1919’da Anadolu’nun dört bir yanında Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri (MHC) kurulmaktaydı. 4 bölgesel merkez oluşturulmuştu: Batıda İzmir MHC, güneyde Adana MHC, Doğu Anadolu’da, Vilayet-i Şarkiye MHC, Trakya’da Trakya MHC.
Cemiyetler içerisinde en güçlü olanı Vilayeti Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (VŞMHC) idi. Cemiyetin 4 Aralık 1918 tarihli kuruluş bildirgesinde şunlar söylenmekteydi; “Vilayet-i Şarkiye’de anasır-ı galip olan Türk ve Kürtler’in hukuku milliyesini muhafaza azmiyle alakadar baazı zevatı marife tarafından bir heyet teşkil edilmiştir.”
VŞMHC Kürtler’in oturdukları bölgeleri işgalden kurtarmayı amaçlıyordu ve Kürtler’le Türklerin ortak mücadelesini savunuyordu. Ve bir kongresinde şöyle deniliyordu: “Şark vilayetlerinde Türk Kürtsüz,Kürt Türk-süz yaşayamaz“.
Anadolu işgal altındaydı. Kürdistan da işgal altındaydı. Üstelik işgalci aynıydı. Başka deyişle, Kürt halkının da Türk halkının da düşmanları aynıydı. Bu aynılık iki halkın ortak mücadele vermesinin objektif koşulunu oluşturuyordu.
Bu süreçte Kürt aşiretleri feodal yapılarını sürdürmekteydiler. Kendi iç dinamikleriyle bir ulusal hareket olarak tarih sahnesine çıkma aşamasında değillerdi. Emperyalist işgal ve gelişmeye başlayan Kurtuluş Savaşı karşısında Kürt halkı ikili bir tavır geliştirdi. Bir kısım Kemalistlerle birlikte tavır geliştirirken, diğer bir kısım ise, ya sessiz kaldı ya da emperyalist devletlerden medet ummaya devam etti.
Bu ikili tavır, Kürt aşiretleri için olduğu kadar, aydın kesim için de geçerliydi. Hakim feodal yapı, objektif olarak Kürtlerin kendilerini bölgedeki güç durumuna göre ayarlamasını ve farklı kesimlerle işbirliği içinde parçalara ayrılmasını beraberinde getirmektedir.
Bundan dolayı da her Kürt hareketi bağrında çeşitli yanları bir arada taşımıştır. Ulusalcı düşüncelere sahip Kürt aydınlarının, Kürt ulusal sorununun ancak Türk ulusal hareketiyle birlikte çözüleceği yönündeki düşünceleri, Kürtler’in Anadolu Kurtuluş Savaşı’na katılışının bir nedenidir. Bir diğer neden ise, feodal aşiretlerin, tıpkı Türk eşraf-ayan kesimi gibi Ermeni hareketi karşısında “mülk”lerini koruma ve Kemalistler’in çeşitli vaatlerine bağlanma temelinde olmuştur.
Kemalistler, Kürtler’i yanlarına çekmek için yoğun bir biçimde “Ermeni meselesi”ni öne sürdüler. Kemalistler’in Kürtler’e yönelik propagandası şöyle özetlenebilirdi: “Emperyalistler bağımsız Ermenistan ilan edecek, Kürdistan topraklarını da Ermenistan’a katacaklar, Kürtler sürülecek.”
Kazım Karabekir, Kürtler’in kendilerine katılmasının “Kürdistan’ın Ermenistan olacağını anlatmakla” sağlanacağını söylerken bu politikayı özetlemiş oluyordu.
Zaten Sevr ve Paris görüşmelerinde Ermeniler’in ve emperyalistlerin bu tür isteklerine tanık olan Kürtler açısından bu tez oldukça inandırıcıydı. Bütün bunların sonucunda İngiltere’nin hizmetinde Kürt dernekleri, ABD mandacılığı savunucuları olsa da, Kürt aşiretleri genellikle Kurtuluş Savaşı’na katılırlar.
Öte taraftan şu da çok açık görülmektedir ki, bu süreçte bir Kürt ulusal hareketinden ve bunun Kemalistler’le ittifakından sözedilemez. Feodal aşiret yapılanması ve aşiretler arasındaki çelişkiler bunun önünde engel durumundadır. Bu nedenle Kürtler’in Kurtuluş Savaşı’ndaki yerini ve bu dönemin sonuçlarını değerlendirirken, “Kürtler aldatıldılar” veya “Kemalistlerle birleşmediler” gibi açıklamalar getirmek, süreci izah etmeye yetmez. Bütünlüğü sağlanmış bir Kürt ulusal hareketi olmadığı için, ilişkiler de buna göre şekillenmemiştir.
Kemalistler bağımsızlık savaşında Kürtler’le ittifaka, Kürtler’i Kurtuluş Savaşı’na katmaya özel bir önem verdiler. Çünkü Kürtler’in emperyalizmin “böl-parçala ” politikalarına alet olması durumunda bağımsızlığın tehlikeye düşeceği açıktı.
Başta İngilizler olmak üzere emperyalistlerin Kürtler üzerindeki manevraları etkili bir şekilde sürüyordu. Yani emperyalist işgal karşısında Kürtler zorunlu bir ittifaktı. Kemalistler’in Kürtler’le ittifak politikasını değerlendirirken Kemalizm’in sınıf karakterini hiç unutmamak gerekir. Osmanlı bürokrasisinin sivil-aydın kesiminin yukarıdan aşağıya geliştirdiği bir hareket olan Kemalist hareket, tüm ittifak ve politikalarında küçük-burjuvazinin sınıf karakterine uygun olarak ikili tavırlar sergilemiştir.
Emperyalizme karşı tam bağımsızlıktan yanadır, ama aynı zamanda kapitalizmi savunur. Milli bir burjuvazi yaratmak ister, ama iktidarının sarsılacağı endişesiyle burjuvazinin tekelleşmesini de dizginlemek ister.
Aynı dönemde gelişen Sovyet Devrimi karşısındaki tutumu da benzerdir; Bir yandan emperyalizme karşı Sovyetler’in desteğini alır, dayanışma içinde olurken öte yandan halk üzerinde yaratacağı etkiden korktukları için de hep mesafeli olmuşlardır. Bir yandan Kürtleri Kurtuluş Savaşı saflarına kazanmaya çalışan Mustafa Kemal, diğer yandan Kürt örgütlenmelerinin önünü kesmeye çalışmaktadır. Kürdistan Teali Cemiyeti başta olma üzere, çeşitli Kürt derneklerinin ve kulüplerinin faaliyetleri Kemalistler’i özellikle rahatsız etmiştir.
Mesela M. Kemal 15 Haziran 1919’da Amasya’dan Diyarbakır’a çektiği telgrafta Kürt derneklerine karşı alınan “önlemlere” desteğini şöyle ifade etmekteydi: “Ülkede nifak çıkarmak isteyen her cemiyet derhal dağıtılmalıdır… Bu gibi önlemlerin alınması yurtseverlik görevinin icabıdır. Bundan dolayı ben, sizlerin Kürt derneği konusunda aldığınız önlemleri bütünüyle onaylıyorum.” (Kürt Siyaset Tarihi, syf. 111)
Fakat aynı dönemde, Kemalistler, Kürt aşiretlerini yanına çekebilmek için Kürtler’e ulusal haklarını tanıma vaadinde de bulunmuştur. Nitekim bu vaatler etkili de olmuş ve sonuçta çeşitli Kürt aşiretleri Kemalistler’le birlikte hareket etmiştir.
Mustafa Kemal daha Samsun’a çıktığında şunları söylemektedir: “Kürtler’in serbest gelişimlerini temin için ırki ve içtimai hukukları aynen kabul edildi. Böylece yabancıların Kürtler üzerinde yapacağı propagandaların bu şekilde önünün de alınacağı, Kürtler’in malum olması hususu belirtildi.” (Dünden Yarına Kürtler, Halil Nebiler, Muhsin Kızılkaya, syf. 36 )
M. Kemal 18 Haziran 1919’da 1. Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey’e gönderdiği telgrafta ise “İngiliz himayesinde bir müstakil Kürdistan teşkili hakkındaki İngiliz propagandası ve bunun taraftarları bertaraf edildi. Kürtler de Türklerle birleşti.” (Aktaran, Ö. Bakış, 19 Haziran 1999) demekteydi.
Özet olarak söylemek gerekirse, İngiliz kışkırtmasından kaygı duyulan bu süreç için Kürtler’in inkârı gibi bir durum sözkonusu değildir. Tam aksine özerklik vaatlerinin yanı sıra “kardeşlik”, dindaşlık, birliktelik vurguları sıkça yapılmaktadır. Ve bu durum Kurtuluş Savaşı boyunca devam edecektir…
Bu yazı Boran Yayınevinden çıkan Halkız Biz-2 / Halk Ayaklanmaları kitabından alınmıştır. Kitabın pdf halini aşagıdaki linkten indirebilirsiniz
https://gercekhaberajansi.org/wp-content/uploads/2019/08/HalkizBiz-cilt2-Ayaklanmalar.pdf