Yazımızın bir önceki bölümü: https://gercekhaberajansi.org/sili-dosyasi-1/
12 eylül faşist cuntasının sivil devamcısı Özal ile temelleri atılan özelleştirme politikası AKP iktidarı tarafından hızla hayata geçirildi. AKP iktidarı döneminde dizginsizce sata sata bitiremediği kamu işletmelerini satmaya, Şili, 1978’de başladı ve hızla talan edildi ülkede ne varsa. Öylesine bir talandı ki bu özelleştirmedikleri hiçbir şey kalmadı. Bugün emeklilik fonları, eğitim tamamı ile özelleştirilmiş durumda. Yani emeklilik hakkı, bir sosyal hak olmaktan çıkmış, parayı verenlerin emekli olabildikleri, tekellerin kâr kapısı haline gelmiş bir sektör Şili’de.
Eğitim yine tekellerin elinde. Sağlık da, elektrik de. Su bile özelleştirilmiş durumda. Tekeller dilediğince fiyatları yükseltiyor, yoksul halkın hayatını çekilmez, yaşanmaz hale getiriyor.
Düşünüldüğünde bile nasıl bir öfke birikmesinin yaşandığını, yazının başında sözünü ettiğimiz o metro zammı son damlasının, taşırdığı bardağın nasıl dolduğunu anlamaya yeter.
Emeklilik çağında nüfusun %60’tan fazlası emeklilik maaşı alamıyor. Ve emekli maaşı alanların ise aldıkları maaş, emekli olduktan sonra bile çalışmak zorunda bırakıyor. İnsanlar çalışıyorlar ve emekli olamıyorlar. Bugün ülkemizde emekliliğin özelleştirilmesi konuşuluyor.
Evet, Şili halkının ayaklanması tamamı ile Pinochet ile başlayan ve neo-liberal ekonomi diye adlandırdıkları emperyalizme bağımlı çarpık kapitalizmin yarattığı sonuçtur. Bugün dünyanın hemen her yerinde irili ufaklı yaşanan ayaklanmalar, her ne sebeple açıklanırsa açıklansın bu politikaların halkta yarattığı memnuniyetsizliğin sonucudur. Pinochet’nin ABD Chicago üniversitesine yollayarak, “Neo-liberal” ekonominin teorisyeni Friedman’dan eğitim alan ekonomistler ile uygulamaya başladığı modeli dünyaya yayan ABD emperyalizmidir.
Ülkemizde özelleştirmeler Şili’deki gibi “cesurca” hayata geçirilemedi. 80’li yılların ikinci yarısından daha önce yapılamaması veya olanca gizliliği ve yavaşlığı ile yapılması halkın büyük kesiminin özelleştirmeye karşı olmasından kaynaklıydı. Yavaş yavaş, bir çok yol ve yöntem kullanarak, medyanın da yardımı ile halk ikna (!) edildi. Artık öyle bir hale gelindi ki özelleştirmeye karşı çıkanlar “geri kafalılık”, “vesayetçilik” ile suçlandı. Olur olmaz yerde yapılan röportajlarda kime mikrofon uzatılsa, “özelleştirmeler derhal hayata geçmeli” cevapları veriliyordu halkın en yoksulları tarafından bile. Çünkü özelleşince özel sektörün kaliteyi yükselteceği ve rekabet sayesinde de hayatın ucuzlayacağı yalanı enjekte edildi bu ikna(!) sürecinde.
AKP yönetimi ile de adeta Şili ile arasındaki arayı kapatmak istercesine, büyük bir hızla özelleştirmeler hayata geçirildi. Sattı sattı sattı… Ve daha da satmaya kararlı.
Şili ve ülkemizde yaşananların benzerlik göstermesi tesadüf değil. Aynı model. Yaklaşık olarak aynı dönemlerde hayata geçiriliyor. Cunta ile sadece ülkenin siyasi değil ekonomik sistemine de yeniden biçim veriliyor. Benzer şeylerin yaşanması bu anlamı ile çok anlaşılır bir durum.
Bu ekonomik modelde özelleştirmenin yanısıra, haksız rekabet ve taşeronlaşma ile işsizlik artıyor, düşük ücretle çalıştırılan emekçilerin yaşam şartları sürekli zorlaşıyor, halkın büyük kesimi artık beslenemez hale geliyordu. Emperyalistler için ucuz emek cennetine dönüşen ülkede memnuniyetsizlik içten içe büyüdü.
Emperyalizm, sömürge ülkelere ihraç ettiği ekonomik modelin yaratacağı sonuçları bildiğinden her anlamda önlemler alarak her alanda kendi çarkını döndürecek politikalar hayata geçirtmiştir işbirlikçi hükümetlere.
Yoksulluğun, işsizliğin, gelir dağılımındaki uçurumun büyümesi ve adaletsizliğin tepkiye dönüşmemesi için yine emperyalizmin sömürge ülkelerde inşa edip kurumsallaştırdığı faşizmin bilinen tüm yöntemleri kullanıldı. Gerek Şili’de gerekse Türkiye’de yönetimin en demokratik görünüme büründüğü dönemlerde dahi çarka dokunan muhalefete karşı hep en acımasız yöntemlere başvuruldu: Gözaltı, işkence, kayıp, katliam…
Faşizmin bu baskı politikaları halkların bir süre de olsa yaşadıkları zulme karşı sessiz kalmasını sağlayabilmiştir. Ancak bir yandan da bu sessizliğin aslında bir öfke birikmesi süreci olduğunu hem ülkemizde Haziran ayaklanmasında hem de Şili’de gördük görüyoruz.
sürecek…