Şili dosyası -1-


Haziran ayaklanması sadece birkaç ağaç meselesi olmadığı gibi Şili’de yaşanan halk ayaklanması da sadece metroya yapılan %4’lük zam meselesi değil. Gezi parkında kesilmek istenen ağaç nasıl ki bardağı taşıran son damla olduysa, Şili’de %4’lük metro zammı da bardağı taşıran son damla oldu.


Taşan bardağın nasıl dolduğu çok önemli. Bunun yanında %4’lük metro zammını mercek altına almak da bir o kadar önemli. Nasıl oluyor da bir kaç kuruşluk bir zam böyle bir ayaklanmaya yol açabiliyor ?


Şili’de asgari ücretle yaşayan bir emekçi maaşının %20 ila %30’unu yol parasına harcadığı düşünüldüğünde, tek başına metroya yapılan zam bile halkın yeter artık diyerek sokağa çıkmasını haklı hale getirir. Gel gelelim tüm ülkeyi saran bir yangına dönüşmesi, ayaklanmanın bir birikimin patlaması olduğunu ispatlıyor.


Başkent Santiago’daki Metro İşçileri Sendikası’nın Başkanı Rivas, İngiliz Guardian gazetesine şöyle diyor:
İsyanın sebebi metro zammı değil, düşük emeklilik maaşları, suyun özelleştirilmesi, elektrik fiyatlarındaki artış, sağlık sisteminin içinde bulunduğu durum ve eşit eğitim talebi. Metro fiyatları sadece tetikleyici unsur. Metro zammı insanlara, ‘Yeter! Artık susmayacağız’ dedirtti.


Uzun uzadıya neo-liberalizm diye adlandırılan ekonomik model ile ilgili yazmak yerine Türkiye’nin yakın tarihine bir göz atmak Şili’de yaşananları anlamaya çok yardımcı olacaktır. « Şili’de neler olduğunu anlamak için niye Türkiye’ye bakalım ki ? » sorusu sorulabilir. Tüm dünyada neo-liberalizm diye adlandırılan kapitalizmin en vahşi şekilde uygulandığı ekonomik sistem Şili’de nasıl uygulandı ve uygulanıyorsa, ülkemizde de öyle uygulandı ve halen uygulanmakta çünkü.


Metro işçileri Sendikası Başkanı’nın özetlediği gerçek ülkemizin yakın tarihinde yaşanan özelleştirme ve tekelleşmeyi hızlandıran rekabet ekonomisinin ülkeyi getirdiği durumu da özetliyor.
Neo-liberal ekonomi denilen model, aslında emperyalizmin halkın varlığına el koymak için tüm dünyaya dayattığı bir model. « Fırsat eşitliği », « serbest rekabetçi » , « devletçi değil özel sektörcü », « özgürlükçü », « girişimci ekonomi » gibi süslü laflarla parlattıkları ekonomik model dünyada ilk Şili’de uygulanmaya başladı.


Allende iktidarının Amerikancı faşist Pinochett tarafından darbe ile yıkılmasından sonra 1978’de hayata geçirilen soygun ve talan modelinin garantörü yine Pinochet faşist cuntası oldu. Hatta cuntanın şefi Pinochet, iktidarı -seçimler ile- reformistlere verirken bile koştuğu en temel şartı bu ekonomik modelin devamı idi. Çünkü “neo-liberal ekonomi”, emperyalizmin tüm dünyada sömürgelerinde uygulamak istediği modeldi.


Tartışmasız çok yönlü ele alınması gereken bu ekonomik model, emperyalizme bağımlı ülkelerde emekçi halklar için hızla yoksullaşma ve adaletsizlik olarak kendini hissettiriyor. Gelir dağılımındaki dengesizlik bu adaletsizliğin özellikle görülmesi gereken yanıdır. Çünkü Şili’de 1978’den beri uygulanmakta olan bu ekonomi, dünyaya model olarak sunarken propaganda olarak kişi başına düşen milli gelirin yüksekliğini kullanıyorlar. Bu 15 bin dolara varan bir rakam.


Kişi başına düşen milli gelir bir ülkenin gayri milli hasılasının o ülkenin nüfusuna bölündüğünde çıkan sonuca deniyor. Dünyanın hiç bir yerinde Gayri safi milli hasıla, nüfusa eşit bir şekilde bölüşülmez. Bu bir yana, Şili ve bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde bu bölüşümdeki eşitsizlik çok büyüktür. Örneğin : Şili’de Nüfusun yüzde 1’i, Şili’de üretilen ekonomik değerin yüzde 25’ini alıyor. Ülkemizde 2018 yılında en zengin yüzde 20’lik grubun geliri en yoksul yüzde 20’lik grubun gelirinin 8 katı oldu. (TUİK’e göre, ki gerçek bunun çok daha üzerindedir.) Daha anlaşılır bir ifade ile Türkiye Gelir Adaletsizliği Bakımından Avrupa’nın En Kötü Ülkesi.
“Neo-liberalizm” için özetle « devletin ekonomi üzerindeki hakimiyet ve denetiminin kaldırılmasını hedefleyen ekonomik model » tanımı yapılabilir.
En önemli politikası kamuya ait işletme, kurum… ne varsa satılmasıdır. Yani özelleştirilmesidir. ÖZELLEŞTİRME’ler “neo-liberal ekonominin” olmazsa olmazıdır. Dönemin Maliye Bakanı Kema Unakıtan’ın şu meşhur « Ne banka bırakacağız, ne fabrika, ne de işletme. Liman da bırakmayacağız, hepsini satacağız. Neymiş, “yabancıya satmayalım, yerliye satalım“ mış. Kimmiş yerli? Parayı veren düdüğü çalar. Tüpraş’ı Ruslara satar mısın ?, diyorlar. Satarım arkadaş. Stratejik yer imiş. Ne stratejisi, önemli olan müşteri bulmak. Müşteri gece gelsin, pijamayla çıkarım karşılarına » sözleri ile ifade ettiği aslında özelleştirmenin esas anlamıdır. Ülkemize ve tüm sömürge ülkelere dayatılan özelleştirmelerin nasıl yapıldığını veciz ve utanmazca ifade etmekten başka bir şey değildir Unakıtan’ın bu sözleri.

sürecek…

Sosyal ağlarda paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.