13 Eylül, 1923 – 29 Kasım, 1941
Zoya, Almanların işgalindeki Rus köyü, Petrişevo’da bir
ahırı ve birkaç evi ateşe verdi. Ancak, işbirlikçi bir Rus onu fark
ederek patronlarına ispiyonladı. Patronlar işbirlikçiyi bir şişe
votkayla mükâfatlandırdılar. Ardından Almanlar Zoya’yı başka
bir evi ateşe vermek üzereyken yakaladılar. Onu, kumanda
merkezi olarak kullandıkları askeri barakaya götürdüler. Ev sa-
hibi mutfağa gitmek istediğini söyledi. Komutan bizzat kendisi
Zoya’yı sorguladı, Rusça konuşarak.
“Kimsin?” diye sordu Albay.
– Söylemem!
– Ahırı ateşe veren de sen miydin?
– Evet!
– Maksadın ne senin?
– Sizi yok etmek!
…. Sessizlik…
– Ön cephe hattını ne zaman geçtin?
– Cuma günü.
– Çok hızlı gelmişsin buraya!
- Neden zamanı boşa harcamalı?
Zoya’ya onu kimin gönderdiğini ve beraberinde kimlerin
olduğunu sordular. Onlar, Zoya’nın onlara yoldaşlarının nerede
olduklarını söylemek zorunda olduğunu düşündüler. Kapı ara-
lığından Zoya’nın yanıtı duyuldu:
“Hayır! Bilmiyorum, söylemeyeceğim.”
Ardından kayış havada şakladı ve çıplak bir etin yarıldığı
duyuldu. Birkaç dakika sonra, genç bir asker odadan fırlayarak
mutfağa gitti ve başını elleri arasına alarak, sorgulama ve kır-
baç sesi susuncaya kadar orada oturdu. Ama Zoya’ya darbeleri
indirenler gülüyorlardı. İki ev sahibi saydılar: iki yüz darbe!
Zoya sustu. Ve ardından bir kez daha söyledi:
“Hayır! Söylemeyeceğim!” Ancak bu kez sesi zayıflamıştı.
Sorgulama bittiğinde Zoya’nın alnında, kolları ve bacak-
larında siyaha çalan geniş morluklar oluşmuştu. O, yarı çıplak
ve yalın ayaktı. Elleri arkasında bağlanmıştı. Dudakları şişmiş
ve ağzı kan içindeydi. Belli ki bağırmasın diye tartaklanmıştı.
Su istedi. Ev sahibi Ruslardan biri elinde bir bardak suyla ileri
çıktı. Ancak Alman gardiyan daha hızlıydı. Masanın üzerindeki
yanan gazyağı lambasını hızla kaptığı gibi Zoya’nın ağzına
tuttu. Rus, Zoya için yalvarmaya başladı. Alman ona hırlayıp
homurdandı, ancak gönülsüz bir şekilde yol verdi. Zoya iki bar-
dak dolusu su içti. Ardından askerler karargâhta toplandılar,
kızın etrafını sardılar ve eğlenmeğe başladılar. Bazıları onu
yumrukladılar, diğerleri yanan kibritleri çenesi altına tuttular
ve onlardan biri ise Zoya’nın sırtını testereyle kesti.
Askerler yeterince eğlendikten sonra dağıldılar. Gardiyan
tüfeğini hemen ateşe hazır hale getirdi ve Zoya’ya ayağa kalkıp
evden çıkmasını emretti. Onu zorla sokaklarda yürüttü. Sün-
güsü neredeyse Zoya’nın sırtına değiyordu. Dışarısı soğuktu,
-20 derece. Yalınayak, alt giysilerinden başka üzerinde giysisi
olmadan, Zoya, işkencecisi için yeterince soğuk olmaya başla-
yıncaya ve sıcak karargâha dönmek isteyinceye kadar karın
üzerinde yürütüldü. Zoya akşam saat 10’dan sabah saat 2’ye
kadar karargâhta gözaltında tutuldu ve her saat başı gardiyan
onu 15-20 dakika süre için sokağa çıkardı.
Sonunda başka bir gardiyan görev aldı. Bu seferki daha
az kötü ve daha az zalimdi ve Zoya’yı sokağa çıkmaya zorla-
madı. O, Zoya’nın kollarını çözdü. Ev sahiplerinden yastık is-
tedi. Böylece Zoya, oradaki bankın üzerine uzanabildi. Biz
onun uyuyup uyumadığını bilmiyoruz, fakat gece boyunca Zo-
ya’dan bir ses çıkmadığını biliyoruz. Mosmor olmuş, soğuk
çarpmış, donmuş ayakları çok acı vermiş olmalı. Sabah olunca
askerler içeri girdiler. Onlardan biri tekrar Zoya’ya sordu:
– Bize kim olduğunu söyle!
Zoya yanıtlamadı.
– Bize Stalin’in nerede olduğunu söyle! Nerede seni kurtaracak olan Stalin?
– Stalin görevinin başında! Hepimiz gibi!
Ev sahibi ve karısı sorgulamanın devamını duymadılar.
Zira onları evden çıkarmışlar ve sorgulama bitince içeri almış-
lardı. Yaklaşık o zaman olmalıydı, Almanlar Zoya’nın tırnakla-
rını çekmişlerdi (tırnaklar Zoya’nın vücudunda değildi.)
Sabah saat 10 civarında, onlar Zoya’yı giyindirdiler ve
göğsüne bir yafta astılar: “Ev kundakçısı!” Zoya’yı meydana,
idam sehpasının yanına kadar yürüttüler. İdam alanı, kılıçlarını
çekmiş atlı adamlarla kuşatılmıştı; yüz Alman askeri ve bir sürü
memur. Köy halkı zorla idamı izlemeye getirilmişlerdi. Kirişten
salınan ilmik altında idam sehpası üst üste konmuş iki ku-
tuydu. Cellatlar Zoya’yı kutuların üzerine çıkarıp ilmiği boy-
nuna geçirdiler. Askerlerden biri fotoğraf makinesini sehpaya
fokus yapmaya çalışıyordu. Komutan cellada beklemesini işa-
ret etti. Zoya fırsattan yararlanarak köylülere doğru bağırdı:
“Yoldaşlar! Neden bu kadar üzgününsünüz? Ben ölmekten
korkmuyorum! Ben halkım için ölmekten mutluyum! Cesaretli
olun! Almanlara karşı savaşın, yakın onları, zehirleyin!”
Zoya’ya yakın duran bir Alman onun ağzına vurmak is-
tedi, ama o başını geri çekti ve bu kez Alman askerlere dönerek
bağırdı: “Siz beni şimdi asacaksınız, ama ben yalnız değilim. İki
yüz milyon insanız ve siz bizim hepimizi asamazsınız! Yoldaşla-
rım benim ölümümün intikamını sizden alacaklar. Almanlar! Geç
olmadan teslim olun! Zafer bizim olacak!”
Cellat urganı çekerek ilmeği Zoya’nın boynunda sıkılaş-
tırdı. İki eliyle kuvvetlice çekti. Zoya parmakları ucunda duru-
yordu. Tüm kuvvetiyle bağırdı:
“Elveda yoldaşlar! Savaşın, korkmayın!”
Zoya’nın bedeni bir ay boyunca asılı kaldı. Kristmas haf-
tasında, bir avuç sarhoş Alman, ona bıçak darbeleri indirdiler
ve sol memesini kestiler. Bunun ardından, komutan bu cina-
yetlerini gizlemek için Zoya’yı gömmeye karar verdi.
1942 senesi, ocak ayının ortalarına doğru, Petrişevo köyü
Sovyet ordusu tarafından kurtarıldı. Zoya’nın fotoğrafını çeken
asker bir operasyon sırasında öldürüldü. Zoya’nın erkek kar-
deşi Alexander Kosmodemyanskay (Shura) Alman faşizminin
yenilgisinden bir ay önce cephede ölmüştü. Her ikisi de Sovyet
Birliği Kahramanı unvanı aldılar. Zoya’nın madalyası, Sovyet
Devlet Başkanı Mihail Kalinin tarafından bizzat Zoya’nın an-
nesine verilmiştir.
(Nazım Hikmet, Bursa Hapishanesi’nde çok kısa bir haber sayesinde bilgi sahibi olduğu bu olayı, Tanya adıyla şiirleştirmiştir.)