Tarihin Işığında: TARİŞ DİRENİŞİ-2…

Tariş Direnişi’ni hatırlattığımız bu yazının ilk bölümünde direnişi anlattık. Bu bölümde ise, direnişte
DİSK’in tavrını, direnişin mahkeme aşamasını aktarıyoruz.


DİSK’in Tavrı
Direniş ve DİSK’in tavrı, üzerinde durulması gereken yanlardan bir başkasıdır.
Tariş Direnişi, işçilerin mücadeleye sevk edilmesinde sendikal düzeyde de örgütlenmiş
olmalarının olumlu bir etken olarak işlev gördüğünün, öte yandan da reformizmin, revizyonizmin
sendikal anlayışının mücadeleye bakış açısının mutlaka dersler çıkarılması gereken bir örneğini
oluşturur.
Revizyonizmin, reformizmin sendikal mücadelesinin sınırlarını belirleyen ekonomist mantık,
onların hiç değilse ekonomik-demokratik taleplerde çok kararlı, ısrarlı olmaları anlamına
gelmiyor. Doğru bir siyasal perspektife oturtulmadıkça ekonomik-demokratik mücadelenin
gereğini yerine getirmek de mümkün değil çünkü. Oligarşinin icazet sınırlarında “mücadele” ve
uzlaşmacılık, reformistrevizyonist mantığın varacağı ve Tariş Direnişinde vardığı yer burası.
DİSK yönetiminin direniş boyunca takındığı tutum bunun ifadesinden başka bir şey değildir.
Direnişin 5. günü -27 Ocakİzmir’de DİSK’in düzenlediği “Demokrasi Mitingi”nde şunları
söylüyor Genel Başkan A.Baştürk: “Burjuvazi Tariş’de bize savaş açmıştır. Savaş kabulümüzdür.
Tüm değerleri yaratan biziz. Üretim bizim ellerimizde. Hizmetleri, çarkları durdurursak
Türkiye’de hayat durur. Biz gücümüzün bilinci ve kararlılığı içerisindeyiz.” (Aktaran, H.Yılmaz,
Tariş Olayları, Syf.18)


Ama bu sözler, Tariş’li işçiler karşısındaki görünen yüz. Bir de ötekine bakmak gerekiyor:
“26 Ocak günü DİSK Genel Başkanı A.Baştürk çağırtarak direnişi kaldırmamızı söyledi.
“30 Ocak günü DİSK Ege Bölge Temsilciliğine çağrıldım. İstanbul’dan gelen DİSK Gn.Bşk.
Vekili Rıza Güven, Tekstil Gn.Bşk. Rıdvan Budak, Başkan Vekili Selahattin Uyar direnişe son
vermemi istediler.” (Sendika Şube Başkanının mahkemedeki savunmasından)
İşte öteki yüz de bu.
İşverene karşı işçilerin mücadelesi, sınıfın birleşmesi, birlikteliğini genişletmesine paralel olarak “bir sınıf mücadelesine dönüşür”.

DİSK bu espriye uygun olarak, ülke genelinde destek- dayanışma eylemlerini örgütleyeceği, DİSK’de örgütlenmiş yüz binlerin üretimden gelen gücünü Tariş işçilerinin yanında mücadeleye sokacağı yerde, iktidarla uzlaşma içinde direnişi bitirmeye, kırmaya çalıştı.
İşçiler işsizlikle, açlıkla karşı karşıyaydılar. Bundan dolayı kararlı olmak durumundaydılar. Sınırsız
özveriliydiler. Devrimci işçiler, Tariş’deki işten çıkarmaların MC’nin kurumları faşistleştirme, halkı
sindirme politikasında önemli bir atlama noktası olacağını, bu zeminde militanca diren-mekten
başka yol olmadığını görüyor ve direniyorlardı. Ne var ki DİSK direnişi, sınıfın diğer bölümlerinin
harekete geçirilmesiyle siyasi iktidara geri adım attırılmasının en olanaklı olduğu noktada dumura
uğrattı, bitirdi.
İşçiler arama bahanesiyle yapılan saldırıya karşı direnişe geçtiklerinden, hemen tüm işletmelerde,
daha önce aktardığımız üç talebi ileri sürmüşlerdi. DİSK bu taleplere dahi sahip çıkmadı. Uzlaşmacı
mantıkları, devletle karşı karşıya gelince teslimiyeti yeğleyen gelenekleri ve siyasi körlükleri buna
engeldi.
Tariş Direnişi reformist-revizyonist sendikacılığın sınıf sendikacılığından, sınıf mücadelesi anlayışından ne kadar uzak ve ama sınıf uzlaşmacılığına ne kadar yakın olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.


(…) DİSK Tekstil Bşk. Rıdvan Budak ve diğer merkez yöneticileri, işletmeleri tek tek dolaşarak kah “ikna”yla, kah sendika kararlarını dayatarak, bunların yetmediği -Çiğli İplik gibiyerlerde de burjuva politikacılarına bile parmak ısırtacak ayak oyunlarıyla genel işçi kitlesinin ve özellikle
devrimci işçilerin karşı çıkışlarına rağmen, sona erdirirler direnişi. Daha sonra Tariş Davası sırasında,
hem kendi konumlarını ortaya koyuyor Rıdvan Budak, hem de bir anlamda günah çıkarıyor: “Tariş ünitelerinde arama yapıldıktan (yani direnişin başlamasından) iki gün sonra İzmir’e geldim. Ben bu hareketlerine karşı çıktım. Oyuna gelmemelerini bildirdim. Ama bir bölüm arkadaş, olacakları çok önceden görüp anlamış olmalılar ki,
benim görüşüme karşı çıktılar.” (Dava dosyasındaki ilk yargılama tutanaklarından)
Evet, olacakları önceden görmemek için ya bu ülkede yaşamıyor olmak gerekiyordu ya da kör olmak.
Devrimci işçilerin uyarılarına karşın olacaklara gözlerini kapamakta ısrar edip direnişi kırmalarının
faturası da ağırdı. Örneğin, direniş sonrası Tariş İplik’deki 2000 işçiden yalnızca 100’ü tekrar işe
alınıyordu. DİSK bu büyük işçi kıyımının vebalini de yüklendi omuzlarına.


DİRENİŞİN MAHKEME BOYUTU
“Ama inanıyorum ki, bir gün dosyalar tozlu raflardan indirilip bu tarihi yargılama yeniden
yapılacaktır. Ve asıl suçlular insanlığın göğüs kafeslerinde ve yine insanlık adına mahkum
olacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
“Yani diyeceğim şudur ki, Tariş olayları, tarihi ve belirli bir döneme damgasını vuran onurlu bir
direniştir. Tariş Direnişi sömürüye, zorbalığa ve zulme karşı direnen insanların onurlu bir
mücadelesidir…” (Tariş işçilerinden Devrimci Sol-Devrimci İşçi Hareketi mensubu Yaşar Piliç’in
Tariş Davasındaki savunmasından)
Yukarıdaki alıntı Tariş Direnişiyle ilgili hemen tüm yazılarda “Tariş’li Bir İşçi” imzasıyla yer aldı.
Yer yer kullanılan benzer başka alıntılar da aynı savunmadandı. Basit bir nedeni vardı bunun da.
Yaklaşık 200 sanıklı Tariş davasında, direnişi siyasi olarak bütünüyle savunan, onu tarih içinde ve sınıf
mücadelesi içinde yerine oturtan bir başka savunma yoktu ne yazık ki. Tariş Direnişinin bir başka
boyutu da buydu işte. Üzerinde durulması, dersler çıkarılması gereken bir boyut.
Tariş Direnişi, haklı ve meşru bir direnişti. İşçilerin hemen tamamının katılımını sağlayabilen
kitleselliğiyle, haklılığından aldığı güçle, icazeti yıkıp atan mücadeleciliği ve militanlığıyla görkemli
bir direnişti.
Ne var ki bu direniş oligarşinin kürsülerinde zaafa uğratıldı.
Bir direnişin gücü, geleceğe uzanan etkisi, bir anlamda da, direnişin yalnızca gerçekleştirildiği
yerdeki kararlılığı, kahramanlığıyla değil, bununla birlikte hayatın her alanında, her anında halk ve
tarih önünde ve düşman karşısında savunulabilmesiyle de pekişir.
Oligarşi, yaşandığı andan başlayarak, direnişi haksız, gayri-meşru bir eylem olarak gösterme
çabasına girdi. Bunun son aşaması sıkıyönetim mahkemelerinde açılan Tariş Davası’ydı.
Oligarşinin Tariş Direnişine çıkardığı fatura işsiz bırakmadır, gözaltıdır, işkencedir, mahkemelerde
idama ulaşacak cezalardır. (…) Dava, devlet terörünün giderek tırmandığı ve cuntanın sürece
oturmaya çalıştığı bir kesitte açıldı. Üçüncü duruşmada cunta işbaşındadır artık.
Tariş Direnişinin ve işçilerinin yargılanması ile toplumun değişik kesimlerine, özellikle de işçi sınıfına
gözdağı verilmesi oligarşinin-cuntanın davadaki başlıca hedefidir.
Tariş Davası, başlayıp bitmiş ve sonra hukuk tarihine geçecek bir örnek olarak sil baştan
yapılarak tekrarlanmış bir davadır. Birinci yargılamanın 28 Mayıs ’81’de açıklanan kararında, işçilere
delilsiz, dayanaksız 25 aydan 28 yıla kadar ağır hapis cezaları verildi ama oligarşi birinci yargılamada
Tariş Direnişini kamuoyunda mahkum etme anlamında amacına ulaşamadı. Çünkü direniş davanın
sanıklarınca genel olarak savunuluyordu. İkincisi, MC hükümetinin, Tariş Müdürü vb. yetkililerin ve
savcının savları o denli boş, saçma ve birbirlerini çürütür nitelikteydi ki, bu savlar üzerinde Tariş
Direnişini mahkum edecek bir demagojiyi sürdürmek olası değildi.
Cunta ve askeri mahkeme bu hedeften vazgeçmiş değillerdi ama. Demagoji için, direnişi
mahkum etmek için gerekli malzeme belki davanın sanıklarından sağlanabilirdi. Bu yol delilsiz,
dayanaksız, bilinçlice verilmiş ağır cezaların ardından mahkemece bazı “imkanlar” vaat edilerek açıldı.
Açılan bu yolda pişmanlık dilekçeleri görülmeye başlandı bir bir. İlk başta 7 kişi, ardından
40’a yakın kişi bu kulvara atıldı. Savunmalarının “son söz”ü “Yaşasın Tariş Direnişimiz” değil,
“Yüce mahkemenizin adaletine sığınıyorum, af diliyorum.”du artık. Diğer söyledikleri de “ben yapmadım, o yaptı”da özetleniyordu.

Direnişte açılan gedik bunlarla da sınırlı değildi aslında. Yargılanan diğer tutsakların büyük
çoğunluğu böylesi bir tavra yönelmiyordu ama direnişi sahiplenme, siyasi olarak savunma, haklılığını, meşruluğunu ortaya koyma cesaretini de gösteremiyorlardı. Çok az sayıda da, direnişi
karalamayan, mahkum etmeyen, en azından hukuksal anlamda savunmaya çalışan demokrat, yurtsever işçiler vardı. (…) Bu, esasta reformizmin, revizyonizmin, -oportünizmin Tariş Direnişine düşürdükleri bir gölgeydi.
Ama elbette direnişe bütün olarak sahip çıkacaklar da vardı ve çıktılar. Tariş Direnişini her şeyiyle, savunup sahiplendiler. Cuntanın, Tariş yetkililerinin, savcıların yalanları bir bir sergilendi, direniş bir kez daha haklı, meşru temeline oturtuldu. Direniş oligarşinin
kürsülerinde de yaşatıldı, sürdürüldü. “Yaşasın Tariş Direnişi” diye haykırıldı son sözde. (…)


YENİ 15-16 HAZİRANLARIMIZ, YENİ TARİŞ’LERİMİZ OLACAK
Özellikle bizim gibi ülkelerde, tarihsel önemi olan böylesi direnişler, genel olarak ülke devrimcilerinin
sınıf mücadelesi zeminine daha sağlam ayak basmalarını sağlarken, reformcu-uzlaşmacı değil, devrimci
çizgiyi güçlendirmiş, sınıfın, halkın önüne daha köktenci çözümler bulma görevini getirmiştir. Pek çok
ülkenin devrimci mücadele deneyimleri bunun örnekleriyle doludur, örneğin, ülkemizde 15-16
Haziran TİP parlamentarizmine değil, THKO’da ve esas olarak da THKP-C’de ifadesini bulacak olan
militan devrimci çizgiye güç vermiştir. (Gerek 15-16 Haziran, gerekse Tariş’de) Direnişler sonrası içine
düşülen eksiklikler bir yana bırakılırsa, objektif olarak aynı şey Tariş Direnişi için de sözkonusudur.
Sermayenin, devletin niteliğini, direniş pratiğinin sınırlılığı içinde de olsa belli yanlarıyla görmeye
başlamışlardır işçiler. Birlikteliğin gücünü görmüşlerdir.
Öte yandan reformizm-revizyonizm kendi pratiğiyle önemli ölçüde teşhir etmiştir kendini. İşçilere
söyleyeceği pek fazla bir şey kalmamıştır. Keza, dönemin genel devrimci taktiğine paralel olarak,
sermayenin şiddetine, faşist teröre karşı sınıfın şiddetini, devrimci şiddeti çıkarmanın gerekliliğini
halkın bilinçli kesiminde en açık bir şekilde ortaya konan örneklerden biri olmuştur Tariş direnişi.
Direnişin objektif olarak militan devrimci çizgi için sağladığı gelişme olanakları yeterli ölçüde maddi
bir güce, somut örgütlenmelere dönüştürülemediyse, bu, devrimci hareketin sübjektif yetersizliklerinin
bir sonucudur yalnızca.
Böylesi direnişlerin militan devrimci çizgiye güç vermesini bir genelleme olarak belirttik. Ama
elbette bu, direnişlerin gerçekleştikleri ortamlarla da ilişkilendirilmelidir. Çünkü belli
konjonktürlerde bunun tersi de mümkün olabilir. Örneğin, eğer bu direniş, bu eylemler bir yenilgi
sürecinin özelliklerinin ağır bastığı koşullarda gerçekleşiyorsa -bahar eylemlerinde olduğu gibitersi
yönde bir zorlamayı görmek de mümkün olabiliyor. Yenilgi koşullarının etkisi altında, ondaki reformist
yan öne çıkarılabiliyor. Ama bu zorlama yapaydır, sınıf mücadelesinin gelişimini engelleyicidir.
Devrimci taktik elbette bu noktada, böylesi bir eğilimin önüne set çekmeyi de içerecek ve ondaki
devrimci özün radikal bir çizgide kendini ifade etmesine önderlik etmeye çalışacaktır. Doğru devrimci
önderlik altında, işçilerin güçlü-güçsüz her kendiliğindenci çıkışı devrime kanalize edilebilecektir.
Ülkemiz egemen sınıfları sömürülerini her gün daha fazla artırmaya, işçilerin, emekçilerin olası
tepkilerini şimdiden zapturapt altına almaya çalışıyorlar. Yasakları, terörü yoğunlaştırıyorlar bunun için.
Bu da 15-16 Haziranların, Tariş’lerin koşullarını yaratıyor giderek.
15-16 Haziran’lar,Tariş’ler birilerinin istemesiyle, “hadi” demesiyle yaratılamaz elbette. Ve
tersinden, yaratılması yalnızca beklenmez. Bir başka ifadeyle, M-L anlayış sınıflar mücadelesini koşulları hesaba katmayan, tahlil etmeyen kaba bir idareciliğe indirgemez. Ama nesnelliğe teslim olmaz.
Bu noktada bir kez daha özetlersek; Devrimci İşçi Hareketinin görevi işçi sınıfının sorunlarına,
taleplerine sahip çıkarak sınıf bilincini kavratmayla orantılı pratiği geliştirmek, diğer yandan da
hoşnutsuzluğun derinleştiği, tepkilerin yasal-fiili terörden doğan kapakları zorlayıp akacak
kanallar aradığı momentlerde de, doğru devrimci önderlikle tepkileri sınıf mücadelesinin aktif
biçimlerine dönüştürebilmek ve bunu iktidar perspektifine sahip bir mücadele ve örgütlenme
içine kanalize edebilmektir.
Oligarşinin işçi sınıfına verebileceği hiçbir şey yoktur. İşçi sınıfının kazanımları ise ancak
kelimenin tam anlamıyla “söke söke”, mücadele ederek, direnerek elde edilebilir.
Bu mücadele içinde yeni 15-16 Haziranlarımız, yeni Tariş’lerimiz de olacaktır. Bu kez

bunlardan daha örgütlenmiş olarak, başarının ya da yenilginin derslerini daha fazla özümsemiş
olarak çıkacak ve yenilerini yaratmak üzere yola daha güçlü adımlarla devam edeceğiz.


KAYNAKÇA
(1) Stalin, Strateji ve Taktikler, syf.25
(2) Lenin, Ne Yapmalı, syf.42 ,
(3) R.Luxemburg, Kitle Grevleri, Sen dikalar, syf.5-17
(4) Lenin, Ne Yapmalı, syf.51
(5) Lenin, RSDİP’in Kuruluşu, syf.26
(6) Lenin, age, syf.27
(7) G.Dimitrov, İşçi Sınıfı Hareketi Üzerine, syf.83
(8) Lenin, Halkın Dostları, syf.95
(-) Tariş Dava Dosyasından ifadeler, iddianame, gerekçeli karar ve savunmalar.

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.