“Bugün Geçmişimle Yüzleştirdiğim için Geleceği Kurmak için Mücadele Ediyorum. Bugün Tüm İnancım ve Kararlığımla Direniyorum.”

Halk okulu dergisinin 131. Sayısında yayımlanan ölüm orucu direnişçisi Gökhan Yıldırım’ın Mektubunun 1. Bölümünü yayımlıyoruz.

Sevgili… Abi Merhaba evgili… Abi Merhaba

Direnişimizin coşkusuyla sımsıkı kucaklıyor, selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Umarım iyisinizdir. Biz çok iyiyiz

Bir süredir yazayım diyordum ama fırsatını bulamadım. Artık bekletmeden yazayım dedim. Neyi mi? Seninde ve tabi beni tanıyan herkesin merak ettiği şeyi yani kendimi…

O zaman şeridi biraz geriye saralım mı? 1987 yılında Ardahan’da doğdum. Ama çok küçükken önce Ankara sonra İstanbul Esenyurt’a gelmişiz Ben ne Ardahan’ı ne de Ankara’yı hatırlıyorum. Yoksul bir ailenin 9. Çocuğuyum. Yani bizim oraların deyimiyle tekne kazıntısıyım

Bir ablam daha bebekken ölmüş. Abilerimden birini 2018 yılında kaybettik. 6 erkek, 3 kız kardeştik. Babamı da 2012 kaybettik. Ve ben bu kayıpların tümü sırasında hapishanedeydim. Yani ne babamın ne de abimin cenazesine katılıp son görevimi yapamadım dahası yaptırılmadı!

Çocukluğum, gençliğim Esenyurt’ta geçti. Esenyurt’un eskilerinden sayılırız Esenyurt yoksulların yaşadığı bir ilçedir. Şimdilerde nüfusunun bir buçuk milyon olması bu gerçeği değiştirmiyor. Hatta bunun aksine ispatlıyor.

Çocukluğum nasıl geçti? Okul sıralarında başarılı bir öğrencilik yıllarım olmadı. Ders çalışan biri değildim. Aklım fikrim sokaklarda ya da çatılardaydı. Sokakta oyun oynuyor, çatıda kuş besliyordum. Kuşu abim besliyordu, ben de onunla birlikte besliyordum. Yıllarca da besledik. Kuş yüzünden çok kavgalar ettik ama hiç bırakmadık. (Kuşlar güvercinler oluyor.)

İlk defa çalışmaya ilkokul 3. Sınıfa giderken, evimizin hemen yanındaki konfeksiyonda başladım. İlk haftalığımla bir cumartesi öğleden sonra bakkaldan sucuk alıp eve gelmiştim.  İlk alın terimle sucuk almıştım. Hepi topu ona yetmişti. Yanında yumurta bile alamamıştım. Kalabalık bir aileydik herkes çalışıyordu ama para yetmiyordu. Çünkü borçlar bitmiyordu. Sonra her okul tatilinde çalışmaya başladım. Merdiven altı konfeksiyonlarda çıraklık yaptım, ütücülük yaptım. Kot yıkama, taşlama işinden de çalıştım, ütü-paket işinde de ama hep konfeksiyon, tekstildeydim.

Tekstilde çalışanlar iyi bilirler yaşam oralarda çok zordur. Ne mesai biter ne de doğru düzgün para alabilirsin. Hep geciktirilir. Zamanında para almak mucizedir. Ortaokulu bitirene kadar her sene çalıştım. Kimi zaman çalışmaktan sıkıldığım da oluyordu. O zamanda pazarda,mezarlıkta su satıyordum. Günü kurtaracak kadar kazanıyordum. Ayakkabı boyacılığından kazandıklarımı atari salonlarında harcardım, harcamasam gene de çok kazanmıyordum

Ortaokulu bitirince hemen liseye başlamadım. Bir yıl ara verdim. O arada “koruyucu meleğim” abim askere gittiği için çok karışanım olmadı. Karışanım olmayınca da ufak tefek yanlışlıklar yaptım. Esenyurt’ta o zamanlar su tankerleri ile su dağıtılıyordu. Her evin önünde güğüm, kazan gibi alüminyumlar olurdu. Bizde onları çalar satardık. Küçük küçük hırsızlıklar başlamıştı hayatımda. Bakkal önündeki cipslerden, evlerin önündeki güğümlere, boş inşaatların bakır kablolarına kadar çalıp satıyorduk. Aldığımız parayla da yiyemediğimiz, canımızın çektiği ne varsa onu alıp yiyorduk. Ekmek arası köfte, Cola, lahmacun… Okuldaki kantinden biz de alış-veriş yapabiliyorduk. Uzaktan, alanları seyretmiyorduk. Her teneffüs ekmek büfesinden 25 kuruşa satılan ekmek almak için sağdan soldan 5 kuruş toplamıyor, kantinden simit, sandviç yiyorduk. Havamızı atıyorduk, paramız var diye…

Ailemiz okul harçlığı veremiyordu ki. Çünkü onlarda da yoktu. Hem ben okul harçlığının ne demek olduğunu hiç bilmiyorum.

Beni tanıyan arkadaşlarım yemek yerken hep sorarlar. “niye böyle hızlı yiyorsun, arkandan kovalayan mı var?” diye. Ben 10 kişilik bir ailede büyüdüm. Sofra kurulduğunda herkes aynı anda başlar yemeye. Öyle bir yerde yavaş yemek yenir mi? Yesen aç kalırsın. Mecbur hızlı yemeyi öğreniyorsun. Yoksa kalmayacak, bitecek sanıyorsun. Öyle öyle hızlı yemeyi öğrendik.

Zaten sofraya konulan bir şey ertesi güne kalmıyordu ki. O gün yedin yedin. Yemedin geçmiş olsun artık. Bir daha ki ay market alışverişi olursa o zaman yersin.

Mahalledeki çocukluk arkadaşlarımın çoğu Kürt’tü. İki ayrı arkadaş grubum vardı. Biri abilerimin arkadaşlarının kardeşlerinin olduğu daha çok Dersim, Alevi çoğunlukla, diğeri ise Kars, Van Kürt kökenlilerin olduğu gruptu. İki gruptaki ilişkiler farklıydı. İkinci gruptaki arkadaşla Van Kürt kökenlilerin olduğu gruptu. İki gruptaki ilişkiler farklıydı. İkinci gruptaki arkadaşlarımla birlikte bazı kötü alışkanlıklara bulaşmıştık. Hırsızlık, kapkaç gibi kötü alışkanlıklar ve de sigaraya başlamıştım.

Bir yıl gittiğim lise hayatım uzun sürmedi. Okulda değil dışardaydı aklım, olmadı, okumadım. Sonra yeniden iş hayatı… Madem okul yoktu o zaman çalışmalıydım. Yeniden tekstile girdim Çoğu zaman mahalle arkadaşları olarak aynı yerde birlikte çalışıyor, sorun yaşandığında hep beraber ayrılıyor, işsiz kalıyorduk. İşsiz kalınca da kahvehanede vakit geçirmeye başladık. Kahvehaneden çıkmadık. Bilardo, sigara, çay her şey para ama biz de beş kuruş olmadı çoğu zaman. Bunlardan artırıp elden vermen gerekiyor. İşte böylesi bir dönemde kapkaç yaptım. Yani hırsızlık riskli ama kolay para… Nerde yapacaktık, nasıl yapacaktık bilmiyordum, çok korkuyordum ama yaptım. Sonra esrar içmeye başladım. Para lazımdı, yine yaptım. Her bir batak yeni bir batağı tetikliyordu. Yeni kötü alışkanlıklarıma uyuşturucu içmeyi de eklemiştim. Evdekilere de işe gidiyorum diye yalanını söylüyordum. Hâlbuki kahvehaneye gidiyordum. Akşam da işten gelir gibi eve gidiyordum. Sonra hırsızlıktan, kapkaçtan elimde kalan üç beş kuruşu da maaşım diye evdekilere veriyordum. Onlar beni çalışıyor sanıyorlardı. Bilseler beni eve sokmazlar, o paraya el sürmezler. Bir temiz dayak çekeler ama haberleri yok ki. Benimse umurumda değil.

Mahallemde uyuşturucu satanlar belliydi, belli ama polis satanlara asla dokunmuyordu. İçenlerin, yani satıcıdan alan çocukların elinden alıp, paralarına da el koyup gönderirlerdi

Polisten öncede bizim oraya jandarma bakıyordu. Onlarda satıcıyla değil, yine içenlerle uğraşıp onları kovalıyorlardı. Bu işte bir terslik vardı. Satılanlar, paralar kime, nereye gidiyordu?

Böyle böyle askerlik dönemim geldi. Zorunlu olarak gittik ama yaşam bile bile değişmişti. Uyuşturucuyu orada da rahatça buluyorki satılıyordu-içiyordum. Hatta içerken yakalanıp

mahkemelik oldum. Askerliğim bittiği zaman açılan davanın evrakları benden önce babamın eline geçmişti. Babamı ilk defa ağlarken gördüm. Yaptıklarımı yakıştırmıyordu bana kendisine ve ailemize. ve ailemize.

Devam edecek…

Sosyal ağlarda paylaşın