Mustafa Koçak’ın şehit düşmesinden önceki son günlerinde yanında kalan iki tutsak, Koçak ailesine mektup yazarak, Mustafa’nın son anlarını anlattılar.
Mustafa’nın son anlarını yaşıyor, duyuyor, hissediyoruz bu mektuplarda.
Bu mektuplar, tarihe bir not.
Bu mektuplar yazılmış ve yazılacak direniş destanlarının bir parçası.
Bekir Şimşek’in mektubunda, emekçi bir direnişçinin “üçüncü yol yok” diyen kararlılığını göreceksiniz.
Mektupta, ölümün eşiğinde, yoldaşlarının yanında battaniyeyi yüzüne çekmek zorunda kaldığı için “kusuru bakmayın” diyen inceliğini göreceksiniz.
Mektupta, ölümün eşiğindeki bir tutsağa sedye bile vermeyen alçaklığı göreceksiniz.
…
Adalet için açlığın koynunda aylarca direnen Mustafa Koçak’ın son anlarını anlatan Bekir Şimşek’in, Mustafa Koçak’ın kızkardeşi Mine’ye yazdığı mektubu, kelimesine dokunmadan aşağıda yayınlıyoruz:
***
Merhaba Sevgili Mine;
Sevgili kardeşim, Mustafamızın sıcaklığıyla sıkıca kucaklıyorum seni. Hasan abi, Zeynep abla, Sevgül ve Ayşeye sevgi, selamlarımı gönderiyorum.
Yiğit Mustafamızın şimdi aranızda olmasını, yaşamasını çok isterdik. Ki bunu Mustafamız da istiyordu.
“Benim için iki yol var abi. Ya taleplerim kabul edilir, adil yargılanırım ve tahliye olurum ya da şehit düşerim. Her iki sonuç da benim-bizim için zaferdir.. Üçüncü bir yol yok abi…” diyordu.. Onurumuz büyük.
Evet, Mustafamız zaferine ulaştı. Gönül isterdi ki talepleri kabul edilsin. Ama faşizm bunu yapmadı! Öfkemiz büyük.
Ailesi, siz, Mustafa için çok değerliydiniz.. Mücadelesine destek vermeniz müthiş mutlu ediyordu. “Abi çok gururluyum biliyor musun? Ailem ile gurur duyuyorum” diyordu.
Aile fotoğraflarınızı gösterip tek tek anlatıyordu sizi.. Sonunda “bizim akrabalarımız, kimsemiz yoktu. Biz bizeydik hep. Aile olarak çok tutkunuz birbirimize o yüzden. Direnişe başlayınca, ailem de fiili destek verince Büyük ailemizle bütünleştik, artık kocaman bir aile olduk” demişti.
Buraya, yanımıza ilk getirildiğinde Bekir abi sarılır mısın bana lütfen? demişti. Büyük bir sevgiyle sarılmıştım. Ondan sonra her sabah sarılıp, alnından, yanaklarından sizin için, halkımız ve yoldaşları için öpüyordum..
Çok duygulu, nazikti Mustafa..
Sevgili Mine, son sözlerini sormuşsun. Ben sana-size son gününü anlatayım.
Son anına kadar Mustafamızın bilinci hep açık oldu.. 23 Nisan günü telefon etme günümüzdü. Sabah idare ile görüşmek için dilekçe verdim. Telefona çıkarken tekerlekli sandalye değil de, sedye vermelerini istemek için.. 2. Müdürlerden biri geldi görüşmeye. Anlattım derdimizi. Net bir şey söylemedi, değerlendirelim dedi.
Aramızda konuştuk abinle. Sedye vermezlerse de tekerlekli sandalye ile çıkmaya çalışalım. Ailen için sesini duymaları bile çok önemli dedim. Abi tekerlekli sandalye olmasa da sırtında bile çıkarım dedi. Ailem ile konuşmak istiyorum dedi.
Beklediğimiz gibi sedye getirmediler! Tüm ısrarlarımıza rağmen sedye yok dediler. Halbuki olduğunu biliyorduk! Bu konuda çok öfkeliyim ama neyse..
Kucağımızda aşağıya indirip tekerlekli sandalyeye yerleştirdik. Telefon ahizesinin yanına kadar ben götürdüm. Giderken diğer hücrede olan yoldaşlarımızla selamlaştı. Onlar “Mustafa seni çok seviyoruz” dediler. Abin de “Ben de sizi çok seviyorum” dedi ve zafer işareti yaptı.
Numarayı çevirip, ahizeyi abine verdim ve ben de diğer telefona geçtim.
Konuşmalarımız bitince hücreye döndük. Mustafayı sırtıma alıp yatağına çıkardım.
“Ben az konuştum, konuşabildim. Ailemi dinledim” dedi. “Abi Mine söyledi infaz ertelemesi nedeniyle hastaneye hızla, acil götürülmem için dilekçe yazmamız gerekiyormuş” dedi.
Hemen hızla bir hapishane idaresine, bir de savcılığa yazdım dilekçe. 15:30 gibi butona basıp dilekçeleri verdim.
Pazar günü arayamayabilirim belki dedim. O zaman yanındaki arkadaşlarının aileleri bizi arasınlar dedi ailem dedi. Bir de “Babam bana kendimi yakarım oğlum” dedi diye söyledi. Hasan abinin bu söylemi hem gururlandırdı, hem de duygusallaştırdı abini. Tıpkı Zeynep ablanın “dayan oğlum!” dediğinde ve “burada herkes senin için çaba, emek sarfediyor” dediğinde olduğu gibi mutlu olmuştu.
Biraz tuz istedi, verdim. Üzerine su içirdim. Karnına, sırtına masaj yaptım. Akşam sayımı yaklaşınca, battaniyesini bacaklarına çekti, dergi okudum biraz.
Sayım gidince “Abi kendimi iyi hissetmiyorum, başım dönüyor hep. İkinizde yanımda kalın olur mu?” dedi. Zaten hiç yalnız bırakmıyor, nöbetleşe duruyorduk. Tamam ikimiz de yanındayız dedim. En son bir de rezene çayı içirdik, kendi istemişti.
Sonra “Abi ben biraz dinleneyim, ışık rahatsız ediyor, battaniyeyi başıma çekeceğim kusuruma bakmayın” dedi.
*
Saat 20:30 gibi gerindi, ellerini battaniyeden çıkardı. Sonra battaniyeyi ayaklarından çekmeye çalıştı. Mustafa bacaklarını açayım mı dedim. Başını açtı ve gözleriyle evet dedi.
Elini uzattı bana. Avuçlarımın içine alıp (her zaman yaptığım gibi) iki-üç kez öptüm elini.. Gülümsedi bana. Bundan sonra bakışlarından bilincini kaybetmeye başladığını anladım. Sorularıma cevap vermiyordu. Bir-iki kez “Mine gelmiş, benimle görüştürmüyorlar” dedi. Daha sonra hiçbir şey söylemedi.
Mustafa ailene, yoldaşlarına bize söylemek istediğin bir şey var mı dedim. Bir şey söyleyecekmiş gibi baktı ama söyleyemedi, zorlandı. Bu nedenle Mustafa seni çok seviyoruz dediğimde öpücük gönderdi bize.
Bunun dışında da bir-iki kez gülümsemeye çalıştı. Bilinci tamamen kapandı, tepki alamadık. Eli hep avuçlarımdaydı. Mustafa beni duyuyorsan elimi sık lütfen dedim. Hiç tepki vermedi. Elinden öptüm sürekli.
22:50’de Mustafamız zaferini kazandı, şehit düştü.
O ana kadar eli hep avuçlarımdaydı.
*
Şehitliğinden emin olunca ıslak havlu ile silerek temizliğini yaptık. Yeni kıyafetlerini giydirdik. Kendi isteği üzerine tam yüreğinin üzerine p-c bayrakları çizili amblemi koyduk. Ayak başparmaklarını birbirine bağladım, çenesini bağladım. Sonra başında saygı duruşu yapıp, hesabını soracağımıza dair ant içtik. Sonra hep birlikte şiarlarımızı haykırdık. Sizler için, yoldaşları ve halkı için alnından, yanaklarından öptük.
Savcı, müdür vs. gelip işlemleri yaptılar. Mustafamızı onlara teslim etmeden önce tekrar alnından, yanaklarından öptüm. Seni aramasını söyledim müdüre. “Arayacağım, bilgi vereceğim” dedi. “Avukatını da arayacağız” dediler.
*
Sana bir de itirafta bulunayım sevgili Mine. Mustafamızın şehitliğinden emin olup, havlu ile temizlemeye başladığım da hıçkıra hıçkıra ağladım! Ama bu ağlama çaresizlikten veya acizlikten dolayı değildi. Hasmımıza olan öfkemden-kinimden ve Mustafaya olan sevgimizdendi. Bunu da bilmeni istedim.
*
Güneşlenmeyi seviyordu. Hava kapalı olunca “Abi güneş yok bugün” derdi. Ben de “Güneş sensin Mustafa. Adalet mücadelesinin güneşisin sen. Halkların yüzü sana dönük” dediğimde, utanır ve tebessüm ederdi. Artık adalet mücadelesinin sembolü oldu Mustafamız. Hasımlarımız şimdi daha çok korksun.
Sevgili kardeşim, sen de bize nasıl haberiniz oldu, nasıl teslim aldınız, nasıl sonsuzluğa uğurladınız.. yazarsan bunları çok sevinirim. Mustafamızın bana hediye ettiği kazağı üzerimde tesbih elimde. Hep bizimle olacaklar. Anneye-babaya, ablalarına selamlar. Sıkıca kucaklıyorum seni
Sevgilerimle
Bekir ŞİMŞEK