“Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz” (Heraklitos)
Şairden aldığım emanet söz ile başladım Dersim’in nehir sesli güzelini anlatmaya. Bugünlerde zayıflamış, süzülmüş iyice ve de sıklaşan bir “unutkanlığı” baş göstermiş. Konuşurken kelimelerini unutuyormuş, doğrudur unutur. Eskiden de öyleydi; telefonunu unutur, çantasını unutur, cüzdanını unutur, defterini unutur, hırkasını, montunu unutur. Unutur da unutur… Zerrece dünya malına tamah etmediğinden mi, dalgınlığından mı, derviş gibi yaşamaktan mı bilinmez. Epeyce şey unutmuşluğu vardır arkadaşımın. Telefonu eczaneden, defteri baro odasından, çantası Yozgat’ta sürgünde çıkabilir. Neden mi? Unutmuştur da ondan. İnanın! Ebru her şeyini unutabilir, ama “insanlığını” asla unutmaz.
Geçmişini unutmaz, dostlarını, sevdiklerini, yoldaşlarını unutmaz. Tarihini unutmaz. 38’i unutmaz. Dersim’i unutmaz. Bozatlı Hızırı, Düzgün Babayı, Zarife’yi, Alişer’i, Seyit Rıza’yı unutmaz. Munzur’un suyunu, kan akan derelerini unutmaz. Babukosunu, hışılını, kengerini, ışkınını, kekiğini, sarımsağını, keçisini unutmaz. Hozat’ı, Munzur’u saz çalınan cemi, “ziyaretlerini” unutmaz. Delisini bile unutmaz. Dilini unutmaz. Gelip oturup yanına sorar halini hatırını; “sekena” (ne yapıyorsun?). Tepeden tırnağa insandır Dersim’in nehir sesli güzel kadını. Yoksulluğun içinden gelip yoksullar için dövüşen bir aydındır. Sözün özcesi delisinden bile vazgeçmeyen halkın bilgesidir. O unutsa tarih hatırlatır. O çalınan saz olur, çekilen halay olur. Şanlı bir kavga verip candan geçer de geçmez dostluktan, yoldaşlıktan.
18 Ocak 2013’te “11 çelik kapı, kozmik oda” yalanlarıyla büromuz (Halkın Hukuk Bürosu) basılmış arkadaşlarımız 14 ay tutuklu kalmışlardı. Ortak mücadele, dayanışma ve sahiplenmeyle yalanlar bir bir ortaya çıkarıldı, düzmece dava çökertildi, arkadaşlarımız özgürlüklerine kavuştular. Davada Ebru Timtik için eski kanuna göre “idam” isteniyordu. Ben davanın avukatları arasındaydım. O dava çökmüştü ama “yargılaması” devam ediyordu. 2016 yılındaki duruşmaların birinde yurtiçi ve yurtdışındaki meslektaşlarımızın da katılımıyla davayı takip ediyorduk. Mahkeme, davada usulü işlemler dışında pek bir şey yapmıyordu.
Duruşma yine ertelenmişti, hep beraber davayı teşhir eden, devrimci avukatların yargılanamayacağını ifade eden sloganlarla, alkışlarla açıklama yapmak üzere duruşma salonundan adliye önüne topluca yürüyorduk. Tam yeni bir slogana başlayacakken, “İiidaaam” diye bir ses duyduk. “Allah Allah, bu da neyin nesi, nerden çıktı bu ses” şaşkınlığı, afallama… Yanımdaki arkadaşımla göz göze geldik “yanlış mı duyduk?” bakışı, yüzümüzde aynı ifade hemen sesin geldiği yöne koşuyoruz. Sese yaklaşıyoruz. “İdaaamm, idaam” sesi daha da belirginleşiyor. Sonunda “olay yerindeyiz”. Ebru cübbesi sırtında, elleri bağlı, gözleri kapalı Themis heykeli önünde “adalet” arıyor. Meğer “idam” değil “ Freedom, freedooom” diyormuş. Ferahlıyoruz, şaşkınlığımız bir anda gülümsemeye dönüşüyor. Yaptığı mizansenle adliyeye gelen giden herkesin ilgisini çekiyor.
Bizim Ebru tiyatral bir tarzda haykırıyor: “Avukat susmaz, ölse mezarında konuşur…. Freedom.” Hay sen çok yaşa Ebru. Bizim Ebru işte tiyatroyu da, şiiri de, şarkıyı da çok sever. Yabancı dili de var ama sanırım biraz Dersim aksanıyla konuşuyor. Ondan siz Toyuğu (tavuk) dinleyin. Tavukları çalınan Azeri köylüsünün türküsünü. Zübeyde Halanın dama çıkışını, toyuğu omuzuna atışını, hepsini canlandırır. Sadece söylemez yaşar, yaşatır. Bütün sazlara söz olandır Ebru.
Bir gün Ebru ile sokakta yürürken etrafımızı 5-6 çocuk sardı. Ellerinde satmaya çalıştıkları kâğıt mendiller, kalemler vardı. Ayakları yalın, elbiseleri perişan, yüzleri ter, kir ve güneşten kararmıştı. Saçları karman çormandı. Sümükleri burunlarının önünde beyaz bir iz yapmıştı. Hepsi bir ağızdan konuşarak bize bir şeyler satmaya çalışıyorlardı. Bizse kendi konuşmamıza dalmış, yürüyorduk. Sonra içlerinden diğerlerine göre biraz daha büyük olanı -belki 9 belki 10 yaşında olanı- “Abıla… Çok açız, hiçbir şey yimedik” dedi. “Bi ekmek parası”. Ebru çantasından çok fazla olmayan kâğıt bir para verdi. Diğerlerini de işaret ederek “Hepiniz için” dedi. Çocuk parayı kaptığı gibi karşı kaldırıma uçtu. Hoplamaya, zıplamaya, gülmeye başladı. Resmen göbek atıp oynuyordu. Mutluluğu görülmeye değerdi. İlk heyecanı geçince parayı iki yanından tutup bize gösterdi: “Ha ha, abla seni kandırdım, ablaa ablaaa seni kandırdım”. Ebru da gülmeye başladı; “Sen bizi istediğin zaman kandırabilirsin”. O söz beni çok etkilemişti. Ebru o “dilenci çocuğa” sınırsız kandırma hakkı vererek onu mutlu ediyordu. Çünkü Ebru o gün de o çocuklar için mücadele ediyordu, kimse aç kalmasın, sokaklarda dilenmesin diyeydi mücadelesi. “Sen bizi kandırsan ne olur be çocuk!” diyordu. Onun öfkesi, kızgınlığı çocuklarımızı o duruma düşüren düzeneydi, adaletsizliğeydi. Ebru -biçimleri değişse de- o günden bugüne aç çocuklar doysun diye direniyor. Hem de açlığı her hücresinde hissederek, yaşayarak. Ve yaşanan zamanda şair, Ebru’ya şunu söyletiyor;
“… çekilen havarlar artık dinmelidir
Derdin çaresi yalnızca bizdedir
Korkuyu yenmenin tek yolu
Yine korkunun içinde yatan gizdedir
Ölüm düşmanın elindeyse
Yaşamak bizim ellerimizdedir…”*
Nehir sesli Dersim güzelinin başını yek kere eğdiremediler. Şimdi o da dağ oldu, akıp giden nehirleri coşturmak için karlarını eritiyor. Nehirlere sesini vermek için haliyle süzülüyor, inceliyor, bakmayın sessizliğine hiçbir şeyi unutmuyor.
Son sözümüz olmadı o halde şimdilik şöyle bağlayalım: “Ateş Geçitleri” diye bir roman var. Kitabın adı gibi günlerdeyiz. Mutlaka okunmuştur, okunmalıdır. Kitap cesur Spartalı savaşçıları anlatır. Spartalılarda herkes kalkanıyla yanındakini korur, kendini değil. Savaş meydanında kılıç düşerse veya kırılırsa savaşçı üzülür elbet ama kalkan düşerse üzüntüden öte ayrı bir utançtır savaşçı için. Çünkü yoldaşını koruma olanağı kalmamıştır artık. Şimdi adaletin keskin iki kılıcı dövüşüyor ama kalkanların işi ve sorumluluğu daha fazla. Önemli olan kalkan olmaya odaklanmak. Şimdi iyi kalkan tutmanın zamanıdır. Yaşatmak ve kazanmak bizim ellerimizdedir. (EG/AS)
* Adnan YÜCEL, Ateşin Çocukları 3
Avukat Ebru Timtik, “adil yargılanma” talebiyle 187 gündür ölüm orucunda, Silivri Cezaevinde tutuklu bulunuyor. Burhaniye Cezaevinde tutuklu avukat Aytaç Ünsal da aynı taleple 156 gündür ölüm orucunda. Yargılandıkları dosya Yargıtay aşamasında.
Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Engin Gökoğlu’nun bu mektubu Bianet.org’tan alınmıştır