” sürekli zorla müdahale tehditi vardı. Mustafa’yı her an hastaneye kaçırabilirlerdi. Yani 5 dakika önce birlikte, 5 dakika sonra ayrılabilirdiniz. O yüzden sabah sayımlardan önce belki bir daha kucaklaşma şansımız olmayabilir diye kucaklaşırdık. “
Mustafa Koçak ve Ulaş İnci… Halkın mücadelesinde yer aldıkları için faşizm tarafından tutuklanan iki özgür tutsaktılar.
Aynı hücreye koydu düşman onları.
İkisi, aylar boyunca hücreyi ve direnişi paylaştılar.
Biri ölüme yattı, diğeri refakatçılığını üstlendi.
Mustafa Koçak’ın ölüm orucu sürüyor. Ulaş İnci tahliye oldu.
Ulaş İnci’ye hücrede birlikte geçirdikleri zamanı ve koşulları sorduk.
“Almaya geleceğiz seni Mustafa… Dayan!”
GHA: Mustafa Koçak’ın yanından tahliye oldunuz.
Oradan nasıl ayrıldınız, onu sorarak başlayalım.
Ulaş İnci: Merhaba. 2 yıldır aynı koğuşta birlikte kalıyorduk. Keza direnişin başlangıcından tahliye olduğum güne kadarki süreçte de birlikteydik. Elbette Mustafa’nın yanından ayrılmak da hiç kolay olmadı. Bir yanınızı orada bırakıyorsunuz sonuçta.
Tahliye haberini öğrendiğimizde fazla bir vaktimiz yoktu. Birlikte voltaya çıktık, beraber son türkülerimizi söyledik. Daha sonra vedalaştık. Tahliyemin direnişten bağımsız olmadığını, tüm herkesin kendisine borcu olduğunu söyledim. Elimi tuttu. Gözlerimiz doldu. Ve direnişini tüm adaletsizliklere karşı barikat olsun diye ortaya koyduğunu söyledi. Sonrası uzun uzun kucaklaşma…
Hala o an gözlerimin önündedir. Ve yaşamımda asla unutamayacağım andır. Ekledi: “Herkesi çok selamlar, herkesi çok seviyorum, benden bir parça çıkar dışarı…” Söz verdim: “Almaya geleceğiz seni Mustafa, sadece birgün daha fazla dayan…”
Böyle ayrıldık.
GHA: Mustafa direnişe nasıl karar verdi?
U.İ: “Haksızlık hukuk yerine geçtiğinde direniş görev olur” demiş Bertolt Brecht. Ve tam da böyle oldu.
Mustafa hiç ilgisi olmayan bir olaydan kaynaklı hakkında anayasal düzeni yıkma “suçundan” yargılanıyordu.
Gözaltında işbirlikçiliği, iftiracılığı kabul etmediği için intikam almak istediler. Hem Mustafa üzerinden “itirafçı olmazsanız sonunuz böyle olur” mesajı vermeye çalışacaklardı, hem de bu davayı böylece kapatacaklardı. Bunun için kararı gözaltında verdiler ve ilk celse ile birlikte tiyatroya başladılar. Her duruşma formaliteyle geçti. Sonlarına gelindiğinde herşey netti artık. Mahkeme heyeti de bu senaryonun bir parçası olduğunu itiraf etti. Ortada hiçbir şekilde adil bir yargılanma yoktu.
Ve Mustafa bu senaryoyu bozmak için direnme kararı aldı. Emniyet taraf, savcılık taraf, mahkeme heyeti de taraf olunca hukuki anlamda adalet yolu kapandı. Bunun için Mustafa da karar duruşmasından 8 gün önce, 3 Temmuz’da adil yargılanma talebiyle “Mahkemelerin adaletsizlik dağıttığı günümüzde tek adalet, adalet için direnmektir” diyerek süresiz açlık grevi direnişine başladı.
“Ya Adalet Ya Ölüm” dedi.
GHA: Direnişin gelişimi nasıl oldu… Başlangıçta daha çok Mustafa’nın yeniden yargılanması talebi önde idi.. Giderek genel bir”adalet” talebinin simgesi haline dönüştü ölüm orucu. Bu gelişim nasıl oldu? Hapishanede bunu nasıl yaşadınız?
U.İ: Mustafa’nın adil yargılanma talebi aslında tüm herkesin ortak talebi ve özlemi. 90.güne kadar Süresiz Açlık Grevi Direnişi’ni sürdürdü.
Ancak 90 gün boyunca Mustafa’nın bu talebi ilgili kurumlar tarafından görmezden, duymazdan gelindi. Aksine direnişin ilk gününden itibaren düşmanca yaklaşıldı, zorla müdahale tehditleri başladı.
İçeriden yazdığımız hiçbir mektup dışarı çıkarılmadı, dışarıdan gelen mektuplar hiç verilmedi. Direnişi ağır tecritle kırmak istediler. Yaptıkları adaletsizliği kimse bilmesin istediler. Bunun için bu direnişe yönelik bir saldırı başlattılar.
Tüm herkeste de “dokunan yanar” algısı yarattılar.
Mustafa da taleplerinin kabul edilmesi için direnişini bir üst boyuta taşıyıp 30 Eylül’de Açlık Grevi Direnişi’nin 90. gününde Ölüm Orucu kararı aldı.
Ve bundan böyle “Ya Adalet Ya Ölüm” dedi.
“Adaletsizliklere mahkum değiliz”
GHA: Talep nasıl şekillendi?
U.İ: Yargıya güven % 30’ların altına düşmüş durumdadır. Ve mahkemeler adaletsizlik üretiyor. “Adalete açız” diyen milyonların haykırışlarını görmemek mümkün değil. Mustafa Ölüm Orucu Direnişi’yle “Kendimizi yaşadığımız adaletsizliklere mahkum etmek zorunda değiliz” diyerek aslında bir direniş çağrısı yaptı. Yaşadığımız adaletsizliklerin kaynağı ortaktır dedi.
Ölüm Orucu taleplerinin arasına da “Bana ve tüm halka yaşatılan adaletsizlikler son bulsun” talebini ekledi. Ve şimdi Mustafa sadece kendisi için değil tüm herkes için adalet istiyor. Ölüm Orucu direnişiyle Adalet talebinin simgesi haline gelmesi bundandır. Adaletin adıdır Mustafa Koçak!
“Bugün varsın, yarın belki yoksun. Bu bu kadar net.”
GHA: Dışarıda yapılan eylemler, sahiplenmeler, içeriye, hücrenize nasıl yansıyordu, ne kadar bilgi sahibi olabiliyordunuz ve bilgi aldığınızda sizdeki, Mustafa’daki etkisi nasıl oluyordu?
U.İ: Haftalık 10 dakikalık telefon görüşlerimizden ve 45 dakikayla sınırlı olan haftalık görüşümüze gelen ailelerimizden, ziyaretçilerimizden haberleri alıyorduk. Tabii haftalık yapılan eylemleri vs. ne kadar aklında tutabilirlerse ve kısa olan sürede nasıl aktarabilirlerse. Haberleri aldığımızda ise doğal olarak bizde yansıması olumlu oluyordu.
Şöyle anlatayım: bir haber öğrenir öğrenmez hemen birbirimize aktarıp üzerine konuşurduk. Dışarıdaki nabzı anlamaya çalışırdık. Halkımızın adalet talebini sahiplenmesi ve bu konuda eylemler yapması elbette bizi daha çok umutlandırıyor, nedenlerimizi büyütüyordu.
Açlık Grevi ve Ölüm Orucu eylemi’nin belli bir aşamasında sonra artık her an herşey olabilir. Bugün varsın yarın belki yoksun. Bu bu kadar net. Direnişçinin ne kadar süre dayanabileceği iradesine, moral motivasyonuna bağlıdır biraz da. O yüzden dışarıda yapılan eylemler, sahiplenmeler Mustafa’ya da direnme gücü veriyordu.
GHA: Ölüm orucundaki Mustafa’nın hücresindeki bir günlük yaşamını anlatabilir misiniz? Kalkışından yatışına kadar..
U.İ: Mustafa Ölüm Orucu’nda da olsa günlük olarak planlı-programlı yaşamaya devam ediyordu. Tabiİ sağlık sorunlardan kaynaklı doğallığında aksamalar oluyordu, daha fazla dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu.
Sabah 8’de kalkıyor. Sabahları genellikle zamanını kitap okuyarak geçiriyor. Öğlen direnişe dair sohbetler ederdik, ortak paylaşımlarda bulunurduk. Akşamları genelde gelen mektuplara cevap yazar. Bu temel işlerinin dışında direnişe dair düşünceleri, hissettikleri ve yaşadıklarına dair notlar alır. Ve bunu hergün düzenli olarak yapar. Saat 23:00’a gelmeye başladığında da dinlenmeye çekilir.
“Her yeni gün başladığında ‘bugün zafer olsun’ diyorsun.”
GHA: Bir ölüm orucu direnişcisiyle aynı hücreyi, 24 saati paylaşmak nasıl bir duygu? günlük yaşam açısından güzellikleri, zorlukları neler?.
U.İ: Bu soruyu cevaplamak oldukça zor. Ölüm Orucu direnişçilerinin refakatçılarından dinlemiştim. Ancak bizzat yaşamak çok farklı. Sonuçta bir Ölüm Orucu Direnişçisi ve yoldaşın gözlerinin önünde gün gün, hücre hücre eriyor. Tüm süreci birlikte yaşadık. Birlikte üzüldük, birlikte sevindik. Ve şimdi ölüme yürüdüğünü görmek çok zor oluyordu.
Her yeni gün başladığında “bugün zafer olsun” diyorsun. Sürekli bir tedirginlik içerisindesin. Çünkü ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Şöyle düşünün: sürekli zorla müdahale tehditi vardı. Mustafa’yı her an hastaneye kaçırabilirlerdi. Yani 5 dakika önce birlikte, 5 dakika sonra ayrılabilirdiniz. O yüzden sabah sayımlardan önce belki bir daha kucaklaşma şansımız olmayabilir diye kucaklaşırdık. Güzellikleri de vardı tabi. Tarihsel bir direnişin en yakından tanıklığını yapıyorduk. Dağdan Kopan Ateş kitabında bir köylü “companerolar”a dokunduğunda “tarihe dokunduğunu” söylüyordu. Bizimkisi de öyleydi. İçerideyken “tarihe dokunuyorduk.” Bu bizim için büyük bir onur ve gururdu. Adaletsizlikler, baskılar çok oluyordu. Ve bizi bu süreçte güçlü durmamızın sebeplerinden biri de Mustafa oluyordu. Mustafa’dan güç alıyorduk. Bize umut ve inanç oluyordu. Kısaca böyle…
- devam edecek –