Türkiye bir süredir büyük ölçüde unuttuğu bir utancı yeniden yaşamaya başladı. Halfeti ve Ankara’daki işkence iddialarını Lübnan’da yakalanarak getirilen Ayten Öztürk’ün altı ay boyunca yasadışı biçimde tutulduğu bir kamu binasında işkence gördüğüne ilişkin iddialar izledi. Mevzuatta işkence suçunu cezasız bırakacak birçok düzenleme yapılmış olması, idarenin ve yargının işkence iddialarını görmezden gelen tutumları, bu insanlık suçunun yeniden yaygın biçimde kullanılacağı endişelerini de beraberinde getiriyor.
İşkence suçuna karşı 2005’de yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nda ağrılaştırılmış hükümler getirilmiş, bu suçun zamanaşımına girmeyeceği düzenlenmiş ve ardından ‘işkenceye karşı sıfır tolerans’ bir hükümet politikası olarak ilan edilmişti.
İnsan hakları örgütlerinin raporları da işkencenin bir sorgu yöntemi olarak uygulanmasının büyük ölçüde 2000’li yılların ortalarından itibaren son bulduğunu gösteriyor.
Bunda AB ile ilişkilerin iyi olmasına duyulan ihtiyaç kadar artık devletin işkenceyi bir sorgu yöntemi olarak kullanılmasına ihtiyaç kalmamasının da önemli bir etkesi vardı.
İşkenceye ihtiyaç kalmamıştı
Artık zorla suçu kabul ettirme yerine, delile ihtiyaç duyulmayan bir yargı sistemi yürürlükteydi. Kişinin siyasal ve sosyal bağlantıları üzerinden suç üretme ve cezalandırma yöntemleri işkenceye ihtiyaç duyulmamasını sağlıyordu.
İşkence bir sorgu yöntemi olarak gündemden çıkmıştı ama insanlık dışı ve onur kırıcı kötü muamele olarak işkence kolluğun sıklıkla başvurduğu bir yöntem olarak devam etti. Özellikle toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin dağıtılmasında yaşam hakkı ihlali ve işkence yaygın biçimde kullanıldı.
Gözaltı merkezlerine yönelik işkence iddiaları ise uzun yıllardan sonra ilk defa 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra gündeme geldi.
Medyanın OHAL koşullarında haberleştiremediği, baroların dahi iddiaları gündeme getirmekten çekindiği o günlerde İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW), darbe girişimi sonrası Türkiye’deki gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarını içeren bir rapor hazırladı. Raporda, işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin 13 ayrı örnek yer alıyordu. İşkence iddialarının yer aldığı anlatımlarda, bir avukat müvekkiline işkence yapılmasına şahit olmasına rağmen müdahale edemediğini anlatıyordu. Bu ifade o günlerin ruh halini ortaya koyması bakımından önemliydi.
Baroların raporları
Zaman içinde gözaltı merkezlerindeki işkence iddiaları devam etti. Yakın zamanda önce Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde, sonra da Ankara Mali Şube’de işkence yapıldığına ilişkin iddialar her iki ilin baroları tarafından kamuoyuna duyuruldu.
Halfeti’de 18 Mayıs 2019 günü PKK’lılarla çıkan çatışmada bir polis yaşamını yitirmiş, olayın ardından 54 kişi gözaltına alınmıştı.
Şanlıurfa Barosu’nun, gözaltına alınanlara yönelik işkence iddialarıyla ilgili raporunda gözaltına alınan birçok kişinin cinsel işkenceye maruz kaldığı, işkence ve kötü muameleye uğrayanların yaşanılanların anlatılmaması konusunda görevli bazı polislerce tehdit edildikleri bilgilerine yer verildi.
Eski Dışişleri Bakanlığı personeline yönelik gerçekleştirilen FETÖ operasyonunda gözaltına alınan 105 eski çalışanın avukatlarının yaptıkları başvuru sonrasında Ankara Barosu tarafından hazırlanan raporda ise Ankara Emniyet Müdürlüğü Mali Şube Müdürlüğü’nde karanlık bir odaya sokulan beş kişiye işkence yapıldığı ileri sürüldü. Raporda “üç kişi tamamen soyulduklarını, bir kişi belden altının soyulduğunu, bir kişi ise pantolonun yarıya kadar soyulduğunu ve devamında; tamamen ve bel altı soyulan toplam dört kişinin, tekrar ters kelepçelenerek cenin pozisyonuna getirildiklerini, makatlarında jop gezdirildiğini, bu sırada konuşmaları konusunda tehdit ve hakaretlere maruz kaldıklarını, kendilerine bir ile iki dakika arasında değişen süreler verildiğini, sonrasında ‘ikinci aşamaya geçiyoruz’ denilerek makatlarına yağ veya kayganlaştırıcı olduğunu düşündükleri bir madde döküldüğünü, yine makatlarında jop gezdirilerek işkenceye maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir” deniliyordu.
“Altı ay işkence gördüm” iddiası
Son olarak İçişleri Bakanlığı tarafından ‘turuncu’ kategoride aranırken Lübnan’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilen Ayten Öztürk, DHKP/C yöneticisi olmak suçundan yargılandığı mahkemede altı ay işkence gördüğünü ileri sürdü. Öztürk, Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde resmi gözaltı tarihinin 28 Ağustos 2018 olduğunu ancak bunun gerçeği yansıtmadığını belirterek, “13 Mart 2018’de yasadışı biçimde gözaltına alındım. Yaklaşık altı ay boyunca işkenceye maruz kaldıktan sonra bir mizansenle gece yarısı açık arazide polise teslim edildim. Elektrik, cinsel ve psikolojik ağır işkencelere maruz kaldım. Yaşadıklarım nedeniyle vücudumda yüzlerce yara oluştu ve 40 kiloya düştüm” dedi.
Türkdoğan: İşkence tanımı sorunlu
İşkence iddialarını yakından takip eden İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan, sorunun kaynağında işkence suçuna yönelik tanımda yattığını belirtiyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre sadece sorguda yapılan zalimane uygulamaların değil, sorgu dışındaki insanlık dışı ve onur kırıcı bütün kötü muamelelerin işkence sayılması gerektiğini belirten Türkdoğan “Oysa Türkiye uygulamasında, eskiden olduğu gibi sadece sorgu yöntemi olarak kullanıldığında işkence kabul ediliyor, diğer durumlarda kötü muamele olarak sayılıyor” dedi.
Türkdoğan, Diken’e işkence iddialarının neden etkili biçimde soruşturulamadığını şöyle anlattı:
Amaç korkutma, yıldırma
“İşkencenin cezalandırılması için sorgu yöntemi olarak kullanılmasına gerek yok. Zaten yeni icat ettikleri ‘iltisak‘ kavramıyla herhangi bir maddi delile ihtiyaç olmadan da insanlara kolayca ceza verilebilebiliyor. İşkence bu dönemde daha çok sorgu yöntemi olarak değil ama korkutma, yıldırma amacıyla yapılıyor. Halfeti’de de Ankara’da da olan buydu. İşkence şekil ve yer değiştirdi dememizin nedeni de bu.
Başka kamu binaları kullanılıyor
İşkencenin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ şüphelileri için sorgu yöntemi olarak kullanıldığı iddialarına sıklıkla rastlandı. En son Ankara Emniyet Müdürlüğü Mali Şubesi’nin yaptığı soruşturmada işkence iddiaları olduğu ileri sürüldü.
Bu işkence iddialarının önemli bir yönü gözaltı merkezlerinde değil, başka kamu binalarında yapılması. Çünkü gözaltı merkezleri kameralarla vs gözetleniyor.
Bu dönemde işkencenin herkese bir sorgu yöntemi olarak kullanıldığını söyleyemeyiz. Ama gösterilere müdahaleler sırasında, gözaltına alırken, cezaevi girişlerinde, sevkler sırasında kanunun ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaptığı işkence tanımına girecek kötü muameleler yapıldı.
İktidarın söylemi
İlginç olan siyasi iktidar temsilcilerinin hiçbiri son dönemde açıkça işkence yasaktır, yapan yargılanır anlamına gelen bir söz söylemedi. Genelde geçiştirdiler. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni açıklarken işkenceye sıfır tolerans uygulamasının süreceğini söylemesi bu alanda son üç yıldır yapılmış ilk net açıklamaydı. Siyasi iktidarın söyleminin bu olması, işkence vakalarına karşı bir göz yummanın söz konusu olduğunu gösteriyor.
İşkenceye üç koldan dokunulmazlık
OHAL döneminde çıkarılan KHK’lere işkence failleri için dokunulmazlık maddeleri yazıldı. O maddeler daha sonra kanunlaştı. OHAL döneminde görev alan kolluk personeli ile ilgili işkence iddiaları söz konusu olduğunda o maddelere dayanacaklar. Ama zaten savcılar işkence iddiaları ile ilgili suç duyurularının gereğini yapmıyorlar ve böylece fiili olarak zaten bir dokunulmazlık sağlamış durumdalar.
Darbe girişiminden sadece bir gün önce, 14 Temmuz 2016’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bir yasayla da güvenlik operasyonlarına katılan kamu görevlilerinin işledikleri iddia edilen suçlarla ilgili yargılanabilmeleri için izin sistemi getirildi.
Sokağa çıkma yasakları döneminde Genelkurmay Başkanlığı’nca yapılan bütün operasyonlar zaten bu kapsamda yer alıyor. Oradaki tüm işkence iddiaları bu yasaya tabi, yani soruşturulmaları için izin verilmesi gerekiyor. Oysa bırakın işkence iddialarını, 300’ü aşkın yaşam hakkı ihlali iddiaları ile ilgili dahi tek bir şüphelinin ifadesi alınmamış durumda.
OHAL bittikten sonra çıkarılan bir başka yasa, 7145 sayılı kanun, bütün güvenlik operasyonlarına aynı dokunulmazlığı getirdi. Güvenlik operasyonu dediğinizde Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yürütülen bütün soruşturmalar bu kapsama giriyor. Yani illa silahlı bir çatışma ya da dağda yaptığınız operasyon değil, şüphelileri evlerine gidip gözaltına aldığınızda da yasaya göre güvenlik operasyonu yapmış oluyorsunuz.
Yargının tutumu
Şimdi mevcut durumda işkence vakalarının yargılanmaması için birçok dokunulmazlık maddesi getirmişsiniz. Burada işkencenin önünü açan bir yasal, yargısal ve idari pratik söz konusu. Çünkü bu suçun faili biliyor ki, yargılanması neredeyse imkansız. Son dönem alınan hakim ve savcıların bakış açıları da bu konuda faillerin yargılanmasını zorlaştırıyor.
Önleyici mekanizmalar işlemiyor
Türkiye Eşitlik ve İnsan Hakları Kurumu, ulusal önleme görevi yapabilecek bir kurum. Halfeti’de, Ankara Mali Şube’de işkence iddiaları sürerken oralara baskınlar düzenleme yetkisi vardı ama yapmadılar. Çünkü kurum bağımsız değil, üyelerini Cumhurbaşkanı atıyor.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu da sadece cezaevlerini ziyaret ediyor, hiçbir gözaltı merkezine gitmiyor. Bazı bakanların sert söylemi de kolluğa bu tür vakalarda cesaret veriyor.”