Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan ‘Yargı Reformu Strateji Belgesi’, hak ve özgürlükleri genişletme vaadi başta olmak üzere yargı alanındaki sorunların çözümü konusunda ihtiyatlı da olsa bir beklenti yarattı.
Bu, iktidarın ilk yargıda reform paketi değil. AKP iktidara geldikten sonra aynı başlık altında onlarca paket hazırladı. Avrupa Birliği’ne (AB) uyum yasaları başta olmak üzere hazırlanan bu paketlerin yargıya, adalete, demokrasiye hiçbir katkısı olmadı. Üstelik bu paketlerdeki birçok düzenleme, keyfi ve iktidar eksenli uygulamayla birleşince demokrasinin ve hukuk devletinin altını oymaya hizmet etti. Örneğin, ididalı reform vaatleriyle ve büyük ölçüde CHP’nin desteğiyla 1 Haziran 2005’te yürürlüğe sokulan yeni Türk Ceza Kanunu’ndaki birçok düzenleme, AKP-Cemaat ortaklığıyla yapılan siyasi operasyonlara zemin hazırladı.
İktidarının ilk yıllarında Fethullahçıların yargı ve güvenlik bürokrasisindeki kadroları eliyle muhalifler üzerinde baskı kuran iktidar, Cemaatçi kadroların tasfiyesinden sonra bu silahı artık tek başına kullanmaya başladı.
AB üyeliği hedefi
Belge daha ilk adımda hayli şüpheli bir önermeye dayanıyor. Amacın, AB üyeliği sürecine verilen önemin altının çizilmesi olduğu belirtiliyor. Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin hayli sert eleştirildiği raporunun üzerinden sadece birkaç gün geçtikten sonra açıklanan belgede ‘Türkiye’nin üyeliği stratejik bir hedef olarak gördüğü ve katılım sürecine bağlılığını koruduğu‘ ileri sürülüyor.
Bu önerme, iktidarın uzunca bir dönemdir yürüttüğü AB siyasetiyle taban tabana zıt bir hedefi varsayıyor. AB üyeliği konusunda hayli isteksiz davranan iktidarın, güncel siyaset ve dış politik gereksinimler karşısında ihtiyaç duyduğu taktiksel bir adım bu. Bu haliyle de güven vermekten hayli uzak bir tutumu ifade ediyor.
Dönüşüm mü!
Belgede 16 yıllık AKP iktidarında ‘insan hakları alanında mevzuat altyapısında ve uygulamada önemli bir dönüşüm gerçekleştirildiği’ iddia ediliyor.
İçte ve dışta Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme hakkı, adil yargılanma hakkı gibi pek çok alanda tarihinin en karanlık dönemini yaşadığı konusunda geniş bir mutabakat varken dile getirilen bu düşünce, belgenin ‘zihni yapısı’ konusunda da umut vermediğini gösteriyor.
Terörle mücadele
Belgede ‘terörle mücadele’ konusundaki kararlılığın vurgulanması önemli bir nokta olarak öne çıkıyor. Çok açık ki Türk devlet geleneğinde, idari ve yargı pratiğinde ‘terörle mücadele’ salt şiddeti yöntem olarak benimseyen gruplarla mücadeleyi ifade etmiyor. Aksine, muhalif düşüncelerin bastırılması ve cezalandırılmasını da kapsayan bir dizi siyasi, polisiye ve hukuksal yönteme işaret ediyor. Dolayısıyla bir yargı reformu belgesi açıklarken ‘terörle mücadele’ kararlılığının ifade edilmesi, daha baştan muhalif düşünceler üzerindeki baskının süreceğinin işareti olarak okunabilir.
Mesele mevzuat değil keyfiyet ve bağımlılık
Belgenin içeriğinde hak ve özgürlükleri genişletecek düzenleme ve uygulamalara ilişkin net ifadeler yer almıyor. Zaten hak ve özgürlüklerle ilgili bugünkü temel mesele mevzuattan değil, tamamen keyfi ve iktidar bağımlısı yargı uygulamalarından kaynaklanıyor. Örneğin, Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi ‘terör örgütünün şiddet içeren yöntemlerini meşru gösteren veya bu yöntemleri teşvik eden düşünce açıklamaları’nın cezalandırılmasını öngörüyor. Buna rağmen salt barış talep eden bir bildiriye imza atan akademisyenler bu suçtan cezalandırılıyor. Anayasa Mahkemesi ise zaman zaman, öğretmen Ayşe Çelik’le ilgili kararında olduğu gibi düşünce ve ifade özgürlüğünü genişletici kararlar verse de örneğin Cumhuriyet davası gibi kritik davalarda siyasi iktidarın çizdiği sınırlar içinde kararlar alıyor.
Dolayısıyla yargının en temel sorunu iktidarın hedeflerine paralel olarak keyfi, öngörülemeyen kararlar vermesidir.
Maksat adalet hizmette görünsün
Peki ama ‘Yargı Reformu Strateji Belgesi’yle amaçlanan ne? Son anayasa değişiklikleriyle yasama, yürütme, yargı Saray çatısı altında birleştirildi. Kuvvetler ayrılığı artık kağıt üzerinde dahi bir anlam ifade etmiyor. Yargı da bu haliyle bir iktidar faaliyeti haline geldi. Artık yargıyla, adaletin işleyişiyle ilgili sorunlar doğrudan iktidara fatura ediliyor.
Hak ve özgürlükleri genişleten, demokrasinin güvencesi niteleğinde bir yargı yaratmak yeni rejimin ruhuna aykırı olsa da‘iyi işleyen’ bir yargı sistemi görüntüsü elzem. En azından ortalama vatandaş için yargı hizmetleriyle karşılaştığında ‘iyi hizmet aldığı’ duygusunun oluşması isteniyor. Bu paketteki hedefler de iktidarın ihtiyaç duyduğu bu imajı yaratmaya yönelik.
Reform değil taktiksel adım
Avukat, hakim, savcı, noter adaylığı için bir baraj sınavı getirilmesi, hukuk eğitiminin revize edilmesi, belirli sözleşme ve davalarda avukat zorunluluğunun getirilmesi, avukat hizmetlerinin yüzde 50’sinde KDV oranlarının düşürülmesi, belli kıdemin üzerindeki avukatlara yeşil pasaport alma hakkı verilmesi, hakimlerin uzmanlaşması, mahkeme yazı işleri müdürlerinin hukuk mezunları arasından seçilecek olması, hakim ve savcı yardımcılığı getirilmesi gibi başlıklar yargı sisteminin teknik boyutlarıyla iyi işlemesine yönelik adımlar olarak okunabilir.
Muhaliflere, gazetecilere, solculara uygulanan hukuk ise bu ‘ortalama’ hukukun dışında yer alıyor ve iktidarın asla vazgeçmeyeceği baskı araçlarını barındıyor. Bu iktidar için o alanda reform değil, ancak taktiksel adımlar söz konusu olabilir. İktidarı taktiksel de olsa hak ve özgürlük alanını genişletmeye mecbur bırakacak adımlar içinse, demokratik siyasetin iktidarı buna zorlaması gerekiyor. Bunun dışında bir çıkış görünmüyor.
KEMAL GÖKTAŞ – Diken.com.tr