Halkın Hukuk Bürosu ve Çağdaş Hukukçular Derneği avukatı Engin Gökoğlu, tutsak olduğu hapishanede bir yazı ele aldı;
“Yıllardır yaşadığımız şehirlerde adını duyup da gitmediğimiz yerler vardır. Doğma büyüme Ankaralıyım ama Hasanoğlan’a hiç yolum düşmedi. Oysa sıcak, sevecen, gezilip görülesi bir yer gibi gelir. Sebebi nedir bilmem? Hasanoğlan Ankara’nın Kırıkkale çıkışına doğru Elmadağ’a giderken sanırım 20 kilometre bile sürmeyen bir mesafede. Orada eskiden bir Köy Enstitüsü de varmış, şimdi yok. Buraya dair hatırladığım başka bir şey daha var. Amcam Hasanoğlan Anadolu Öğretmen Lisesi mezunu, orayı bitirip üniversiteye gidiyor sonra da öğretmen oluyor. Yazları okullar kapanıp tatile girince Ankara’ya gelir bir süre bizimle kalırdı. İlkokuldaydık, bize sorular sorması, değişik hikayeler anlatması, bizle ilgilenmesi hoşumuza giderdi. Ki o çocukluk dönemi yaramazlıklarımızda bizi oturtturabilene aşk olsun. Ama amcamın üzerimizde sevgiden doğan bir otoritesi vardı. Davranışlarımızı belirleyen de bu duyguydu.
Bir gün amcam, abim ve bana – yaptığımız yaramazlıktan ev ahalisini bıktırmış olmalıyız ki- “size bir hediye alacağım ama dediğimi yapacaksınız” dedi. Biz de ikiletmeden “tamam” dedik. Çantasından bir kaset çıkardı. Kasette “Cesaret” yazıyordu. O yazının biraz üst tarafında “Yorum” yazıyordu. Bize bu kasetten istediğimiz bir şarkıyı öğrenmemizi söyledi. Tam anlamıyla öğrenir ve söylersek bize hediye alacaktı. Hemen işe koyulduk, kaseti teybe taktık. Müzikte daha öncekilerine benzemeyen, bizi çeken bir şey vardı. O günlerde tam anlam veremesek de değişik bir “özdü”. Müzik bize yeni bir dünyanın kapılarını açıyordu. Şarkıları bir yanda dinlerken diğer yandan kasetin kabından sözlerini takip ediyorduk. Kasetin bir yüzü bitince hemen diğer yüzünü çeviriyorduk. Dinledikçe dinledikçe sevdik. Dinledikçe kulağımız sözlere ve müziğe alıştı. Grup Yorum bir daha hiç çıkmayasıya hayatımıza girmişti. Baştan sona birçok şarkısını eksiksiz öğrenmiştik: Mısri Kız, Karadeniz, Duman Vurmuş Kemençemin Yayına, Sevda Türküsü, Neslim, İnsanların İçindeyim, Cesaret, Reşo… Keçe Kurdan’ın müziği o kadar hareketliydi ki yerimizde duramazdık. İlk defa Kürtçe müziği de o zaman dinlemiştik. Anlamadığımız, bilmediğimiz ama sevdiğimiz bir dille tanışmıştık. Ama abimin de benim de favorimiz, ilk öğrendiğimiz şarkı, kasetin A yüzündeki ilk şarkısı olan “Dağlara Gel” idi. O yaz köyde, -ki okullar kapanınca yazları köye giderdik- bağda bahçede kırda, elde küçük bir değnek, geze geze “Dağlara gel dağlara…” diye, bağıra çağıra türkü söylüyorduk. Yaz bitiyordu, okullar açılacağı için amcam bizden önce okula dönmüştü, o yüzden karşısına geçip şarkıyı söyleyememiştik. Hediye de gelecekteki buluşmamıza kalmıştı. Biz halimizden memnunduk, belki de hediye Yorum’un kendisiydi. Artık her yerde bir Yorum şarkısı-türküsü tutturuyorduk. Hatta oyunlarımızın içine bile dahil olmuştu.
Ve Yorum’u ilk kez bir oyunda savunmak zorunda kalmıştım.
İsim, şehir, eşya, artist… Bilirsiniz çocukken oynadığımız bir oyundu. Bu oyunda bir harf seçilir, o harfle başlayan isimler, eşyalar, şehirler belli bir süre içinde bulunup yazılır. Her cevap için belli bir puan verilir, aynı cevabı birden çok kişi vermişse onlar tam puanı alamaz, onların puanları düşer.
Ben de bu oyunda “G” harfinde artist kısmına ilk kez Grup Yorum yazdım. “G” harfinde “gurbağa” ve “gaplumbağa”ya itiraz etmeyen arkadaşlarım “Grup Yorum”a itiraz ediyorlardı. “Biz duymadık, yok öyle artist” deyip bana sıfır puan vermeye niyetlenmişlerdi. Tabii, ben de “Ne demek Grup Yorum artist değil!” diye hem kendimi hem de Yorum’u savunuyordum. “Hem artist dediğinin illa TV’lerde mi çıkması gerekiyor? Bakın şarkıları bunlar…” diye ikna etmeye çalışıyordum, epey zorlanmıştım. Çünkü ne bir fotoğraflarını görmüştüm ne de kim olduklarını biliyordum. Sadece kasette bir siluetleri vardı. Ama alttan girip üstten çıktım, Grup Yorum’un artistliğini kabul ettirdim, 10 puanı aldım. Tabii artistten kasıt sanatçıydı ve yorum o 10 puanı çoktan hak ediyordu. Ki zamanla o gün bana itiraz eden tüm arkadaşlarım Yorum’u tanıdılar, sevdiler.
Türkülerini dinlemek için kasetlerini alıp konserlerine gittiler. Radyoda istek parçalarımızda hep Grup Yorum da olurdu. Çünkü Yorum onların da hikâyesini anlatıyordu, onlar için söylüyordu. Grup Yorum halktı, bizdik.
O gün Yorum’u ilk savunmamdı ama son olmayacaktı. Bugün Grup Yorum’u tanıyoruz, biliyoruz. Ve çoğumuzun Grup Yorum ’la bir tanışma hikâyesi var, benimki de böyle.
Onların hikayesi devam ediyor… Şimdi Grup Yorum üyelerinin bir kısmı hapishanelerde açlık grevinde. Konserleri yasaklanıyor, kültür merkezleri basılıyor, tutuklanıyorlar. Falanca filanca renklerde aranıyor, listelerde başlarına ödüller konuluyor. Biz onları savunmaya devam ediyoruz. Geçenlerde tutuklu olan Bahar, Helin ve İbrahimlere ayrı ayrı mektup yazmıştım, yasakladılar ama gazetede görmüşler, yasaklanan cümleleri okumuşlar. Yani ulaştık, selamlarımızı aldılar. Helin’e şeker göndermiştim ulaşmış. Onlara destek olmak için, onların talepleri özgürlükleri için bir hafta boyunca açlık grevindeydik. Bahar ve Helin 21 Kasım’da görülen duruşmalarında tahliye oldular, şimdi dost ellerdeler. Ama içeride hala tutuklu Yorum üyeleri var ve Grup Yorum’a yapılan baskılar devam ediyor. Açlık grevi taleplerinden biri kurumları olan İdil Kültür Merkezi’nin basılmaması. Ne var ki yine kültür merkezleri basıldı, yine talan edildi ve Grup Yorum üyeleri yine tutuklandı. Ne olursa olsun bizim içeriden, sizin dışardan yapacak işleriniz var. Ve mutlaka türkülerimiz kazanacak… “