Mevcut düzenin yarattığı çürümenin yansımaları, her gün daha fazla hayatın kararmasına ve yok olmasına sebep oluyor. Ülkemizdeki kurumsallaşmış yeni sömürge faşizminin, emperyalist çıkarlara uygun olarak pompaladığı sosyal, kültürel ve iktisadi dinamikler bütünü, toplumumuzdaki ahlaki çürümeyi ve bu çürümeye karşı oluşturulan tepkisizleşmeyi beraberinde getiriyor.
Günlük haber akışının sıradan bir parçası haline getirilen kadın ve çocuk cinayetlerinin, hayvan katliamlarının, cinsel sapkınlıkların, uyuşturucunun, kumarın ve çeteleşmenin halkımızın üzerinde yarattığı tahribatlar bütün boyutlarıyla bu çürümenin yapı taşlarını oluşturuyor.
Geçtiğimiz hafta, düzenin yarattığı bu tahribatların en uç noktalarından biri olarak kolektif hafızamızda yer edecek yeni bir canilik haberiyle ülke gündemimiz bir kez daha sarsıldı. Kamuoyunda Yenidoğan Çetesi olarak anılan bir şebekenin, yeni doğmuş bebekleri anlaşmalı özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk ettiği ve bebeklerin yatışlarını kasıtlı olarak uzatarak SGK’dan yüksek kazançlar sağladığı ortaya çıktı. Bu yolla en az 12 tane bebeğin ölümüne yol açtığı ilk aşamada kesinleşen çetenin, bu faaliyetleri sebebiyle yüzlerce bebeği katletmiş olabileceği tahmin ediliyor. İçinde çağrı merkezi çalışanları, yoğun bakım hemşireleri, doktorlar ve özel hastane sahiplerinin de bulunduğu bu senkronize çalışan cani şebeke, bize neden bu düzenin ivedilikle yıkılması gerektiğini bir kez daha ispatlıyor.
Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı kesmekte hiç tereddüt etmeyen ve tarihin çöplüğüne gönderilmesi zorunlu bir gerici düzendir. Çünkü bu yozlaşmış düzenin temel işleyişinde her şeyin bir meta değeri vardır; yani her şey alınıp satılabilir. İnsan yaşamı, emeği, aşk, sevgi, sadakat, dostluk… Bu düzen bize, sürekli olarak tüm bunların bir fiyatı olduğunu ve kendi gemimizi kurtarmak, anlık hazlarımızın peşinden koşmak ya da kârımızı en yükseğe çıkartmak için uğraşmak dışında yapacağımız hiçbir şeyin bir değeri olmadığını küçük yaşlardan itibaren öğütlüyor.
İnsanın en temel hakkı olan sağlık da, tıpkı diğer her şey gibi işte bu yozlaşmış serbest piyasacılığın insafına terk ediliyor. Hastaneler, doktorlar, ilaçlar, tedaviler, kısacası tüm sağlık sistemi halk için değil, sermayenin daha çok kâr elde etmesi için metalaştırılıyor. Tamamen ticarethane prensiplerine göre yapılandırılmış özel hastaneler her köşe başında mantar gibi biterken; ücretsiz, eşit ve nitelikli sağlık hakkını savunmak ise tutuklanma gerekçesi oluyor. İşte bu zincir içerisinde, sömürü, rant, yolsuzluk ve denetim dışılığın getirdiği piyasacı azgınlığın o kanlı elleri, masum bebeklerimize kadar uzanıyor.
Özetle, depremzedelere çadır satan da, pandemide maske dağıtamayan da, estetik sektörünün teşvikiyle insanları tek tipleştiren de, bugünkü vakada bebeklerimizin yaşamlarını metalaştıran da bu özelleştirilmiş sağlık sektörü mekanizmasının kendisidir. Bu çeteye ev sahipliği yapan özel hastane sahiplerinin, düzen partileriyle ortaya çıkan organik bağları da bu durumun tekil bir suç olmadığının tasdikidir. Bu derece kan donduran bir alçaklığa karşı bile burjuvazinin ahırı olan meclisteki milletvekilleri, verilen araştırma önergesini reddederek tekrar saflarını ortaya koymuştur.
Bu aşağılık düzenden geriye halkımız için, daha ana sütünden bir yudum bile alamadan kefene koyulan el kadar bebelerimiz ve evlat kokusuna doyamadan onları kara toprağa veren gözü yaşlı ailelerimiz kalıyor. Çünkü bizler, katil sermayenin düzeni için sadece birer sayıdan ibaretiz. Büyük insanlık ailesinin fertleri olarak, bu çürümüş düzeni yıkmak için var gücümüzle savaşmak, en çok da toprağın bile kabul etmeyeceği o bebeklerimize borcumuzdur. Yavrularımızın sağlığını kâr odaklı piyasanın insafına terk etmek zorunda kaldığımız değil; ücretsiz, eşit ve niteliklikli devrimci sağlık hizmetlerine güvenle emanet edeceğimiz bir ülkeyi el birliğiyle kurmak zorunluluktur. Halkımız ve onun öncüleri ise bu azgın karanlığı dağıtabilecek yegâne güçtür.