MAHİR -2
(Dönemin Tanıklarının Anlatımıyla)
Mahir, “Kanlı Pazar”ın ortasındadır bu kez…
16 Şubat 1969’da devrimciler, vatanseverler amerikan 6. Filosuna karşı büyük bir gösteri yaparlar. Gösteriye katılan yaklaşık 30 bin kişi Taksim meydanı’na geldiği ve önden üç yüz kişilik bir gurubun alana girdiği sırada, polis saldırarak alana giren grupla, arkadan gelenleri birbirinden koparır. Alanda ise çoğu islamcı olan gruplar önceden hazırlanmıştır, alana girmiş bulunan bir kaç yüz kişilik kitleye saldırırlar. İslamcılar ve faşistler, Amerikan 6. Filosunu savunmak için işbaşındadırlar… Sonrasını gazeteci Osman Saffet Arolat şöyle anlatır:
“Üçyüz kişi kadar bir toplulukla Taksim Meydanı’na girdiğimiz sıra, polis, Gümüşsuyu’nda arkadan gelen otuz bin kişinin önünü kapatmış. Biz bunun farkına varmadan Taksim Meydanı’nın ortasına doğru yürüdük. Meydanda daha önceden toplanmış olan gericiler, bize aniden saldırdı… Ben Park Oteli’nin hemen yanındaki küçük parkın oraya geldiğim sırada iki polis, Mahir’in iki kolundan tutmuş götürüyordu. Bunu görünce, yerden iki taş aldım. Birini bir polise, birini diğer polise attım. Polisler Mahir’in kollarından çıkınca, Mahir, Aydın Engin ve ben, oradan kaçarak bir apartmanın giriş katına saklandık…” Gericilerin bu saldırısında Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç katledilir, yüzlerce kişi de yaralanır.” (Mahir, s. 111)
Mahir, okuyarak, tartışarak ve yaşayarak düşüncelerini netleştirmektedir. Kavganın ve ölümlerin içinde bir netleşmedir bu. Kanlı pazarın içindedir. Faşistlerle kavgaların içindedir. Şehitler verilen bir kavgadır bu.
Bir süre sonra hapishaneye girdiğinde, yazdığı şiirlerde, şehitler önemli bir yer tutacaktır.
“Vedat, Taylan, Mehmet, Necmi…
Devrim için öldüler…
Yürüyoruz başkentin sokaklarında,
Önde gidiyor devrim şehidi.
Hep beraber söylüyoruz bu marşı, tek bir adam söylemiyor.
O marşta yaşıyor, marşı söyleyenlerden birisi,
Marştaki şehitler listesine, şeref listesine
Kendi adını sokuyor, sessiz ve mahçupça”
*
Teori ve pratik içiçedir Mahir’de. Faşist saldırılar giderek artmaktadır.
9 Nisan 1969’da, DTCF’deki boykotu kırmak için yüze yakın faşist okula saldırır. Öğrenciler, ilk saldırıyı püskürtüp SBF’ye haber gönderirler. “Aralarında Yusuf Küpeli, Mahir Çayan, Mustafa Kemal Çamkıran, Atıl Ant, Oral Çalışlar, İlhami Aras’ın bulunduğu on-onbeş kişilik bir grup, DTCF’ye gider… Çatışma gericilerin kaçmasıyla sona erer…”
Bu tablo gerçekte çok sıklıkla yaşanan olaylardan bir örnektir.
işte bu olaydan yalnızca 20 gün sonra yaşanan bir başkası:
“İlahiyat Fakültesi öğrencileri, Komünizmle Mücadele Derneği üyeleri ve bir gurup AP’li, Anayasa mahkemesi Başkanı İmran Öktem’in cenaze törenine katılanlara saldırırlar. 4 Mayıs akşamı, Gazi Eğitim Enstitüsü kantininde bu olayın tartışılması sırasında faşistler yine saldırırlar.
Saldırıya uğrayan öğrenciler, SBF’ye haber verirler. SBF’liler, “giderken yanlarına molotof kokteyli de almak isterler, ama bir tane bile yoktur. Mahir Çayan ve Dayı Veysel olarak anılan Veysel Doğruyusever, ‘biz bir yere uğrayarak molotof kokteyli alıp gelelim’ derler… (SBF’liler Gazi’ye giderler, büyük bir kavga çıkar) devrimci öğrenciler dövüşerek geri çekilip, tam kapıdan çıkmak üzereyken kapı aralanır ve Dayı Veysel ile Mahir, arkadaşlarına,
– geriye çekilin dedikten sonra ellerindeki molotof kokteyllerini saldırganların üzerine atarlar..” (Mahir, s.128)
Bu olaydan sonra kısa bir süre “Bombacı Mahir” diye anılır. Ama o pratikte olduğu gibi, teoride de en ön safta döğüşür:
*
Teorisyendir artık. Arkadaşları artık onun için bu sıfatı kullanmaya başlarlar.
“Teori yanıyla bizi temsil eden ve bizim etkili olmamızda önemli bir arkadaştı. Yanlış bir şey de olsa, o dönem, teoriyle uğraşan kişiler biraz küçümsenirdi. Militan çoktu, ama teoriyle uğraşan çok kimse yoktu. Mahir, Ankara’da anti-faşist mücadelede gezici kuvvet gibi herhangi bir olaya hemen fırlayıp giden grubun içerisinde teori yanıyla öne çıkmış birisidir. Teori konusunda… o günün en gelişkinleriyle boy ölçüşebilen bir arkadaştı…” (İlhami Aras, aktaran Mahir, s.194)
*
Ama o yeni türde bir “teorisyen”dir. Geçmişin TKP’li, TİP’li teorisyenlerine benzemez.
Gençliğin önderleri, bir yandan tartışıyor, bir yandan kavganın pratik görevlerini omuzluyorlardı. Bu sonraki dönemde de sürecektir. Gençliğin, reformizmden, revizyonizmden kopuşunun en önemli halkalarından biri de önderliğe bakış açısıydı.
Önderlik konusunda gelişen bu yeni devrimci tarz, masa başında oturmayan, savaşın içinde, önünde olan bir liderlikti. Mahir, daha sonra bunu şu sözlerle özetleyecekti: “Liderler devrim savaşında masa başında oturmazlar, bu savaşta en ön safta savaşırlar…”
*
Bu farklı tarzı, o dönemin tanıklıkları içindeki bazen bulandırılmış da olan anlatımlarda bulabiliyoruz yine de:
“Mahir, gözü çok kara, çok cesur ve yapmak istediği şeyde çok kararlı birisiydi. Mahir’in çok dürüst olduğunu gösteren şey, yazılarıdır. Yazılarında söyleyeceği şeyi hiç saklamaz, dolandırmaz. Mahir’in hiç gizli yanı yoktur. Bu o kadar nettir ki, bir çok insanın çok değişik şekilde saklayarak yazacağı, yazdığı şeyleri Mahir, çok net ve direkt yazmıştır… Mahir, hiç bir zaman, söylediği şey için ‘Ben öyle değil de böyle söyledim’ demedi…” (Kamil Dede, aktaran Mahir, s. 195)
*
Bu açıklığı, onun ayrılıklar, birlikler konusundaki yaklaşımının da belirleyicisidir.
“Ayrılmaların, bölünmelerin hoş olduğunu iddia edecek değiliz. ne var ki, bütün gayretlerimize rağmen, birlik amacı ile birlik-eleştiri-birlik mekanizmasını kullanarak, Aydınlık Sosyalist Dergi’deki sağcı ideolojiyi bertaraf edemedik… iki ideolojinin ortasının bulunmayacağına göre, ayrılık zorunlu olmuştur. Çünkü, gerçek anlamda birlik, bilimsel sosyalizmin temeli üzerinde kurulabilir. Birlik şu veya bu kişinin etrafında kümelenme değildir. Ve bu uzlaşmaz durumdan dolayı Aydınlık sosyalist dergiyi bıraktık. unutmayalım ki, bugün için kötü olan yarın için iyi bir şey olabilir. Ve bugün, devrimci ilkeler üzerinde kurmaya başladığımız birlik, onun üzüntü ve endişelerini memnuniyete çevirecek kadar güçlüdür…
Görüş ayrılıkları karşısındaki devrimci tutum, bazı arkadaşların yaptığı gibi, bu ayrılıkları örtbas etmek değil üstüne üstüne gitmektir.
Biz daima ikinci yolu tercih ettik…
Hareket bölünmesin diye, proletaryanın devrimci ilkelerinin çiğnenmesine, Leninizm bayrağının oportünizm batağına sokulmasına göz yumacak mıydık?
Hayır, bin kere hayır!
Biz mutlaka barış ve birlik aracı değiliz… Biz mutlaka, ayrılıkçı ve nifakçı da değiliz… Sapıtmaları yola getirmek, doğrulamak için kullandığımız bütün imkanlar tükenirse, dünyanın en uzlaşmazlarıyız.” (THKP-C Dava dosyası, s. 219)
*
ilk yıllarında bir “kız arkadaşı” vardır Mahir’in. Siyasi olarak aynı konumda değildir. Ondan ayrılır. Ayrılığının nedenini şöyle açıklar ona: “Ben bu davaya kafamı koydum. Onun için seni yanımda sürüklemek istemedim. Bir gün gazetelerden benim öldüğümü okuyacaksın”…
İşçilerle, köylülerle konuşurken de, belki en önce öleceklerini sık sık vurgular.
Her konudaki yaklaşımı, kendini davasına adamış bir insanın tavrıdır.
Bu netlik, onun çevresinde etki bırakan en önemli yanıdır belki.
Karşı-devrimciler bile onun bu yanını görmezlikten gelememiştir.
*
SBF öğrencileri, 24 Mart 1969’da Mülkiye’ye yönelik baskıları protesto etmek için İçişleri Bakanlığı önüne kadar bir yürüyüş yaparlar. Yürüyüşün sonunda bir gurup öğrenci İçişleri Bakanı Faruk Sükan’la görüşür. Faruk Sükan’la görüşen öğrenci temsilcilerinin içinde Marut Koğacıoğlu, Muharrem Kılıç, Oral Çalışlar, Tuncay Artun ve Mahir Çayan da vardır.
Mahir’in görüştüğü isimlerden biri de 12 Mart’tan sonra Nihat erim hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev yapacak olan Sadi Koçaş’tır. 1970’de öğrencilerin sorunlarını ve taleplerini aktarmak için TBMM’ye gelen bir gurup öğrenci, Koçaş’la da görüşür. Gelen gurubun sözcüsü Mahir Çayan’dır. Koçaş bu görüşmeye ilişkin daha sonra şunları anlatacaktır:
“Konuşma isteğinde bulunan üniversitelilerden çoğunluğu Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndendi. Sözcüleri iyi yetişmiş, terbiyeli ve sempatik etki yapan, enerji dolu, ama ölçülü bir gençti… konuşmuş, dinlemiş, olayları tartışmıştık… Genellikle bir kişi konuşuyordu. İsimlerini en başta söyledikleri için hepsini aklımda tutamıyor, sonra da -yanlış anlaşılmasın diye- sormuyor ve not etmiyordum. Ama bu gurubun sözcüsünün yüzü ve konuşmaları unutulacak cinsten değildi…
Ama iki yıl sonra, bir gün o hiç unutamadığım yüzün fotoğrafını bir gazetede gördüğüm zaman donup kalmıştım. Mahir Çayan’dı bu…” (Sadi Koçaş, Atatürk’ten 12 Mart’a anılar, C.4, s. 1910-1912)
*
Karşı devrim karşısında geleneklerin yaratıcısıdır.
Maltepe kuşatmasında rehin aldıkları Sibel karşısındaki tavrı… kuşatma altında teslim olmayı reddedip son mermisine kadar çatışma tavrı… hapishanede özgürlük tutkusundan hiç vazgeçmeme tavrı… herkese değer veren ama hiç kimseyi vazgeçilmez görmeyen kadro politikası… mülteciliği reddedişi…
*
Artık strateji netleşmiştir. Artık gereken bir partidir. Kah Ege’de, kah Karadeniz’dedir. Tütün üreticilerinin, çay üreticilerinin içindedir. Onlarla tartışmalar, konuşmalar da yapar, bir mitingin örgütlenmesi için afiş asmaya da çıkar… Sendikacıyla konuşur, aydınlarla buluşup tartışır, ordu içindeki subay çevreleriyle bir araya gelir… Hep, yoğun bir ideolojik mücadele, yoğun bir örgütlenme çabası içinde olur. Hiç kuşku yoktur ki, bu yoğun çaba, bu geniş ilişkiler ağı içindeki koşturmacası olmasaydı, ne kadar doğru olursa olsun, bir kaç yazı onu önder konumuna getirmezdi.
*
Kopuşların insanıdır Mahir. Ama bir kesintisizliği de savunur.
Sözü Mahir’e verelim…
“Türkiye’de Marksist hareket şerefli bir mücadele tarihine sahiptir. CHP ve DP yönetimlerinin karanlık yıllarında, siyasi irticanın en azgın olduğu yıllarda, Türkiyeli proleter devrimciler yiğitçe ve mertçe mücadeleler vermişlerdir. Türkiye proleter devrimci hareket içinde siyasi irticaya karşı baş eğmez bir mücadele içinde olan arkadaşlarımız, daima biz genç proleter devrimciler için örnek olmuşlar ve büyük değer taşımışlardır. Ama bu geçmişteki mücadelenin hatalarını eleştirmeyeceğimiz anlamına gelmez. Bugün ve yarın için doğru olan politika, dünün eleştirisinden çıkar.
Biz Türkiye’deki Marksist hareketin tarihine sonuna kadar saygılıyız. Ve onun devamı olarak kendimizi görmekteyiz.
(…)
Bugün, kim Leninizmin yüce bayrağını, hem teoride, hem sosyal pratikte emperyalizmin ve oportünizmin saldırılarını göğüsleyerek yükseklerde tutuyorsa, Türkiye’deki Marksist hareketin tarihi zincirinin haldeki halkası olur; devamı olur!..”
*
Yeni bir parti örgütler. Leninizm bayrağını onun önderliğindeki parti yukarıda tutmaktadır artık. Türkiye devrimci hareketinin tarihi zincirinin ana halkası o partidir artık.
*
Düşmanın Mahir’e saldırısı Maltepe, Kızıldere de dahil olmak üzere fiziki yok etme üzerine kuruludur. Bunu bir yerde başarır. Ama “bir yerde”… Sonra…
Kızıldere’nin yarattığı potansiyeli gördüğünde Mahir’e karşı ideolojik saldırısını artırmıştır.
Saldırısının Mahir ve parti-cephe üzerinde yoğunlaşması nedensiz değildir. Çünkü 1971 silahlı çıkışından bugüne istikrarını, kesintisizliğini koruyabilen tek çizgi Parti Cephe çizgisidir. Bu çizgi kendici yeniden üretme başarısını göstermiş, ve önderliğini de yaratmıştır.
*
Denizleri anmıştır yıllarca burjuvazi… Ama silahtan arındırılmış bir Deniz’dir bu. Gerçek Deniz değildir. Mahir’in adına ise adeta yasak konulmuştur. Düşman da iyi bilir ki, Mahir’in düşüncelerinin içinin boşaltılması mümkün değildir. Mahir, teorisiyle ve savaşıyla devrimin önderi olarak yaşamaktadır.
(Bu yazı, Vatan dergisinin 33. sayısından alınmıştır.)