12 EYLÜL -(1)

12 EYLÜL GEÇEN DEĞİL, SÜREN BİR TARİH!

“Bizim çocuklar başardı…”
Amerikan Konsolosluğu’ndan bu haber Beyaz Saray’a ulaştığında, sokaklarımızda tanklar yürümeye başlamış, ülke onyıllarca sürecek bir karanlığın içine yuvarlanmıştı.
Amerikan emperyalistlerinin “bizim çocuklar” dedikleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki apoletli
generallerdi.
12 Eylül 1980 sabahı, oligarşinin Amerikancı ordusu yönetime el koydu, yüzbinlerce insan işkencehanelere taşınıp, 1.5 milyon insan fişlenirken, her türlü örgütlenme yasaklandı, burjuva parlamentosu dahi kapatıldı.

CUNTAYI YARATAN KOŞULLAR?
Peki neydi cuntayı ortaya çıkaran koşullar?
Neden ihtiyaç duymuştu oligarşi böyle bir darbeye?
Bu sorunun cevabı en başta Türkiye’nin bir yeni-sömürge olmasında düğümlenmektedir.
Yeni-sömürge Türkiye’de emperyalizmin riske giren çıkarları sözkonusudur cunta öncesi.
Örneğin, 24 Ocak soygun kararları uygulanamamakta, anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadele hızla gelişmektedir.
“Askeri yönetim dışında başka bir çarenin kalmadığı” bizzat Amerikalılar tarafından dile getirilmekteydi o günlerde. “Anarşi, terör” edebiyatı, “kardeş kanını durdurma” yalanı, bu gerçeğin üzerini örtmek için kullanılmıştır.

12 Eylül 1980’de yönetime el koyan askeri cunta, üç yıl boyunca ülkeyi işkencelerle, idamlarla,
infazlarla, yasaklarla yönetti.
Amerikan emperyalizminin emriyle gerçekleşen darbe, 1983’te “askerin kışlasına çekilmesi” ile bitmedi, aksine her geçen gün katmerleşerek, her alanda kurumsallaşmasını sürdürdü.
12 Eylül; anayasası ile tüm bir toplumu cendereye hapsederken,
YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu) ile üniversiteler,

DGM (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) ile hukuk,
MGK (Milli Güvenlik Kurulu) ile cuntanın (Amerikan emperyalizminin) siyasal iktidarı sürdürüldü.

“DÜNÜ ARATAN BUGÜN!”
Burjuvazinin kalemşörleri, 12 Eylül’ü hep “geçmiş” bir zaman olarak ele alır ve “o günler geride kalmıştır, Allah bir daha o günleri göstermesin” düşüncesini empoze ederler. Bu bakış, “demokrasiye geçildiği”
yanılgısı ya da bilinçli çarpıtması üzerinden hareket etmektedir.
Oysa, 12 Eylül bütün kurum, kuruluşları ve asıl olarak da politikaları ile sürmektedir.
Zulümde, 12 Eylül’ü kat be kat aşan bir zulüm düzeni kanıksatılmaya çalışılmaktadır.
1990’lardan itibaren infaz ve katliam politikaları sonucunda hayatını kaybedenlerin sayısı, 12 Eylül sürecinde katledilenlerle kıyaslanamaz bile.
Sadece 19 Aralık 2000’deki hapishaneler katliamı bile, ne rakamsal ne de vahşetin uygulanış biçimi
olarak cunta sürecinde görülmemiştir.
“Kaybolan devlet otoritesini tesis etme” demagojisi ile 1980’de ülke yönetimine el koyanlar, onlarca
demokratikleşme paketini açtıktan sonra, bu kez de hapishanelerde “kaybolan devlet otoritesini tesis etmek için” katliamlar yapmaktadırlar.
122 insanın canına malolan bir hapishaneler politikasından sözedilemez cunta yılları için.
Düşünün ki, cunta 650 bin insanı gözaltına alırken, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi rakamlarına
göre; 1995- 2003 yılları arasında tam 2 milyon 59 bin 25 kişi gözaltına, işkencelere taşındı.
AKP iktidarında, hapishanelerdeki insan sayısı, cunta dönemleriyle kıyaslanamayacak ölçüde
arttı.
AKP faşizmi, dernek kapatmakta, yasaklamalarda, mahkemelerde haksız hukuksuz delilsiz ağır
hapis cezaları vermekte, adaletsizlikte, 12 Eylül faşizmini geride bıraktı.


REFORMİZMİN FAŞİZMİ MEŞRULAŞTIRMASI
Tüm bu gerçekler bir yana bırakılmadan, elbette 12 Eylül geçmiş bir zaman olarak gösterilemez.
Riyakarlık da burada ortaya çıkmaktadır.
1983’te Özal İktidarı ile birlikte başlanmıştır bu oyuna. Demokrasiye geçildiği yalanı, 12 Eylül’e direnmeyen sol kesimlerden de destek bulmuş, bu politikalar, 12 Eylül’ün kurumsallaşmasına da siyasi ve psikolojik olarak destek vermiştir.

“İyi kötü de olsa bir demokrasi var” sözleri, reformizmin faşizmi meşrulaştırma aracı olmuştur.
Legalizmi haklı çıkarmak için, faşizm meşrulaştırılmıştır.
Faşizm, 12 Eylül politikalarını “demokratikleşme” maskesi altında rahatça kurumsallaştırabilmiştir.
12 Eylül’ü, 12 Mart 1971 darbesinden ayıran temel özellik de buradaydı. 12 Mart faşizmin
kurumsallaştırılmasında kayda değer bir gelişim sağlamazken, buradan ders çıkaran oligarşi, 12 Eylül’ü daha başından buna göre şekillendirmiştir.

Böylece, açık faşizmin politikaları 40 yıldır bir cunta yönetimi sözkonusu olmadan yürürlükte kalabilmiştir. Cuntanın amacı da buydu; bir cuntaya ihtiyaç olmadan, devrimci mücadelenin, sınıflar mücadelesinin gelişimine paralel olarak -iktidarlar değişse de- 12 Eylül kurumları, yasaları ve politikaları ile sindirme, teslim alma ve zulüm politiaları sürdürülecekti.
AKP iktidarı boyunca da bu çok somut olarak görüldü.


1983’DEN BU YANAKİ TÜM İKTİDARLAR, AKP DAHİL, 12 EYLÜLCÜDÜR

12 Eylül 1980 cuntasını takip eden, bütün iktidarlar bu politikanın uygulayıcısı oldular. Başta anayasa olmak üzere, cunta tarafından çıkarılan yasalar, oluşturulan kurumlar temelde bu amaca hizmet etmiş ve
gelip geçen hiçbir iktidar tarafından bu yasa ve kurumlarda temel bir değişiklik yapılmamıştır.
12 Eylül Anayasası bu konuda çarpıcı bir örnektir. 1983’ten bu yana gelen iktidarlardan hiçbiri yoktur
ki, bu anayasanın değişmesi gerektiğini söylememiş olsun. Ama yine hiçbir iktidar yoktur ki, değiştirmek
için adım atsın. Yapılan rötuşlar da temelde hak ve özgürlüklerin geliştirilmesini değil, gelişen mücadeleye paralel olarak ortaya çıkan boşlukların doldurulup baskının koyulaştırılmasını hedeflemiştir.

AB’YE UYUM SÜRECİYLE UYUMLU FAŞİZM! VE ŞAŞKIN SOLCULUĞUN
DEMOKRATİK DEVRİM HAYALİ!

Örneğin; sınıflar mücadelesinin yeniden gelişmeye başladığı 1980’lerin ikinci yarısından itibaren, terörle mücadele yasalarının çıkarıldığını, infazlarda, kaybetme ve katliam politikalarında, köy boşaltma ve yakmalarda, dışkı yedirmeye varan işkencelerde artış yaşandığını görmekteyiz.
Tüm bunların yetmediği yerde ise Susurluk’un kuralsız vahşetinin devreye sokulduğuna tanık olmaktayız. Gazi, Sivas, Lice gibi katliamlar cunta yıllarında değil, “demokrasiyle yönetildiğimiz” yıllarda yaşanmıştır.

Bu gerçekleri gizlemek için de, cunta anayasasında yapılan her değişiklik, çıkarılan her yeni yasa, bir
devrim gibi sunulmuş, devrimlerin (!) ardı arkası kesilmemesine karşın, değişen hiçbir şey olmamıştır.
Daha sonra bu demokratikleşme oyunu, “AB’ye üyelik süreci”yle, “AB’ye uyum” adına gündeme
getirilen “demokratikleşme hamleleri” ile oynandı.
Bu oyun, AKP tarafından da uzunca bir süre sürdürüldü.
Ancak peşpeşe AB’ye uyum yasalarının çıkarıldığı dönemde de faşizm sürdü. Ne ülkemizi yönetenlerin,
ne de AB emperyalistlerinin faşizmi tasfiye gibi bir amacı, niyeti yoktu. Bazı şaşkın solcular AB’ye
uyum yasalarını “bu bir demokratik devrim” diye adlandırıp faşizmin tasfiye edildiği hayaline kapılsalar
da, 12 Eylül de, faşizm de yerinde duruyordu.
12 Eylül’ün ürünü olan kurumlar ve yasalar, açık faşizmi kurumsallaştıran politika ve uygulamalar,
halen ülke yönetimindeki yerlerini etkilerini korumaktadırlar.
Bütün “sivilleştirme”, “AB üyeliği”, “Demokratik devrim” masallarına karşın, iç, dış politikada
açık faşizmin kurumsallaşmış hali hükmünü sürdürmektedir.
12 Eylül biten bir tarih değil, süren bir tarihtir.

12 EYLÜL’DEN RAKAMLAR:
➮ 650 bin kişi gözaltına
alındı.

➮ 1 milyon 683 bin kişi
fişlendi.

➮ 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye
idam verildi. 50 kişi
asıldı.

➮ 230 bin kişi yargılandı.
Binlerce yıl hapsedildi.

➮ 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.

➮ 30 bin kişi ”sakıncalı”
olduğu için işten atıldı.

➮ 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkartıldı.

(sürecek..)

Sosyal ağlarda paylaşın