MAHİR -1
(Dönemin Tanıklarının Anlatımıyla)
Hiçbir eyleminde yarım kalmış bir şey yoktur.
Mahir’i belki de en kısa böyle tanımlayabiliriz.
Mahir’le uzun süre birlikte olan Mustafa Şahin, onu böyle tanımlıyor: “Hümanist, yumuşak görünmesine rağmen, çok kararlı bir insandı. Çünkü onu şöyle görebilirsiniz; hiç bir eyleminde yarım kalmış bir şeyi yoktur Mahir’in.” (Mahir, s. 196)
TDGF başkanlarından Atilla Sarp da şöyle der:
“Mahir, hırslı bir adamdı. Doğruyu yakalamış ve bu doğruyu kabul ettirme konusunda öyle hırslı bir davranışı vardı…”
Dönemin gençliği bir arayış içindedir. Mahir de bu arayışın içindedir. Ama sanki onda baştan gideceği yeri tesbit etmiş ve doğrultuda kararlı adımlar atmakta olan bir gelişim vardır. Onu dönemin diğer devrimcileri içinde öne çıkaran yanlardan biridir bu.
*
Burada Mahir’in yaşamını kronolojik bir sırayla anlatmaktan çok, onun yaşamının, kişiliğinin değişik yanlarını yansıtmaya, onu bu yanlarıyla anlatmaya çalışacağız. Ama yine de kısa bir giriş olarak özgeçmişinden sözedelim.
*
Mahir Çayan 14 Ağustos 1945’te Samsun’da doğdu. İlkokulu Üsküdar Halil Güçlü İlkokulu’nda, Ortaokulu ve Liseyi Haydarpaşa Lisesinde bitirdi.
İlk eylemi 1963 Mart’ındadır. O zaman Haydarpaşa Lisesi öğrencisidir. Öğretmenlerine yönelik asılsız bir haber yazdığı için Hürriyet Gazetesini protesto etmek için, yaklaşık bin öğrenci, Cağaloğlu Hürriyet binası önünde gösteri yaparlar. Daha sonra eylemin “elebaşılarından” biri olarak Mahir ve bir kaç arkadaşı daha Selimiye Karakolu tarafından gözaltına alınıp, oradan da Kadıköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne çıkarılır.
Polisler, mahkemeyle tanışmıştır artık.
Mahir’in futbolla arası çok iyidir. Ama seyirci olmaktan çok, oyuncu olarak sever futbolu. Bu yıllarda bir süre Beşiktaş genç takımında oynar. Ne var ki, 1964’te eklem yerlerinde ileri düzeyde kireçlenme oluşur, ameliyat olmak zorunda kalır ve iki dizine platin takılır. Bu Mahir’in futbol tutkusunun da bir yerde sonudur. Ameliyat nedeniyle uzun süre yatmak zorunda kalır. Bu süreyi okuyarak değerlendirir.
1963’te İstanbul Tıp’a kaydını yaptırır. Ancak aynı yıl kaydını İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine aldırır. Ama burası da hala istediği yer değildir. 1964’te yeniden üniversite sınavına girer ve 1964’ün 1 Aralık’ında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolur. SBF’nin 2690 No’lu öğrencisidir.
*
Mahir burada kısa sürede öne çıkar. Okula girişinden yaklaşık bir yıl sonra, SBF Fikir Kulübü Başkan Yardımcılığı’na seçilir. SBF Fikir Kulübü, öyle sıradan bir öğrenci derneği değildir. O dönemin öğrenci hareketinin önder kurumu durumundadır.
‘65 tüm dünya’da olduğu gibi ülkemizde de anti-emperyalist mücadelenin dalga dalga yayıldığı bir süreçtir. Mahir de bu dönem bir çok eylemin örgütleyicisi ve bir gençlik önderi olarak eylemler içerisinde yeraldı. Bu eylemlerden birisi olan İzmir’de 6. Filo’nun Türkiye’ye gelişinin protesto edilmesi sırasında gözaltına alındı. Bir çok işçi ve köylü eylemi içerisinde yer aldı. Örgütlenme çalışmaları yaptı.
O zaman ilerici, devrimci gençler, aynı zamanda da TİP üyesidirler. Ama Mahir’in de içlerinde olduğu geniş bir kesim, kısa bir süre sonra TİP’i yetersiz bulmaya, daha aktif farklı örgütlülükler oluşturulması gereğini dile getirmeye, bunu yerine getirmenin yollarını araştırmaya başlarlar.
*
Mahir de araştırmakta ve okumaktadır. Onu tanıyan hemen herkes, ondaki kararlılığa, ciddiyete dikkat çeker….
“Şu sözünü çok iyi hatırlıyorum, ‘Biz genciz. Biz düzenle bağlantı içinde değiliz.’… Ciddiyetiyle dikkatimi çekmişti. Çok az gülen bir insandı ve söylediğini belli bir kesinlik ve iyi ifadelerle, düzgün cümlelerle, kesin, net aktarmaya çalışan birisi izlenimi veriyordu. Mahir’in konuşmasında bir politikacılık vardı. Bir politik irade netliği vardı.” (Necmiye Alpay, Mahir, s.29)
*
TİP, gelişen devrimci mücadeleyi ileriye taşıyamaması, gençliğin taleplerine cevap veremeyen çizgisiyle ‘68’den itibaren gerilemeye başladı.
Bu dönem, başını Miri Belli’nin çektiği MDD’cilik (Milli Demokratik Devrim) şekillenmeye başladı. Militan mücadeleyi savunan ve FKF yönetiminde olan hemen her kesim bu akım içindeydi. MDD ülkemiz koşulları gözönüne alındığında öz olarak küçük burjuva bir hareket olsa da TİP’in yasalcı parlamenterist çerçevesinden, dolayısıyla düzenden kopuş anlamına geldiğinden geçmişe göre olumlu bir adımdı. Mahir de MDD içerisinde yer alarak TİP oportünizmine tavır alanlar içerisindeydi. Ancak MDD içerisinde de devrimin nasıl gerçekleştirileceği sorusu net olarak cevaplanmamıştı. Mahir MDD içinde yer alan “eski tüfeklerin” gençliği oyaladığını görüyor ve FKF yönetimine muhalif Türk Solu dergisinde yazdığı yazılarla bu gerçeği dile getirip mücadele önüne set çekenleri teşhir ediyordu.
*
Konuşmaları ünlüdür Mahir’in.
En ünlü konuşması ise, FKF’nin adının Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonları olarak değiştirildiği 4. Kurultayı’dır. Uzun bir konuşma yapar burada. Düşüncelerinin ana hatları artık çok daha belirgindir. Mahir’in, Aydınlık’ın 1970 Ocak sayısında yayınlanan “Sağ sapma, Devrimci Pratik ve Teori” yazısı, bu belirginleşmeyi ortaya koyan yazılarından biridir.
Bu yazı son derece etkili olur, Mahir’in teorisyenliğinde önemli basamaklardan biridir. “Mahir Çayan’ı ben ilk defa Aydınlık dergisinin 15. sayısında çıkan yazısıyla tanıdım… Daha sonra Mahir’in 20. sayıdaki yazısı da çıktı ve bu yazılar bizi adeta büyüledi.” Bu sözler, TİP Çarşamba ilçe Başkanı İsmet Öztürk’e aittir. Öztürk şöyle sürdürür sözlerini: “MDD’ci olmuştuk ama onun da genel formülasyonları ne bize heyecan veriyor, ne bizi tatmin ediyor, ne de yeterli bir umut verebiliyordu. Özcesi tam bir tıkanıklığın arayışı içindeydik. İşte Mahir Çayan tam da bu tıkanıklığa çözüm ve arayışlara cevap verecek halkayı yakalamıştı.”
*
Mahir’in yaşamında kopuşlar birbirini izler.
İdeolojik mücadele sertleşerek devam eder.
TİP’ten sonra kopuş, MDD’ciler arasındadır. Sıra Perinçek grubuyla kopuştadır. Ayrışma Aydınlık çevresinde bölünme olarak kendini ortaya koyar ve biri Proleter Devrimci Aydınlık, diğeri Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) adında iki dergi yayınlanmaya başlar. Mahir, ASD’nin yazı kurulu üyesidir.
“Mahir Çayan, bu sırada üç ayrı sorumluluk üstlenmiştir. Birincisi, SBF-TKP olarak adlandırılan çekirdek grubun sözcülüğü, ikincisi Devrimci TİP Komitesi’nin sözcülüğü, üçüncüsü ise ASD Yazı Kurulu üyeliğidir.”
Ve bu sırada Mahir 24 yaşındadır.
*
FKF’nin 4. kongresinde oluşturulan Dev-Genç her ne kadar Türkiye devrimci mücadelesinin efsaneleşecek ismi olsa da Mahir’in kafasında şekillenen mücadele hattı için dar ve yetersizdir. Bir konuşmasında bunu şöyle belirtir. “… Dev-Genç örgütlenmesi düzen örgütlenmesidir. Oysa yaptığı iş düzenle savaştır. Bu ikisi arasında bir çelişki vardır. Bu çelişki ortadan kaldırılmalıdır.” (Halk İçin Kurtuluş, Sayı;73, syf;25) Aslında bu görüş daha 1969 kışında şekillenmiş, SBF’de Mahir, Hüseyin Cevahir, Yusuf Küpeli, İlhami Aras, ODTÜ’de Ulaş Bardakçı, İrfan Uçar, Münir Aktolga kendi iç disiplini olan bir “gizli” örgütlenme oluşturulmuştur. Bu yapılanma içerisine daha sonra mühendis Bingöl Erdumlu ve işçi Necmettin Giritlioğlu da katıldılar. Grup 1970 yazında oluşturdukları plan doğrultusunda Anadolu’ya dağıldı.
MDD içinde birlikte olunan Mihri Belli grubuyla ayrılık, Mahir’in yazdığı ve Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü, Münir Ramazan Aktolga tarafından imzalanan “Aydınlık sosyalist dergiye açık mektup”la ilan edilir. Mahir Türkiye devrimini silahlı mücadele temelinde gerçekleşebileceğini, yeni-sömürgecilik ilişkilerini ilk kez bu yazıda açık ve net bir biçimde Türkiye’nin bilimsel bir tahliliyle ortaya koydu.
*
TİP’ten kopuş ve MDD’cilik.
MDD içinde ilk saflaşma, Perinçek gurubundan kopuş.
MDD içinde Belli çevresinden kopuş…
Küpeli-Aktolga tasfiyeciliğine tavır…
Zorlu bir ideolojik savaş…
Sık sık karşılarına çıkan yol ayrımları…
Mahir işte bu yol ayrımlarındaki kararlılığıyla, tereddütsüzlüğüyle, hesapsızlığıyla ve yalnızca devrimi esas alan bakış açısıyla, önderlik konumuna adım adım yükselir.
Önderler öyle değil midir zaten!
*
Sınıflar mücadelesinin içinde yaşanılan ve kazanılan bir önderlik artık fiziki anlamda tek bir “kişi” değildir.
Çünkü önderlik, zor süreçlerin yol açıcısıdır.
Koşulların değiştiği, güç dengelerinin alt üst olduğu, hareketin güçlüklerle karşı karşıya kaldığı dönemlerde tıkanıklıkların aşılmasında, hareketin yeni koşullarda manevra kabiliyeti kazanmasında belirleyici bir görev üstlenir.
Hareket içinde çıkan sapmalar karşısında hareketin doğrultusunu korumakla; her şeye karşın devrim yürüyüşünün sürmesini, iktidar perspektifinin gözden kaçırılmamasını sağlamakla görevlidir.
Bir başka deyişle, egemen sınıfların karşısında proletaryanın, tüm emekçi halkın iradesi olabilmektir…
Parti-Cephe’de önderlik gerçeği tam tamına böyle şekillenmiştir işte.
*
Doğrular kısa sürede kendisine taraftar bulur. Gençlik, gerçekten o dönem çok büyük bir hızla görüş ve düşüncelerini değiştirmektedir. Sonraları “eski tüfekler” bunu bir olumsuzlukmuş gibi anlatacaklardır. Oysa öyle değildir. Dönemin gençliğinin devrimciliği hesapsız, kitapsızdır, yalındır. Araştırma içindedirler ve doğruyu buldukları anda, doğruya yaklaştıklarını hisbettikleri anda, kendilerini cüretle o düşünce doğrultusunda sunmaktadırlar.
Gençlik bir evrim yaşamaktadır. İlişkiler saf ve yalındır. Dejenerasyon gençlikten uzaktır henüz. O dönem dünya gençliğini etkileyen hippilik gibi şeyler, kısmen yansısa da fazla geniş bir kesimi etkilemez. Tersine gençlikte devrimcileşme, siyasallaşma ağır basar. İçkide, giyim kuşamda aşırılıklar, batı özenticiliği eleştirilir.
Uzunca bir süre onları birbirine bağlayan, programlar, tüzükler değil, aralarındaki dostluk ve güvendir.
“Zaten doğal bir örgütlenme sözkonusudur. Okulda, yurtta, kantinde, mitingte, MHP’li komandolara karşı çatışmalarda, molotof kokteyli atarken, bildiri dağıtırken vb. insanlar birlikte olmakta, birlikte karar almakta ve birlikte uygulamaktadırlar. Bu tür olaylarda birbirlerine daha çok güvenen kişilerin yakınlaşmaları, daha sonra da bir araya gelerek grup oluşturmaları doğal bir örgütlenmeyi zaten oluşturur. “
*
Mahir’in bu araştırma, okuma döneminde, değişik kesimlerden insanlarla da diyalogu, tartışması vardır. Öğrenmek, kavramak için tüm bu ilişkileri değerlendirir. Bu konuda son derece çarpıcı örnekler anlatılır.
1968’in sonlarıdır… Ahmet Yağcıoğlu anlatıyor:
“O zamanlar, Adalet Partisi’nde daha sağ fraksiyonu temsil eden ve din motifi esas alan grubundandım. Necip Fazıl Kısakürek’e hayrandım. Mahir’le zıt fikirlerin adamıydık. Siyasi fikirden ziyade görüşlerini saklamadan açık ve net bir şekilde söyleyen iki kişinin birbirine sempatisi bizi yakınlaştıran sebep oldu. Zeki bir insandı. (…) bir gün, SBF yurdunda öğrencilerin oturduğu lobide yine sohbet ediyoruz. Bana ‘Ahmet din nedir, Nurculuk nedir?’ gibi sualler sordu. Ben, o konuda… bir konuşma yaptım. Bu konuşma yapılırken Mahir’in bazı arkadaşları geldi ve bana, çok sert… şekilde bakmaya başladılar. Bu bakışlardan ürktüm. Mahir de bunu farketti. Neymiş, ‘efendim, SBF’nin o ortamında, o laflar edilmezmiş’. Mahir, ‘Ahmet’i sakın MİT’in adamı gibi görmeyin. Söylediği lafları dinleyin… Siz devrim yapacağınız halkın hangi halk olduğunu biliyor musunuz? O sizinle ilgili bir döküman getiriyor. Bunu öğrenin… Mahir’in bu sözlerinden sonra hava değişti.” (Mahir, s. 60)
*
– devam edecek –