÜNE KADAR KESİNTİSİZ SÜREN BİR MÜCADELEDİR

Evet, cunta yıllarında yenilenler, hesaplaşmasına da oradan başlamalıdırlar, bu doğrudur. Ama bu hesaplaşma emperyalizme ve faşizme karşı savaşma kararlılığını kendi içinde taşımıyorsa, sonuç-

suz kalmaya mahkumdur.

Devrimci hareket, 12 Eylül sabahından itibaren gücü oranında cuntaya karşı savaşın nasıl verilmesi gerektiğinin örneklerini sergilemiştir. Bu mücadelenin alanı kimi zaman dışarısı, kimi zaman hapishaneler olmuştur. Ama devrim iddiasından vazgeçilmemiş, “cuntanın halkı yargılayamayacağı” her koşulda ortaya konulmuştur.

Cuntanın politikalarını rahatça uygulamasının karşısında devrimci hareketin barikatı vardır bu

tarih içinde. Ve bu nedenle, 12 Eylül karanlığını ilk yaran da devrimci hareket olmuş, cuntanın hesapladığı uzun sessizlik süreci yaşama geçirilememiştir.

Devrimciler, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren yükselttikleri sınıflar mücadelesi ile her alandaki eylem ve kampanyaları ile 12 Eylül’e ve onun politikalarına karşı mücadeleye hiç ara vermediler. Bugün de 12 Eylül politikalarına karşı mücadele her alanda bütün araçlarla sürdürülmektedir.

Susurluk’tan infazlara, işkence ve kayıplara karşı mücadeleye, örgütlenme hakkının savunul-

masından tecrite karşı mücadeleye; devrimci hareketin içinde olduğu, önderlik ettiği bütün kampanya ve eylemler, kendi içinde aynı zamanda 12 Eylül’e karşı mücadelenin kendisidir.

Bugün birileri kalkmış, 12 Eylül’e karşı mücadeleden sözederek, oligarşinin 1983’ten beri sürdürdüğü “demokrasiye geçildiği” propagandasına güç vermektedir. Kimsenin unutmaması gereken gerçek şudur;

12 Eylül’e karşı mücadele 13 Eylül sabahında başlayan ve bugüne kadar kesintisiz süren bir mücadeledir.

Bu mücadelenin başından itibaren yanlış politikalar izleyenler, cuntanın mahkemelerinde devrimi savunma, faşizmi yargılama siyasi cüretini gösteremeyenler, örgütlerini tasfiye ederek binlerce yiğit militanı çaresiz bırakanlar, faşizmin demokrasicilik oyununa, bir devrim sorunu olan “demokratik devrimin gerçekleştiği” yakıştırması yapanlar, 12 Eylül’e karşı mücadeleden söz edebilirler mi?

Devrimciler her alanda örgütlenme savaşı verirken, tam da cuntanın programına paralel olarak örgüt fobisini yayanlar, cuntanın hangi politikasına karşı mücadeleden sözetmektedirler?

Cunta, temelde emperyalizmin çıkarları için gerçekleştirildiğine göre, bugün Avrupa emperyalizminin politikalarını savunanlar bu mücadelenin neresinde yeralabilirler?…

Soruları çoğaltmak mümkün ama gereksizdir.

12 Eylül’ün sürdüğü ve 12 Eylül’e karşı mücadelenin, bugün emperyalizme ve oligarşiye

karşı savaşmaktan geçtiği görülmeden, reformizmin, 12 Eylül’le hesaplaşmaktan sözetmesi, tarihe düşülen “nostaljik bir not”, bugünkü mücadeleden kaçışın bir kılıfı olmaktan öteye gitmez.

Mitinglerde resimleri taşınan şehitlerimiz, bu mücadelenin kesintisizliğine inanarak yaşamlarını feda ettiler. Onlara layık olmak, bugün o mücadeleyi omuzlamaktan geçmektedir.

Kimsenin kuşkusu olmasın, devrimciler sorulacak hiçbir hesabı unutmadıkları gibi, asıl hesabın devrim ve sosyalizm kavgasını yükseltmekten geçtiğini söylemekte ve bu uğurda mücadele etmektedirler.

Sosyal ağlarda paylaşın