(Bu yazı Halk Okulu’nun 145. sayısının tutsak kaleminden alınmıştır.)
Pazarda tanıdım onu. O bağırış çağırış arasında yakaladım sesini. Çocuk elbiselerinin satıldığı bir tezgahın önündeydi.
Önünde ki elbiselere bakıyordu. En çok da bedenlerine. Aradığını bulamayınca tezgahın arasında ki pazarcıya seslendi;
-“Evladım bunun bir küçük bedeni var mı?”
Pazarcı usta ellerle sergiye benzeyen tezgahı araştırdı. Neyin nerde olduğunu bilen gözler eliyle koymuş gibi buldu.
-“Al Teyzeciğim işte elindekinin bir küçüğü.”
Teyze eline aldı, uzun uzun inceledi. Şüphedeydi, olur muydu ki bu beden. Pazarcı da anladı.
-“Çocuk kaç yaşında Teyze?”
-“Otuz beş.”
Şaşırdı pazarcı, biraz da güldü.
-“Ne yaptın teyze, olur mu o elindeki otuzbeş yaşındaki insana”
Elleri titredi teyzenin, yüzü karardı, sanki ölüm gözüktü gözüne. Sonra sarardı yüzü, kanı damarlarından çekilmiş gibi boğazına bir yumruk oturdu. Kimin, neyin yumruğuydu? Gözyaşları çenesinden aşağı bıraktı kendisini.
-“Ne oldu teyzem, yanlış bir şey mi dedim?”
Cevap yok.
-“Yanlış bir şey dediysem af buyur teyzem, af buyur teyze.”
Cevap yok.
Tabure getirdiler teyzeye. Oturttular yavaşça.
Tezgahta çırak kaldı. Pazarcı teyzenin yamacındaydı.
Çok dil döktü konuşsun diye. Dayanamadım ben de gittim yanına. Ellerini avucumun içine aldım elleri aynı benim ellerimdi. Gözlerime baktı.
-“Bir derdin mi var teyzeciğim?”
Yanıtı pazarcı verdi.
-“Valla ablacığım ben de sordum ama ağzını açmıyor. 35 yaşındaki insana çocuk elbesesi bakıyor, derdi var belli ki.”
-“Teyzeciğim ben sana yardım edeyim istersen?”
Kendisine verilmiş mendille gözünün yaşını sildi. Biraz daha sakinleşmişti.
Derdini göz yaşlarıyla anlatmaya çalıştı olmadı .
-“Benim evladım…” dedi. İçine kaçmış sesi sanki ona ait değildi.
-“Ölüm orucunda!”
Pazarcı hiçbir şey anlamamıştı, ama ben anladım.
-“Allah kabul etsin de, ölüm orucu ne teyze?” dedi pazarcı.
Pazarcının soruları istemeden olsa da teyzeyi daha çok yaralıyordu. Fısıldadım kulağına ben sana sonra anlatırım diye. Ellerini hiç bırakmadığım teyzeyi ayağa kaldırdım.
-“Şimdi kaç kilo teyze?”
-“40“ dedi. Son baktığı elbiseyi uzattım.
-“Tamam işte bu olur ona.”
-“Şimdi olur ama bir kaç ay sonra?”
Cenaze evinde gibi hissediyorum kendimi. Öyle bir ağır andayız ki herhangi bir kelime bomba gibi düşüyordu yere. Ve her düşen kan içinde bırakıyordu bizi. Pazarcı yine kendini tutamadı;
-“Teyze o zaman bir beden büyüğünü al bir sonra da giysin, bir ay sonra da giysin. Öyle değil mi abla haksız mıyım?”
İçimden “abim kurban olayım sus, daha fazla dağlama şu kadının yüreğini.”
Tabii dışımdan.
-“Kardeşim sen bunun bir beden küçüğünü verir misin bize” diyorum.
Anlamamış da olsa hızla bulup verdi. Teyze uzun uzun bakıyordu gene.
35 yaşında ki evladı adalet için ölüm orucu eyleminde eriyordu. 30 yıl önce seneye de giymesi için çocuğuna bir büyük bedenini aldığı elbiselerinin bugün daha da eriyip zayıflayacağı için bir beden küçüğünü alıyor. 40 kilo.
Bir çocuk bedeni kadar 35 yaşında ki evladına çocuk tezgahından elbise alma acısıyla ağrısıyla dolu.
-“Tamam” dedi. Poşete koydu pazarcı elbiseyi.
Parası ödendi ama böyle ayrılamazdık, böyle bir yabancı gibi. Sarıldım sımsıkıca, sarmaladım onu. O bana benim ona sarıldığımdan daha çok sarıldı.
Kulağına döktüm içimi, inancımı.
-“Dayan yaşatacağız onları.”