BÖLÜM 2
Eğer biri, Türkiye’nin demokratikleştiğini, Türkiye’de hukukun olduğunu iddia ederse, bunun doğruluğunu yanlışlığını test etmek için, sadece tek bir şeye, 19-22 Aralık Katliamı davalarına bakın.
Yargı mekanizmasının niteliği ve işleyişi, adaletin tecelli edip etmemesi, yeryüzünün her yerinde, o ülkedeki yönetimin niteliğini gösteren şaşmaz bir ölçüdür. İşte bu ölçüden baktığımızda, görünen, katliamı gerçekleştiren siyasi, askeri, polis kadrosunun ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları, mevki ve makamlarında oturmaya devam ettikleri, hatta kimilerinin terfi ettirildikleridir.
19 Aralık 2000’den bu yana …
Adalete olan açlık daha da büyümüş, tahammül edilemez bir hal
almıştır. Tahammül edilemezdir çünkü; her şey ayan beyandır artık. Katiller, her şey ayan beyan olmasına rağmen yargılanmamakta ve cezalandırılmamaktadır. Tahammül edilemezdir çünkü; katliam
hala sürdürülmekte, hala acılara yeni acılar, adaletsizliklere yeni adaletsizlikler eklenmektedir. Devletin yalanla yönetildiği yerde adalet yoktur!
19 Aralık’ı izleyen günlerde “yalanın hükümranlığı” vardı. Katliam da, direniş de bizzat devletin yetkilileri tarafından inkar ediliyordu ve burjuva medya, her manşetiyle, her köşe yazısıyla yalanın emrindeydi. “Sahte oruç, kanlı iftar” ya da “kendileri yaktılar, kendileri vurdular” manşetleri, yalanın hüküm sürdüğü o günlerin hafızalarımıza çakılıp kalan bir özetiydi. Devletin Adalet Bakanı H. Sami Türk, tüm dünyanın, halkın gözünün içine baka baka “operasyon sırasında bazı mahkumların yakılarak ya da vurularak öldürüldüğü tümüyle gerçek dışıdır” diye açıkladı.
Bu ülkenin savcıları yazılarımıza zaman zaman “devlet yetkililerine hakaret” iddiasıyla dava açarlar. Ama bir cümle var ki, onu yüz kez de yazsak, hiçbir savcı dava açamaz: “TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN 57. HÜKÜMETİNİN ADALET BAKANI, YÜZSÜZ BİR YALANCIDIR.” Aynı yalanı, Başbakan Ecevit, İçişleri Bakanı Saadettin Tantan ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş da tekrarladı.
Dolayısıyla, yukarıda büyük harflerle yazdığımız aynı cümleyi, Başbakan, İçişleri Bakanı, Sağlık Bakanı için de yazabiliriz ve yine hiçbir savcı dava açamaz. Çünkü onların yalancılıkları, daha sonra bizzat devletin Adli Tıp Kurumu’nun, devletin görevlendirdiği bilirkişilerin raporlarıyla belgelenmiştir. “Bu operasyon kimsenin canının yanmaması için özenle hazırlandı. O bakımdan da çok başarılı oldu” diyen Ecevit’in sözleri, katliamın üzerinden daha iki gün geçmeden kendi Adalet Bakanı tarafından yalanlandı. “Benim tahminlerimin altında bir zaiyattır. Çok daha fazla, bunun birkaç katı olabilir diye öngörüyorduk” dedi H. Sami Türk. (21 Aralık, CNN’e demecinden)
Bugün, devletin “güvenlik” güçleri tarafından bir katliam gerçekleştirildiği, içeride, tutsaklarda “bir askeri birliği donatacak” silah olmadığı, kurşunların hep dışarıdan içeriye doğru sıkıldığı, üzerinde “insan
bulunan yere atmayın” yazılı binlerce gaz bombasının doğrudan öldürme hedefiyle tutsakların üzerine atıldığı belgelerle kanıtlanmıştır.
Peki ne oldu?
Devletin katliamını kanıtlayan Adli Tıp Raporları, bilirkişi incelemeleri, bu davaların seyrini, bu davaların iddianamelerinde yeralan suçlular listesini değiştirdi mi? Hayır! ‘İyi çocuklar’ ve ‘iyi çocuklar’ın siyasi askeri sorumluları yargılanırsa, nerede kalır Susurluk Devleti’nin devletliği? Ölüm
orucunun taleplerinden biri de “Buca, Ümraniye, Diyarbakır, Ulucanlar Hapishanesi’nde gerçekleştirilen katliamların faillerinin yargılanması”ydı. Buca’da 3, Ümraniye’de 4, Diyarbakır’da 10, Ulucanlar’da 10 tutsak sudan bahanelerin gerekçe yapıldığı operasyonlarda katledilmişti. Tutsakların bu talebi karşısında “olacak şey mi -demişti 57. hükümet- bunu kabul edersek nerede kalır bizim devletliğimiz.”
Bütün mesele buradaydı. Onlar yani katledenler, bu devletin “iyi çocukları”ydı, “kahramanları”ydı. Onları yargılayıp da ellerini soğutamazlardı. Zaten, Susurluk Devleti, “devlet olmak”tan bunu anladığı
içindir ki, onyıllardır binlerce infaz, kayıp, faili meçhuller ile ilgili dava açılmamış, açılanların bir tekinde bile katiller cezalandırılmamıştır.
Devletin ve onun yargısının tavrı, 19-22 Aralık Katliamı’nda da farklı olmadı. Olması da beklenemezdi zaten; kimi AB’ci işbirlikçilerin ve safdillerin sandıklarının tersine, oligarşik devlette değişen hiçbir şey yoktu. Sınıfsal niteliği, temel politikaları, kadroları, kontrgerilla örgütlenmesi, kısacası hiçbir şeyi değişmeyen devletin “yargı”sının değişmesi için bir neden yoktu.
Oligarşinin yargısı 19-2 Aralık Katliamı’nda nasıl çalıştı?
Susurluk Devleti’nin yargı mekanizmasının değişmez özelliklerinden biri, her büyük katliamdan sonra, katledilenler veya katliamdan sağ kurtulanlar
hakkında dava açmaktır. Türkiye tarihine bakın, bunun bir istisnası yoktur neredeyse. Katliamlarda devletin sorumluluğunu ve kontrgerilla damgasını örtbas etmenin, belirsizleştirmenin en etkili yöntemlerinden biridir bu çünkü. Oligarşinin yargısı, bu kez de kimseyi şaşırtmadı; peşpeşe direnen tutsaklar için davalar açıldı. İstisnasız bütün hapishanelerdeki tutsaklar “isyan, kamu malına zarar vermek”ten yargılanırken, demagojileri
sürdürmek için “kendi arkadaşlarını öldürmek, patlayıcı imal etmek” gibi suçlar da eklediler iddianamelere; ama bunları kanıtlayacak tek bir belge, tek bir tanık ifadesi bile koyamadılar dosyalara.
Tutsakların direnişini yargılamak için bu kadar hızlı davranan yargı, üç yıl boyunca katliamcılar hakkında “soruşturmaları” bir türlü tamamlayamadı. Katliama katılan askeri birliklerin, ölüm mangalarının isimleri savcılıklara verilmedi. Valilikler dava açılmasına izin vermedi. En sonunda katliam davalarını açmak zorunda kaldıklarında ise görüldü ki; hiçbiriddianamede, katliam kararını alanlar olmadığı gibi, katliamı yönetenler, katliamı gerçekleştiren özel timler, özel birlikler yoktur. Yüzlerce asker, gardiyan,
göstermelik yargının kurbanları olarak mahkemelere çıkarıldılar.
Yargı, oligarşinin yargısıydı ama yine de savcıları, hakimleri ‘başıboş’bırakmaya gelmezdi; jandarma yetkililerinin savcılıklara ziyaretleri, Bayrampaşa Katliamı Davası’nı soruşturan Eyüp Savcısı Cafer
Koman’ın bazı gerçekleri açığa çıkarması üzerine, bu görevden alınıp sürgün edilmesi müdahalelerin bilinen örnekleriydi. Mahkemeler, katledilenlerin avukatlarının olay yeri keşfinden hapishane arama
tutanaklarının getirtilmesine, kullanılan silah ve mühimmat listesinin ilgili yerlerden istenmesinden, operasyonda çekilen video kasetlerin istenmesi ve izlenmesine kadar birçok talebine sürekli ret cevabı verdiler. Çünkü onların gerçeğin açığa çıkarılması gibi bir amacı yoktu. Ancak buna rağmen belirtmek gerekir ki; mevcut haliyle bile, 19-22 Aralık Katliam davalarında, katliamın devlet tarafından planlanarak gerçekleştirildiği konusunda yeterince bilgi, belge, tanık, rapor vardır. Otopsi raporları, ekspertiz
raporları, bilirkişi raporları devletin katliamcılığının belgeleridir.
Mesela, Ümraniye Hapishanesi’nde 6 tutsakla birlikte bir asker de öldürülmüş ve oligarşi, 19 Aralık’ta “askeri tutsakların öldürdüğünü” ileri sürerek yalanlarına haklılık kazandırmak istemiştir. Fakat 9 Aralık
2002’de Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya gelen belge, oligarşinin 19-22 Aralık’a ilişkin tüm iddiaları gibi, bunu da çürütmüştür. Tutsaklarda bulunduğu iddia edilen birkaç silahın balistik incelemesinin sonucu temiz çıkmış, bu iddia da çökmüştü.
Oligarşinin askeri, yine oligarşinin “kinetik enerjili” silahlarından çıkan kurşunlarla ölmüştü. Fakat bütün bunların hiçbiri, yargının seyrini
değiştirmedi.
Burada özel olarak belirtmek gerekir ki, 19-22 Aralık’ın yargı aşamasına ilişkin bu gerçeklerin büyük çoğunluğu AKP iktidarında devletin resmi belgeleriyle kesinleşmiş oldu. Fakat AKP iktidarı, bunları da
görmezden geldi.
Bırakın AKP hükümetinin katliamcıları yargı önüne çıkarmasını, AKP de kendinden öncekiler gibi, katliamcıları ödüllendirmeye devam etti.
Katliamı’n baş mimarlarından A. Suat Ertosun, 19 Aralık Katliamı’ndaki ve F tiplerindeki tecrit zulmündeki “üstün başarı”larından dolayı Yargıtay üyeliğiyle ödüllendirildi; “devlet üstün hizmet madalyası” bizzat AKP yetkilileri tarafından takıldı.
Halk adalet için nereye başvuracak?
19-22 Aralık Katliamı’nın üzerinden 5 yıl geçti. Yargılanmış, cezalandırılmış tek bir katil yok. Katillerin cezalandırılacağına dair de tek bir emare yok. Katliamcılar yargının ve iktidarın himayesinde bugüne kadar olduğu gibi ellerini kollarını sallayarak gezmeye, aynı “görev”lerde yeni katliamlar planlamaya devam edecekler.
Peki, bu halk adalet için nereye başvuracak?
AİHM’e mi?
Katliamın destekçilerinden, teşvikçilerinden biri Avrupa Birliği değil mi zaten! 19-22 Aralık Katliamı’nı onaylayan, sadece Bayrampaşa’da “aşırı dozda şiddet kullanımı”ndan sözeden AB’nin “hukuku”, “o kadarını öldürdünüz, iyi yaptınız, ama kadınlar koğuşundakileri de yakmasaydınız iyiydi” itirazından ibarettir. Kısacası, emperyalizmin ve oligarşinin “yargı” mekanizmalarından adalet yoktur.
Buna rağmen, açılan bu davalarda katillerin yakalarına yapışmaya devam etmeliyiz. Çünkü bu davalarda adalet için katillerin yakasına yapışmak, “biz katilleri biliyoruz” demektir; oligarşinin “terör” demagojisine,
yalanlarına tavır almaktır. Halkın adalet mücadelesi, adaletin tecelli edeceği bir düzenin mücadelesidir.
Halkın adalet için başvuracağı yer, yine kendisidir. Katliamın tüm sorumlularını sanık sandalyesine oturtacak bir iktidardır. 19-22 Aralık Katliamı için karar alıp imza atanlar da, kurşun sıkanlar da bunun
hesabını onları sanık sandalyesine oturtacak bir adalet mekanizmasına hesap vereceklerdir. Hiçbirinin bundan kurtuluşu olmayacaktır.
– Devam edecek –