Bugünün Demirci Kawa’ları, Tarihimizden Öğrendikleriyle
Savaşacaklar, Dehaklar’ın Zulmüne Baş Eğmeyecekler!
Dünyanın bir köşesinde güzel mi güzel bir
ülke varmış. Dağları, gölleri, dereleri, denizleri
olan. Daha ne mi var? Yeraltı zenginlikleri,
dört mevsim her şeyi yetişen, bal gibi incirleri, üzümleri
olan bereketli topraklara sahip bir ülke. Bu ülkenin
gürül gürül akan suları, insanın içini ısıtan güneşi
varmış.
Burada paylaşmayı bilen, komşuluğu, yardımseverliği olan çok güzel bir halk yaşıyormuş. Binyıllar
önce bu ülkeyi, zalimlerin zalimi bir kral yönetmeye
başlamış. Bu kralın ismi Dehak’mış. Dehak bir gün
amansız bir hastalığa yakalanmış. Hekimler, Dehak’ın
acılarının dinmesi ve hastalığın iyileşmesi için yaraya
gençlerin ve çocukların beyinlerinin sürülmesini
önerirler. Halk buna karşı çıkar. Bile bile evlatlarının
canına kıyıp beynini götürmek istemez hiç kimse. Ve
halk, Demirci Kawa’nın önderliğinde sarayı yerle bir
eder. Zalim Dehak tüm gücüne rağmen, halkın karşısında duramamış.
Niye hikâyeyle başladık? Çünkü bugün de ülkemizde
bin odalı, yüzlerce hizmetlisi olan görkemli saray ve
zalim Dehak var. Bugünün Dehak’ı Tayyip Erdoğan’dır.
T. Erdoğan’a gelinceye kadar Menderesler, Demireller,
Türkeşler, Özallar, Erbakanlar, Ecevitler, Çillerler geçti
Dehak’ın koltuğundan.
Günümüzün Dehak’ı T. Erdoğan bin odalı sarayında
lüks içerisinde yaşıyor. Öyle ki Anadolu’nun bereketli
topraklarında yetişen sebzeyi-meyveyi beğenmeyip
uzak diyarlardan, özel uçaklarla taşıyor yiyeceğini.
Saray mutfağında, bir kuş sütü eksik deriz ya, öyledir.
Kendisi lüks içerisinde yaşayan Dehak, halkın açlığına
gözlerini kapatır, zulmeder. Çocuklara, yaşlılara, işçiye,
memura, köylüye, esnafa, sanatçılara, yetime, avukatlara, aydınlara kısaca tüm halka zulmeder, işkence
yapar.
Kendisine “açım, işsizim, geçinemiyorum, maaşım
az, her şey çok pahalı” diyenlere cevabı hazırdır:
“Sen kimsin? Ben bu ülkede şunları yaptım,
bunları yaptım… Nankörler!” der.
Anadolu’muzun her yeri yemyeşildi bir zamanlar.
Ve bu yeşilliklerde otlanan, beslenen koyunlar, kuzular,
inekler besili, eti lezzetli olurdu. Anadolu’nun çocukları
da sağlıklı, elma yanaklı olurdu. Bugün yeşil gördüğü
her yere saldıran, ağaçları kesen Dehaklar yüzünden
yeşile hasret kaldık.
Her yer beton oldu. Bu beton bloklar da bize
mezar oldu, daha da olacaktır önlem alınmazsa. Çocuklarımız eti kasap dükkânında görür oldu. Hadi
buna da alışmıştık. Et yemeseler de patates, domates,
patlıcan, biber… karnımızı doyururuz diyorduk. Dehak
onları da çok gördü bizlere. Soframıza yoksulun
sebzesi patatesi de alamaz olduk. Domates, biber,
patlıcan pahalı diyenlere Dehak: “Ne diyorlar? Domates,
biber fiyatı nedir? Bir merminin fiyatı nedir? Benim
Mehmet’imin giyinip kuşanması, terörle mücadelede
verdiğimiz bedel nedir? Düşünün. Bunları bu iktidar
yapıyor, başarıyor. Hala kalkıyor, patates, soğan,
sivri biber bunları konuşuyorlar” diyor Dehak.
Ve bir gün Dehak; “Halka ucuz-sebze meyve yedireceğim” dedi. Et Tanzim Satış mağazalarından
sonra, sebze-meyve için tanzim satış noktaları
oluşturuldu. Televizyonlarda arz-ı endam ederek,
halka güya ucuz patates, soğan, domates, biber, patlıcan sunduğunu açıkladı!
Sebze Tanzim Satış Noktaları, halk için astarı
yüzünden pahalı bir alışveriştir. Her ilde belli merkezlere açılan Tanzim Satış Noktalarına çoğu insan
uzak olduğu için ulaşamamaktadır. Oysa biz alışverişi
eve en yakın yerden yaparız. Halk “Oralarda alışveriş
yapamam, ucuz yolculuğa bile paramız yetmez”
diyor. Halkın Tanzim Satışlara ulaşımına kendince
çözüm bulan Dehak, kargo ile alışveriş başlattı!
Soğan 2 TL. kargo parası 3.7 TL. Dehak’ın halka
ucuz alışveriş diye sunduğu budur işte.
Dehak, bizimle alay edercesine “Varlık kuyruğu”
ile övünüyor. Ama vatantaşa “Seni varlık içerisinde
yokluğa mahkum ediyorum. Seni tanzim satış kuyruğuna sokarak bir kez daha mahkum ediyorum.” diyor.
Taze sebze-meyveyi düne kadar, en yoksullar
rahat alabildiği halde, bugün alamıyoruz patatesi, soğanı, limonu, lahanayı. Ama halkın sorunu sadece
sebze-meyvedeki zam da değil. Beyaz eşyadan benzine, giyimden temizlik malzemelerine, kuru gıdadan
ete, eğitimden ulaşıma, sütten sağlığa, doğal gazdan
elektriğe, gübreye, ilaca… Akla gelen her şeyde
fiyatlar katlanmıştır. Yani televizyonda ne duyuyorsak
yalan, gerçek olan halkın açlığının, yoksulluğunun
her geçen gün arttığıdır.
Gerçek; Tanzim kuyruklarının yoksulluk kuyruğu
olduğudur. Yoksulun karnı açsa, çocuğuna pantolon
alamıyorsa, sobasında yakacak kömürü yoksa, bıçak
kemiğe dayanmıştır artık. Ekonomik kriz ve marketler,
zabıtanın marketleri denetleyerek, domates, biber,
patlıcan fiyatlarını kontrol altına alıp, poşeti bile
parayla satarlarken fiyatların düşmesini ummak insan
aklıyla alay etmektir.
Yoksulluk ve Tanzim Satışlar ile halkı açlıkla,
yozlaşmayla terbiye etmeye kalkıyorlar. Yoksullukla,
çaresizlikle sınıyorlar.
Bizi aşağılıyorlar. Sabaha karşı ucuz ekmek, akşam
pazarı kuyrukları yetmedi; şimdi de saatlerce soğukta
kuyrukta bekletiyorlar. İnsan bedava dağıttığını bile
böyle vermez. Hem fiyatlar öyle pahalı ki, elimizdekiyle
tanzimden bile alacak gücümüz yok.
Dünyanın en bereketli topraklarına sahip olmamıza
rağmen, neden patates, soğan, domates alamıyoruz?
Neden varlık içerisinde açlık çekiyoruz? Neden
soframızda et yok, neden çocuklarımız süte hasret?
Bu sorulara yenilerini ekleyebiliriz. Tüm bu soruların
tek bir cevabı vardır:
Ülkemizde tarımdan madenlere, eğitimden
sağlığa kadar her şeyimizle emperyalizme bağımlı
olmamızdır. Bir dönem ülkemizi buğday deposuna
çeviren emperyalizm, bugün tarımı öldürüyor. Dünyada
en çok buğday üreten ülkelerden biriydik, bugün
buğday ithal etmeye başladık. Ülkemizde şeker
ucuza üretilirdi; çünkü birçok ilde şeker pancarı ekilirdi.
Kota yoktu, şeker fabrikaları yaygındı. Sonra kota
geldi, fabrikalar kapandı, köylü satamaz oldu ve sonunda ekmez oldu. Amerikan tekeli Cargill’in ürettiği
mısırdan yapılan şekeri satın almak için, şeker
üretimi yıllardır durduruldu.
Kendi soğan-patatesimizi neden kendimiz üretemiyoruz? Soğan patates neden bu kadar pahalandı?
Ülkemizde ne ekilecek? Hangi tohum kullanılacak?
Bunları üreticiler, çiftçiler değil emperyalizm belirliyor.
Bunun adına da “Dünya Bankasına bağlı bir tarım
politikası” diyorlar.
Sadece bu kadar mı? Daha düne kadar tohum,
köylünün, çiftçinin kendisine ait bir üründü. Bugün
köylünün tohumu tekellerin elinde, tohum tekellerine
bağımlıyız. Bunun nedeni tohum tekellerine olan bağımlılık! Devlet tarımı desteklemiyor, tam tersine
köstek oluyor. Uluslararası tekellerin egemen olması
için kendi çiftçisini eziyor. Türkiye kendi gıdasını üretemeyen bir ülke haline getiriliyor. Günümüzün Dehaklar’ı halkı açlığa mahkum ediyorlar.
Bugün Dehak’lar güçlü görünse de, Anadolu toprakları bereketlidir. Her daim Demirci Kawa’lar çıkmıştır.
Çünkü nerede ezen olmuşsa direnenler de olmuş.
Direnenler, tarihimizden güç alırlar, tarihimizden öğrenirler. Bugünün Demirci Kawa’ları; Kezban Ana,
Nuriyeler, Acunlar, Nazanlar, Mehmetler, Türkanlar
kısacası Dehak’ın zülmüne baş eğmeyen tüm halktır.
Bugünün Demirci Kawa’sı bizleriz.
Bugün; Direnişler Meclisi var. Bizi işimizden, ekmeğimizden edenlere karşı Direnişler Meclisi öncülük
ediyor. Çünkü; direnmenin ülkemizi, topraklarımızı,
hayvanlarımızı, evlerimizi, köylerimizi korumanın tek
yolu olduğunu biliyoruz.
Bizi seçim vaadleriyle kandıramaz, zulümlerinin
üstünü örtemezler. Bizi aşağılayanlar hesap vermesi
gerekenlerdir. Ülkede her türlü üretimi bitiren Dehak,
seçim öncesi panikle ucuz gıda için seyyar Tanzim
Satış Noktaları kuruyor. Mobil araçlarla yapılan tanzim
satışlarda, satılan her şey için bir de satış kotası
var. Her üründen en fazla 2 kilo alınabiliyor. Daha
ucuza yiyecek almak için kuyruklar oluşturan halk
kota uygulamasından şikayetçi. AKP halkı karneli,
kotalı satışa mahkum etti, tıpkı savaş dönemindeki
gibi.
Efsanede sözü edilen ülke, bana sorarsanız güzel
Anadolumuz’dur. Anadolu tarihi isyanlar, direnişler
tarihidir. Anadolu halklarının Dehak’lara karşı direnişi
bin yıllardır var. Zalimin karşısında hiçbir zaman eğilmemiştir.
Biz cuntacı Kenan Evrenler’i gördük,
sonraki hükümetleri gördük, bugünün Dehak’ı,
faşist Tayyip Erdoğan karşısında da eğilmeyeceğiz!