HDP eski milletvekili, sinemacı Sırrı Süreyya Önder tahliye oldu. Demokratik çevrelerde ve özellikle HDP çevresinde sevinçle karşılanan bir tahliyeydi bu. Zira hiç bir hukuki gerekçesi ve dayanağı olmayan binlerce hatta ve hatta onbinlerce tutukluluktan bir tanesiydi Sırrı Süreyya Önder’in tutukluluğu.
Önder’in tahliyesinin hemen arkasından AKP sözcüsü Ömer Çelik, yargının bağımsız olduğundan bahsetti. Mahkemeler ile ilgili güzellemeler ve aksini iddia eden muhalefete ise karalamalar yaptı. Ömer Çelik yaptığı açıklamada “Herhangi bir tutuklama ya da herhangi bir işlem gerçekleştiği zaman hemen belli çevreler ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi çevresi ‘Bunu hükümet yaptırdı’ diye sunuyor fakat bir tahliye ya da benzeri bir karar söz konusu olduğunda da bu yargının iç işleyişi olarak gözüküyor. Yargının bütün işlerine siyasi perspektifle müdahale etmek gibi yaklaşımlar olmadığı müddetçe zaten yargı kendi içinde işliyor. Burada esas olan şu, hükümeti eleştirmek gayesiyle sürekli olarak yargının içini kurcalamaya çalışan bir muhalefet anlayışı vaadr. Yani kuvvetler ayrılığı prensibi nasıl daha iyi olsun, kuvvetler ayrılığı prensibinin işlemesiyle ilgili eleştirileri varsa nasıl daha iyi olsun diye bunları tabii ki dinleriz. Hukuk devletinin teminatı kuvvetler ayrılığı prensibidir. Türkiye’nin çok yönlü olarak terörle mücadele ettiği için yasalar ve yasaların uygulanması konusunda terör ve düşünce hürriyeti arasındaki alanın titizlikle korunması konusunda önemli bir yargı geleneği var. Dünyada pek çok ülkede olmayan bir deneyime sahip. Yargı mensuplarını kendi işlerini yapma konusunda siyasi bir müdahaleden uzak bir şekilde değerlendirirsek yargı işliyor, su yatağında akıyor ve netice itibarıyla da kendi yönünü buluyor. Bu tartışmaları bu şekilde değerlendirmek lazım.” dedi.
Evet Sırrı Süreyya Önder keyfi bir şekilde tutuklandı. Çözüm süreci adı altında kürt hareketi ile AKP hükümeti arasında yürütülen görüşmelerde yüklendiği görevlerden cezalandırılmıştı. S.Süreyya Önder ile, AKP’liler tarafından “posta güvercini” diye dalga dahi geçilmişti meclis kulislerinde. Bu süreç denilen kandırmaca AKP faşizminin kürt illerinde hayata geçirdiği katliamlar ve HDP’lilere yönelik tutuklamalar ile noktalandı. İşte dönemin siyasi ortamında bolca “alkış” alan açıklama ve eylemlerden yargılandı ve hapise atıldı Önder.
Şimdi anayasa mahkemesi S. Süreyya Önder hakkında verilen kararı bozdu. S.Süreyya Önder serbest bırakıldı.
Ömer Çelik’in yaptığı açıklamalara bakılırsa mahkemelerine saygınlık kazandırmaya çalışıyor AKP faşizmi. Her anlamda çökmüş, hiç bir hukuk kuralının işlemediği, bire bir emir ile işleyen mahkemelerinin imajını düzeltmek için Sırrı Süreyya Önder’i tahliye ettirdi AKP. Yargıya yama yapma uğraşında oldukları çok açık ama artık gelinen aşamada bu imkansız.
Tabii ki Sırrı Süreyya Önder ailesi, dostları, çalışma arkadaşları ve sevenleri serbest kalmasına çok sevinecek. Ancak hepsi bu. Adalete olan inanç sırf Sırrı Süreyya Önder tahliye edildi diye canlanmaz. Hele ki AKP tarafından canlandırılmasının; mümkünü yok. Faşizmin öyle bir dönemliğine de olsa güvenilir gibi görünen bir yargı yaratılabilmesi AKP eli ile artık imkansız. Neden mi? Bir kaç davayı hatırlamak ve o davalarda yaşananlara şöyle göz ucuyla bakmak bile bunun nedenini görmek için yeterli:
Ömer Çelik sanki siyasi iradeden bağımsız işleyen bir hukuk sistemi varmış gibi açıklama yapıyor ama senaryo biraz acemice hazırlanmış. Ucuz bir manevradan öte bir şey değil bu tahliye. Zaten haksız hukuksuz ve gereksiz yere tutuklatmıştı Sırrı Süreyya’yı AKP. Şimdi ise yargı bağımsızlığı şovunda kullanmak için tahliye ettiriyor. Bi anlamda AKP “önce eşşeğini kaybedip sonra buldurarak” sevindirmeyi hesap ediyor.
Mahkemelerin nasıl işlediğini artık bilmeyen yok. Bu yargıya yeni imaj kazandırma çabası da bundan öncekiler gibi beyhude bir çaba. AKP yargısı artık yama tutmaz.
- ÇHD’li ve HHB’li avukatların mahkemesi. Hiç uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Kısaca; Mahkeme tüm avukatlar hakkında tahliye karar veriyor. Avukatların tamamı tahliye ediliyor mahkemece. Hemen, ama hemen, aynı mahkemeye “tutuklamak üzere yakalama kararı” çıkarttırılıyor. Avukatlar tekrar hapse atılıyor. Avukatlara tahliye kararı veren mahkemenin yazıcısı bile değiştirilip sürgün ediliyor. Sonrasında görevlendirilen mahkeme başkanı toplamda 159 yıl hapis cezası veriyor.
- Selahattin Demirtaş davası. Burada da hiç uzatmadan son yaşananları hatırlamak yeterli; mahkeme tahliye kararı veriyor. Savcı tahliye kararına itiraz ediyor. Mahkeme başkanı itirazı kabul etmiyor. Normalde tahliye olması gerekirken bir anda, bir başka mahkemeden aynı suçlamalar ile ışık hızı ile bir dava açılıp tutuklama kararı çıkartılıyor.
- Yine Selahattin Demirtaş ilk gözaltına alınıp mahkemeye çıkartıldığında mahkeme görülmeden yani henüz mahkemeden tutuklama kararı çıkmadan, hapishanedeki yerinin hazırlanmış olması Demirtaş hakkındaki kararın mahkeme tarafından değil AKP’li siyasetçiler tarafından hatta direk erdoğan tarafından verildiğini göstermez mi?
- Mustafa Koçak davası. Adil yargılanmak için Sırrı Süreyya Önder tahliye olduğunda ölüm orucunun 96.gününde olan Mustafa Koçak’ın uğradıkları aslında tek başına faşizmin hukukunun niteliğini tanımlıyor. Hiç boşluk bırakmadan hem de. Yine çok fazla detaya girmeden kısaca; Mustafa Koçak’ın evi basılıyor ve evi basan polis evde bulunan kız kardeşlerine “kardeşin bir daha gün yüzü görmeyecek” diyor. Bu sözler duruşma yapılmasına bile gerek olmadan hükmün belli olduğunu göstermiyor mu? Nitekim Mustafa Koçak’a savunma hakkı vermedikleri mahkemeden “ağırlaştırılmış müebbet hapis” kararı çıktı.
- Açlık grevindeki kamu emekçileri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça direnişleri ile ülke gündemini işgal edince paniğe kapılan AKP devleti hemen iki direnişçi emekçiyi gözaltına alarak, “tutuklayın” talimatı verdiği mahkemeyi harekete geçirdi. Nuriye ve Semih’in de mahkemesi görülmeden hapishanede yerlerinin hazırlanmış olduğu daha sonra öğrenildi. Kapatılacakları hapishane, hatta hücre dahi mahkemeden önce belli idi. Bu da tutuklama kararının mahkeme değil direk siyasiler tarafından alınmış olduğunu gösterir.
- O kadar şüphe olmasına ve tartışılmasına rağmen Nadira Kadirova ölümü ile ilgili bir soruşturma, ya da bir dava açılmamış olması ve ışık hızı ile tüm hukuki süreci tamamlayıp 2 gün içerisinde cenazenin Özbekistan’a gönderilmesi ülkede adalet sisteminin çok hızlı çalıştığını mı düşündürür acaba? Yoksa bir şeylerin üstünün örtülmeye çalışıldığına mı delalet eder? Türkiye hukuk sistemini bilenler için cevap tabii ki ikinci şıktır: Bir şeylerin üzeri örtülmeye çalışılıyor. Ve yargı müdahale etmiyor. Edemez! AKP’li bir milletvekili söz konusudur çünkü.
Örnekler o kadar çoğaltılabilir ki. Ama buna gerçekten gerek yok çünkü bunu bilmeyen yok. Ülke adaletsizliğin her alanda, her mecrada amansızca yaşandığı zamanların içinde. Yargı bu mecraların en başındadır. Yargıya güvenin kalmadığı artık düzen medyasında dahi tartışılan bir gerçektir. Ve Sırrı Süreyya Önder’i tahliye ederek bu güvenin yeniden inşa edilmesi imkansızdır.
Yargı reformları bir birini izler, bir kaç tanınmış, haksız tutukluluğu ayyuka çıkmış birileri serbest bırakılır belki bunun için. Ama nafile, kendi yargı sistemlerinde yarattıkları tahribat artık onarılması imkansız seviyededir.
Elbette ki halkın güvenebileceği bir hukuk sistemine ihtiyacı vardır. Ya da çok daha güncel söylemle halkın ADALET’e ihtiyacı vardır. Hukuk Marks’ın belirttiği gibi “toplumun hakim üretim ilişkileri tarafından belirlenir”. İçinde bulunduğumuz üretim ilişkilerine uygun hukuk sistemi halkın ADALET özlemine cevap vermeyecektir. ASLA! Yani bu soygun talan düzeninin hukuk sistemi de soyguncu ve talancılar içindir.
Halkın adalet özleminin karşılanması bu soygun talan ve zulüm düzeni yıkıldığında mümkün olacaktır. Halk o günlere yani adalet istemelerin artık son bulduğu günlere adalet isteye isteye ulaşacak. Kendi adaletini; halkın adaletini uygulaya uygulaya…