NURİYE GÜLMEN’DEN KESK ÜYELERINE MEKTUP…

KAMU EMEKÇİLERİ KONFEDERASYONU’NUN DEĞERLİ ÜYELERİ 

Size “direnme suçunu” işlediği için konfederasyonumuzdan ihraç edilmiş emekçilerin biri olarak yazıyorum. Evet, yanlış okumadınız. 

“Konfederasyonumuzdan ihraç edildim.” 

Önce üniversitedeki işimden ihraç edildim. Bunu kabul etmeyip mücadele etmemin sonuçlarından biri sendikamdan da ihraç edilmek oldu. Sendika ile kâğıt üzerindeki üyelik ilişkim kesildiğinde yaklaşık 5 yıldır KHK ile işten atmalarA karşı direniyordum ve bu mücadelenin bedeli olarak tutukluydum. Hala da tutukluyum. Bu mektubu size Silivri Hapishanesi’nden yazıyorum. 

Adımı, 2016 yılında başlattığımız “ İşimi Geri İstiyorum” direnişinden ve sonrasında yaptığımız uzun süreli açlık grevinden hatırlarsınız. 9 Kasım 2016 tarihinde, elimde, üstünde “Açığa alındım/ İşimi istiyorum” yazılı bir dövizle Ankara Kızılay’daki Yüksel caddesinde bulunan İnsan Hakları Anıtının önüne çıkmıştım. 

Çünkü “beklemek ölümdür” diye düşünüyorum. Kafka’nın Dava romanında geçen, yasanın önünde bekleyen adamın hikâyesini bilirsiniz. Adam yasaya girmek istemektedir ancak yasanın kapısının önünde bekleyen bir bekçi vardır ve adamın yasaya girmesine izin vermez. Bekçi adama, bu ilk kapıdan girse bile ilerde daha büyük kapılar ve daha cüsseli bekçilerle karşılaşacağını, yasaya girmenin imkânsız olduğunu anlatır durur. Adam yıllarca kapının önünde bekçiyi ikna etmeye çalışır. Yaşlanıp da ölüm döşeğine geldiğinde, ömrünün yasa önünde beklemekle geçtiğini acıyla fark eder ve bekçiye bir soru sorar:
Neden yıllardır buraya benden başka kimse gelmedi? 

Bekçinin cevabı tarihseldir: Çünkü bu kapı sadece senin için açılmıştı. 

Bu hikâye, hukukun, insanların adalet taleplerini zamana yayarak ve sonuçsuz kılmak için icat edilmiş bir araç olma özelliğine vurgu yapmak için anlatılır. Özünde doğrudur da. Eğer bir hakkı kazanmak istiyorsanız hukukun sınırlarını genişletmeye dönük bir çaba içinde olmanız gerekir. Yoksa aynı labirentin içinde dönüp dururken bulursunuz kendinizi. 

 “İşimi Geri İstiyorum” diyerek sokağa çıktığımda, bizi işten çıkaranların gösterdiği bir hukuk yolu da yoktu aslına bakarsanız. Ya da şöyle demeliyim: AKP ihraç ettiği kamu emekçilerine bir hukuk yolu göstermeyecek kadar derin bir kriz içindeydi. Ve tam tersi: Hukuk yolu göstermeye ihtiyaç duymayacak kadar kendini güvende hissediyordu. Her ikisi de doğru. 

Krizi derindi ama bu krizi daha da derinleştirecek, kamu emekçilerini haklarını aramaya sevk edecek, onlara güven verecek bir toplumsal örgütlenmenin yokluğundan emindi. 

KESK kamu emekçilerinin örgütlü gücü olarak böyle bir pratik içine girmeyeceğinin güvencesini yıllar içinde sergilediği pratikle AKP’ye vermişti. Özcesi, iktidarın 130 bin kamu emekçisini biner biner adlarını listelere yazarak işten atma pervasızlığının ilk sebebi kendi krizi ve OHAL’le yakaladığı fırsat ise ikincisi de karşılarında kitlesel olarak duracak bir 

gücün olmadığına duydukları güvendi. 

Biz, bu koşullarda, OHAL kuşatmasına ve KESK’in uzlaşmacı ve teslimiyetçi tavrına rağmen sokağa çıktık. 

“OHAL koşullarında da direnmek mümkündür ve zorunludur” diyerek direniş çağrısı yaptık. Yaptığımız çağrı karşılık buldu ve “İşimizi Geri İstiyoruz” talebi Türkiye Halkları tarafından sahiplenildi. Bu kez de iktidar, baskılar yıldırma politikasını tırmandırdı. Bizi tutukladı, yetmedi, avukatlarımızı tutukladı ve en sonunda direnişe destek olan bir taraftar gurubunun üyelerini tutuklamaya kadar vardırdı işi. 

O günlerden bugüne “işimizi geri istiyoruz” mücadelemize dönük saldırıların biçimi değişti ama özü aynı kaldı. Hakkımızda onlarca dava açıldı, yüzbinlerce lira para cezası kesildi, her gün polis saldırısına uğradık ve işkenceler gördük. “İşimizi Geri İstiyoruz” mücadelesine başladığımız günlerin üzerinden 5,5 yıl geçti, bu sürecin iki yıldan uzun bir zamanını hapishanede geçirdim. Ve hala uydurma gerekçelerle tutukluyum. 

KESK’i yöneten anlayışlar ise “Yasa önündeki bekçi” rolünü üstlendiler. Haklarını almak için KESK’in öncülüğünde yürütülen bir mücadelenin parçası olmak isteyen ihraç olmuş kamu emekçilerini “bekleme siyasetine” hapsettiler.

Biz, mücadele edenleri ise önce sendika genel merkez binasından sonra da konfederasyondan hukuki olarak atarak iktidarın önüne sürdüler. 

Değerli KESK Üyeleri, 

Sendikadan ihraç edildim ama bu mektubu bir KESK üyesi olarak yazıyorum size. Çünkü sendikamla aramdaki bağ kâğıt üstündeki bağın çok ötesinde. KESK, fiili- meşru mücadele anlayışı ile kurulmuş bir sendika. Ve onun esas sahipleri, kamu emekçilerinin hakları için aynı anlayışla mücadele edenlerdir. 

Bugün bir öğretmen, adil yargılanma hakkı için ve hapishanede süren hak gasplarına karşı ölüm orucunda. Sibel Balaç’ tan bahsediyorum. Sibel, Antalya’da zihin engelliler öğretmeni olarak çalışırken görevinden istifa ederek direnişe katılan bir KESK üyesiydi. 

2017 yılında Yüksel Direnişi’ne katıldı, 2018 yılının sonunda tutuklandı. 

O günden bu yana -3 yıl 4 aydırtutukluluğu sürüyor. 8 yıl 4 ay ceza aldı. (Cezası Yargıtay’da onandı) 

Ona verilen cezanın gerekçesinde “işinden istifa ettiği halde bir grup ihraç kamu emekçisinin eylemlerine katılarak eylemi örgüt adına maniple ettiği ve hak kullanımını güçleştirdiği” ifadeleri yer alıyor. Bu gerekçe Sibel’in işinden atılmadığı halde direnişe katılmasının cezalandırma sebebi yapıldığının açık bir kanıtı. 

Aslında cezalandırılmak istenen, onun kamu emekçilerinin güvenceli çalışma hakkına sahip çıkması. Ben işimden atılmamış olsam da sıranın bana gelmesini beklemeyeceğim, demesi. OHAL’le halkın tümüne dayatılan teslimiyeti reddedenlerin cevabını güçlendirmesi ve kendi özgürleşmesini gerçekleştirme isteği. 

”Sibel de ben de KHK’lara karşı direnmenin bedeli olarak tutsağız.”

Bugün Sibel de ben de KHK’lara karşı direnmenin bedeli olarak tutsağız. Birimiz araştırma görevlisi, diğerimiz öğretmendik. Önce işimizi geri istiyoruz mücadelesinin içinde hak mücadelecisi olduk. Şimdi de adaletsiz yargılamaların ve hapishanedeki hak gasplarının karşısında direnmeyi sürdürüyoruz. 

Sevgili yoldaşım Sibel, direnişini sonu ölüme varabilecek bir kararlılığa dönüştürdü. 

Ağır bedeller ödüyoruz. Konfederasyonumuzun “İşimi Geri İstiyorum” direnişlerine sahip çıkmayı bırakalım, bizi sendikadan ihraç ederek iktidarın direnişimize saldırılarına güç veren tarafta oldu. Deyim yerindeyse “eti senin kemiği benim” diyerek bizi faşizmin önüne sürdü. Bugün ödediğimiz bedellerde, Sibel’in sesini duyurmak için başvurmak zorunda kaldığı bu yolda KESK’i yönetenlerinin politikalarının payı yadsınamaz. 

Eğer Konfederasyonumuz, zamanında sorumluluğunu yerine getirmiş olsaydı; Fiili- meşru mücadelesiyle hak kazanmayı esas alsaydı ne bu kadar kamu emekçisi işsiz geleceksiz kalırdı, ne bu hapishanede olurdum, ne de Sibel ölüm orucu yapmak zorunda kalırdı. 

Peki, Bu Gerçekle Ne Yapacağız? 

Sibel’in direnişi aynı zamanda birleşme ve ayağa kalkma çağrısıdır. Sibel’e sahip çıkmak, onun sesi olmak kamu emekçilerinin güvenceli çalışma hakkına sahip çıkmak; ihraç edilmiş kamu emekçilerinin mücadelesine omuz vermek ve adaletsiz yargılamaların karşısında olmak demektir. 

KESK üyeleri bu çağrıya kulak vermeli, bir öğretmen ölüm pahasına savunduğu gerçeğin sesi olmalıdır.

Sosyal ağlarda paylaşın