Bugün 30 Mart Kızıldere’nin yıldönümü.
Yarın 31 Mart’ta seçimler var.
30 Mart, emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm uğruna dövüşerek şehit düşenlerin günüydü.
31 Mart, burjuvazinin seçim sandıkları, çözüm manevraları içinde debelenip duranların günüdür.
30 Mart, tarih yazanların günüdür.
31 Mart, burjuvazinin yazdığı senaryoların peşinde ömür tüketenlerin günü.
Tarih kanla yazılır!
30 Mart-17 Nisan Günleri, Türkiye devriminin şehitlerini anma günleri olarak kabul edilmiştir. Bu günlerin ideolojik, politik ve manevi değeri büyüktür.
Bugün, dünyamızda umut adına ne varsa, şehitlerin kanıyla varedilmiştir.
Yaratılmış gelenekler, onların kanıyla canıyla yaratılmıştır.
Kazanılmış tüm haklar, dünyanın ezilen halklarının, proletaryasının, devrimcilerinin yüzlerce yıllık savaşımlarıyla, bu savaşlarda şehit düşenlerin kanıyla kazanılmıştır.
Tarih de böyle yazılıyor zaten.
Dursun Karataş şöyle diyordu:
“Kim ki tarihi, masa başlarında, yasal mücadelenin sınırlarında, egemen sınıfların icazetinde yazmaya kalkarsa, o tarih yazan değil, ancak kendine dayatılan sınırlar içinde halkların oyalanmasına hizmet eden bir güç olur.”
Gerçekten tarih yazanlar, kimilerinin “boşuna olduğunu” söylediği, kimilerinin anlamakta zorlandığı kadar büyük bedeller ödüyorlar.
Tarihin gerçeği budur. Kanının dökülmesini ve kan dökmeyi, ölmeyi ve öldürmeyi göze alamayanlar, tarih yazamazlar.
İki aydır gözümüzün önünde süren seçim tablosuna bakın.
Bir gün aynı masada oturup, birlik türküleri söyleyenler, ertesi gün birbirlerinin kuyusunu kazıyor, gözlerini oyuyorlar.
Bu faşist partilerde de böyle, reformist, parlamenterist düzen solunda da böyle.
Adında işçi, emek, sosyalist, komünist olan partiler, burjuvazinin yöntemleriyle seçim aranesında oy tavlamaya çalışıyor, ünlü şahsiyetler peşinde koşuyor, çuvallıyorlar. Kendilerini ilerici olarak gösteren bu güçler, rekabetçilik, grupçuluk içinde burjuvaziye karşı omuz omuza bile duramıyorlar.
Kürt milliyetçiliği için “seçim” denilen şey, “halkın iradesi” falan değil, pazarlıklardan ibaret. Yıllardır ortada görünmeyen Leyla Zana birden ortaya çıkıp, sürece AKP’den yana müdahil oluyor.
Zana “Bu ülkeyi yönetenlere sesimiz ulaştı, seçim sonrasında hep birlikte barış ve çözümün yolunu açacağız” diyor. Sesiniz nereye ulaştı, kim duydu, kimsenin duymadığını siz nasıl duydunuz? Bu soruların cevabı meçhul.
Meçhul olmayan, emperyalizmle, faşizmle işbirliğine devam edildiğidir.
Amerika ile işbirliği yapanlar, bunu meşru görenler, AKP ile işbirliği yapmazlar mı
Yapabilirler elbette. Yapmadılar mı, yaptılar da zaten. Zana gibileri de bunun yolunu düzlüyor bugün tekrar. Seçim sandığını, Kürt halkının çıkarları, Kürt halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı için değil, bunun için kullanıyorlar.
Tarih yazılmaya devam ediliyor.
Tarih şehitlerle, direnişlerle devam ediyor.
Uzlaşmayanlar, teslim olmayanlar, Kızıldere’den bugüne tarih yazmaya devam ediyor.
O halde tekrar söylersek; emperyalizmle savaşmayı, bedel ödemeyi ve ödetmeyi, kanının dökülmesini ve kan dökmeyi göze alamayanlar, tarih yazamazlar. Olsa olsa işte böyle seçim sandıklarına gömülüp, emperyalizmin dümen suyunda, burjuvazinin çizdiği alan içinde debelenip dururlar.