Eski Antakya sakinlerinden Kemal Arıbaş; Koşullar gittikçe ağırlaşıyor
Eski Antakya sakinlerinden Kemal Arıbaş ‘Antakya’da depremin ilk gününden bu yana sahada olan biri olarak,koşulların gittikçe kötüleştiğini,belirsizliklerin ve umutsuzlukların derinleştiğini görüyorum. Ekonomik sıkıntıların derinleştiği bir ortamda, toplum maddi kayıplarını ev kiralarını, gıda fiyatlarını tamir ücretlerini arttırarak telafi etmeye çalışıyor. Siyasal iktidar ve yerel yönetimlerden umudumuzu tamamıyla yitirmiş durumdayız.’ dedi.
Kemal Arıbaş; Bu felaketin öncesinde imar affı adı altında çarpık kentleşmeye ve kuralsız yapılaşmaya göz yuman yerel yönetimleri en büyük sorumlu olarak görüyoruz. Depremden geçen bir yıllık sürede olumlu sayılacak hiç bir gelişme olmamıştır. Daha yarım saat önce yaşadığım mahallede AFAD ekipleri kira yardımı alabilmek için çok ilkel koşullarda yaşam savaşı verilen çadırları sökmeye başladılar. Konteynere taşınan ailelere kira yardımı yapılmıyor. Kırsalda insanlar mallarını,hayvanlarını terketmek istemedikleri için de çadırlarda yaşıyor. Hala çadırlarda yaşayanlar çoğunlukta. Ben gönüllü olarak bir yıldır depremzedelere yardım götürüyorum. Çok büyük çoğunluğu çadırlarda yaşıyor. Burada son günlerde en çok kışlık giyecek ve hijyen dağıtmaya çalışıyorum. Bir sorunumuz daha,konteynerde yaşayanlara aylık 4500 liralık Esenkart adıyla hediye kartı dağıtılıyor. Mağdur durumda binlerce aile maalesef bu karttan alamadı. Bu ilde 10 tane milletvekili var. Biri hapiste. Çoğuna bu sorunları aktarmamıza rağmen hiç bir ilerleme sağlayamadık’.
“Türkiye Öğretmenler Birliği Sendikası (TÖB-SEN) Genel Başkanı Deniz Ezer, Antakya halkının geleceğinin belirsiz olduğunu ifade etti.
Ajansımızın sorularını yanıtlayan TÖB-SEN Genel Başkanı Deniz Ezer, “Antakya’da yaşayan biri olarak, halkın her gün biraz daha çaresiz bir duruma itildiğini gözlemliyorum. Gelecek konusunda hiçbir belirginlik yok. Barınma en büyük sorun şu an; insanlar gelecekte bir ev sahibi olup olmayacakları konusunda hiçbir fikre sahip değiller. Şehir kaderine terk edilmiş durumda ve sanki özellikle bazı bölgelerde halk cezalandırılıyor gibi. Şu anda şehrin ortasında, yıkıntıların kaldırıldığı yerde, koca çukurları görebilirsiniz. Yıkılan inşaatların temellerinde çok sayıda demir bulunması, hafriyat işi yapanların büyük çukurları şehre bırakıp gittiklerini gösteriyor. Altyapı zaten çökmüş durumda. Temiz suya ulaşmak zor, elektrik ise birçok mahallede uzun süreli kesintilere neden oluyor.
Eğitim konusuna gelince, çocuklar nitelikli bir eğitim alamıyorlar. Bir binaya 2 veya 3 okul sığdırılıyor. Bina sıkıntısı varken hala Antakya ve Defne ilçelerindeki okul binaları devlet binalarına dönüştürülmüş ve çocuklardan alınmış durumda. Okullarda ciddi bir hijyen sorunu var ve çocuklar beslenme yetersizliğiyle karşı karşıya kalıyorlar. Nitelikli bir sağlık hizmeti de yok, hastanelerin çoğu sadece ayakta hasta bakımı üzerine kurulu, birçok hastanede uzman doktor bulunmuyor. Defne veya Antakya’da oturan bir kişi ağır hasta olursa devlet hastanelerine gitmek istiyorsa il dışına çıkması gerekiyor. Özel hastaneye gitmek istiyorsa en yakın İskenderun ve Reyhanlı’da bir özel hastane bulunuyor ve bu da büyük bir külfet. Şu anda deprem bize değdiği zaman özel bir hastanede bir günlük muayene 4000 ile 5000 arasında bir maliyet gerektiriyor. Evlerini kaybeden insanlar bir yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen evlerinin olup olmayacağı konusunda hala net bir bilgiye sahip değiller. Rezerv olarak ilan edilen yerlerde henüz herhangi bir adım atılmış değil. Örneğin, Defne Armutlu Mahallesi tamamen yıkılan bir mahalle ve rezerv alanı ilan edilen bir yer, ancak orada neler olacağı konusunda hiçbir bilgi yok. Öte yandan ekonomik faaliyetler durdu, işsizlik net bir şekilde görülüyor ve Antakya’da insanlar yardıma muhtaç bırakılmış durumda” şeklinde konuştu.
“Barınma Sorununun Çözülmesi En Temel Hakkımızdır”
Deniz Ezer, “Bir felaket yaşandı, elbette ki doğal felaketler önlenemez, ancak doğal felaketlerin açtığı yaralar ve zararlar minimum seviyeye indirilebilir; bunun dünyada birçok örneği vardır. Ülkede son 20 yıla baktığımız zaman, inşaat ekonomisi üzerine kurulu bir ülkeden bahsediyoruz. Dolayısıyla korkunç hızla gelişen bir yapılaşma ve betonlaşma süreci oldu. İnşaat ekonomisine dayalı bir ekonomik sistem, denetlemenin aksamasına, daha doğrusu bilinçli olarak göz yumulmasına neden oldu. Özellikle yıkımın çok olduğu Antakya ve Defne ilçelerinde, yeni yapılan binaların yüzde sekseni yıkıldı ve kullanılamaz hale geldi. Bu felaketin öncesinde sorumluluklar yerine getirilmedi. Barınma temel bir ihtiyaçtır, dolayısıyla insanlar bir eve girmek zorundadır. Orada yaşamak zorundadır. Yetkililere güvenerek bir binaya alınıp içine geçip daha sonra aynı binada ölüyorsa, afet öncesi sorumluluk, üretim ve denetim mekanizmasında etkili olan devletin de payını içerir. Bir başka önemli husus, ölüm sayısının yüksek olmasındaki sorumluluğun, 3 gün hatta kimi yerlerde 5 gün müdahale etmeyen devlete ait olduğunu söyleyebiliriz. Yıkıntılar arasında uzun süre kurtarılmayı bekleyen ancak ölüme terk edilen halk, elbette ki bu depremin sorumlusu değil, mağdurudur. Dolayısıyla bu mağduriyeti yaratan devletin çalışmayan kurumlarıdır” dedi.
“1 Yıl Geçti, Ama Değişen Bir Şey Yok”
TÖB-SEN Genel Başkanı Deniz Ezer, “Depremden bir yıl geçti ve henüz hiçbir şey değişmiş değil. Değişen tek şey, yıkılmış binalar yerine koca boşluklar ve gölete dönüşen çukurluklar oldu. İnsanlar hala su kuyruğunda bekliyor ve beslenme konusunda yetersizlik yaşıyor. Bir yağmur yağdığında sel altında kalıyor her yer. Devletin deprem sonrası oluşturduğu çadır kentlerin çoğu valilik emriyle kaldırıldı yerine 21 metrekarelik konteynerler getirildi. İnsanlar 21 metrekarelik soğukta ısınamayan yağmur yağdığında su geçiren elektrik bağlantısı olmayan ve dolayısıyla ısınamayan konteyner kentlerde yaşıyor. Bu çadırların olmadığı anlamına gelmemekte valilik ısrarla çadırların olmadığını söylüyor ama özellikle köylerde arazilerde ekonomik faaliyette bulunmak zorunda kalan insanlar arazilerini bırakıp konteyner kentlere gitmediklerinden dolayı devlet desteği görememekte bu durumda da boş alanlarda çadır kurarak yaşamlarını devam ettirmektedir. Dolayısıyla devlet özellikle kırsal alanda bulunan depremzedelere, kendi oluşturdukları konteyner kentlerine gelmedikleri için çadır kurdukları gerçeğini yok saymaktadır. Oysa birçok yerde hala insanlar çadırda yaşamlarını devam ettirmekte bu soğukta ciddi bir yaşam savaşı vermektedirler’
Hatay Halkın Gücü Komiteleri, Hatay halkını uyardı, Hatay’da hiçbir kâğıda imza atmayın
Hatay’da depremin birinci gününde kurulan ve o bölgede aktif çalışan Hatay Halkın Gücü Komiteleri, Halkı uyararak,6 Şubat 2023’de, yaklaşık bir yıl önce Maraş merkezli biri 7.7 diğeri 7.6 büyüklüğünde yaşanan depremde Hatay en çok yıkımın, en çok ölümün meydana geldiği ilimizdir. Depremin ardından AKP faşizmi daha önceki yıllarda halkın kentsel dönüşüme karşı yaptığı eylemlerden, açılan itiraz davalarında gerçekleştiremediği büyük vurgunu şimdi depremi bahane ederek, canlarımızı pazarlık konusu yaparak gerçekleştirmek istiyor. Hatay eğer yerle bir olduysa Armutlu, Defne dümdüz olduysa, yaşanan katliamın sorumlusu AKP faşizmidir. AKP’nin zenginleştirdiği müteahhitler halkımızın katilidir. Hatay’da kentsel dönüşüm demek depremden sonra bir kez daha evsiz kalmak demektir. Hatay’da kentsel dönüşüm demek depremde yıkılan evlerimizin arsalarının gasbedilmesi demektir. Yeniden yapacak, inşa edecek bir arsa yeri bile bırakmıyor AKP bize. Hatay’da evlerimiz için, topraklarımız için, AKP’nin ölümlerimizden milyon dolarlık vurgun yapmasına izin vermemek için Halkın Gücü Komitelerinde örgütlenelim’denildi.
CHP Depremin sorumlularından biri olan Lütfü Savaş’ı yeniden aday gösterdi.
Yıkımın birinci dereceden sorumlularından biri olan Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, yargılanması gereken bir durumda olmasına rağmen CHP tarafından Hatay’da yeniden aday gösterildi. Bu durum, büyük tepkilere neden oldu ve seçim sonuçlarına nasıl yansıyacağı merak konusu oldu. Bilindiği üzere Lütfü Savaş, “Yüzyılın projesi” olarak tanıtılan binaların inşaat izinlerini vermiş ve o dönemde yapıların sağlamlıklarına vurgu yapmıştı. Ancak, son depremde bu binaların tamamen yıkılması, Savaş’ın verdiği güvencenin geçerliliğini yitirdiğini göstermektedir.